Şuarâ
sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 224-227. âyetlerin Medine’de indiği söylenir.
227 âyettir. İsmini 224. âyette geçen ve “şâirler” mânasına gelen اَلشُّعَرَاءُ (şuarâ) kelimesinden alır. Sûrenin ayrıca
“Tâ. Sîn. Mîm” ve birkaç peygamberin kıssasını ihtivâ etmesi sebebiyle الجامعة (Câmia) isimleri de vardır. Resmî
sıralamada 26, iniş sırasına göre 47. sûredir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yirmi altıncı, iniş sırasına göre kırk yedinci sûredir. Vâkıa sûresinden sonra, Neml sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 197. âyeti ile son dört âyetinin (224-227) Medine döneminde indiğine dair rivayetler de vardır (Süyûtî, el-İtkån, I, 12; İbn Âşûr, XIX, 89-90).
Konusu
Furkan
sûresinde yer alan “inzâr: Allah’ın azabıyla tehdit ve uyarı”, bu sûrede
peygamber kıssalarından verilen muşahhas misallerle genişçe izah edilerek,
İslâm’ı tüm yönleriyle bir hayat nizamı hâlinde tebliğ ve tatbik edip
yerleştirmeye çalışan Resûlullah (s.a.s.) teselli buyrulur. Bu gâyeye matuf
olarak yedi peygamber kıssası anlatılır. Bahsi geçen peygamberlerin gerçek
peygamber olması gibi, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de gerçek peygamber, ona
indirilen kitabın da Allah kelâmı gerçek bir Kur’an olduğu haber verilir. Allah
Teâlâ’nın varlık âlemine yerleştirdiği kevnî âyetler, önceki peygamberlerin
gösterdiği mûcizeler, kavimlerinin başına inen ilâhî kahır tecellîleri ve bizzat
Kur’ân-ı Kerîm’in mûcizevî yapısı bu hakîkatin şahididir. Bu gerçekler ışığında
Resûlullah (s.a.s.) bir kâhin ve şâir olmadığı gibi, Kur’an da bir kehânet ve
şiir değildir. Şeytanların böyle her yönüyle ulvî ve hârikulâde bir söz
indirmeleri mümkün olmadığı gibi, hangi vadide dolaştıkları belli olmayan
şâirlerin de bunun gibi bir söz söylemeleri muhaldir. O, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in kalbine Cebrâil
(a.s.) tarafından inzal edilmiş, insanlığı ilâhî azap ile uyarıp ebedî
nimetlerle müjdelemek maksadını taşıyan Allah kelâmıdır. Gerçek kurtuluş, ancak
onun tâlimatlarına inanıp itaat etmekle mümkün olabilecektir. Sûre boyunca
Cenâb-ı Hakk’ın “Azîz: çok güçlü, kuvvetli, mağlup edilemez bir kudret sahibi”
ismi ile birlikte “Rahîm: çok merhametli” ismi tekrar edilir. İnsanlık tarihi,
O’nun rahmet tecellilerine olduğu gibi gazap tecellilerine de şâhitlik
etmektedir. Bu durumda, Allah’ın rahmetine mi, yoksa gazabına mı müstahak
olmaya karar vermenin insanların kendi tercihlerine kaldığına işaret edilir.
124: Kardeşleri Hûd onlara şu öğütte bulundu: “Artık Allah’tan korkup günahlardan sakınmaz mısınız?”
125: “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
126: “O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
127: “Ben tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak Âlemlerin Rabbi Allah’tır.”
128: “Siz, böyle gösteriş ve eğlence olsun diye, her tepeye anıt gibi binalar dikip duracak mısınız?”
129: “Kendiniz için de, dünyada ebedî kalacakmış gibi hep böyle sağlam köşkler, kaleler mi inşa edeceksiniz?”
130: “Mazlum ve biçâre insanları elinize geçirdiğiniz zaman, onlara hep böyle acımasız zorbalar gibi mi davranacaksınız?”
131: “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
132: “Öyle bir zattan korkun ki, bildiğiniz bunca nimetleri size verdi.”
133: “Size sağmal hayvanlar, oğullar bahşetti.”
134: “Bağlar, bahçeler ve akıp duran kaynaklar ihsân etti.”
135: “Doğrusu ben sizin adınıza, dehşet verici büyük bir günün azabından korkarım.”
TEFSİR:
Dördüncü
kıssa, Âd kavminin kıssasıdır. Onlara Hz. Hûd peygamber gönderildi. Hûd (a.s.)
doğru ve güvenilir bir insandı. Diğer peygamberler gibi o da tebliğine karşı
bir ücret talep etmedi. Mükâfatını sadece Allah Teâlâ’dan bekleyerek gece
gündüz tebliğ vazifesine devam etti. Kavminin bozuk hal ve davranışlarını ıslah
etmeye çalıştı. Burada bahsedildiği üzere hususiyle şu üç nokta üzerinde durdu:
›Âd kavmi büyük yolların yanında bulunan yüksek tepelere, ihtiyaç
için değil, sadece övünmek ve gösteriş için; ihtişam, servet ve kuvvetlerinin
bir tezâhürü olarak işaretler, yüksek binâlar yapıyorlardı. Gelip gidenleri bu
yüksek noktalardan kontrol ediyor, onlarla oynuyor, alay ediyorlardı.
›Dünyada ebedî kalacakmış gibi sapasağlam evler, köşkler, kaleler,
su sarnıçları ve barajlar yapıyorlardı. Her türlü fizikî, mâlî ve zihnî
imkânlarını bu uğurda harcıyorlardı. Hayatta lüks ve zevkten başka bir
düşünceleri yoktu. Ölümü akıllarına bile getirmiyor, hiçbir âhiret endişesi
taşımıyorlardı.
›İyice zorbalaşmışlar; kalplerinde fakir, zayıf ve yoksullara karşı
hiçbir merhamet duygusu kalmamıştı. İnsanlıktan tamâmen uzaklaşmışlardı.
Güçleri yettiği herkesi, özellikle zayıf ve güçsüzleri eziyor, dövüyor,
öldürüyor, onlara her türlü barbarlığı revâ görüyorlardı.
İşte
Hz. Hûd, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine ihsan ettiği bunca nimetleri hatırlatarak
onları Allah’a karşı gelmekten sakındırdı. Azgınlık ve kötülükleri terk edip
Allah’a kul olmaya çağırdı. Davetini kabul edip küfür, isyan ve inatlarından
vazgeçmedikleri takdirde başlarına korkunç bir felaketin geleceğini ve büyük
bir günün azabına uğrayacaklarını söyledi.
Fakat azgın kavim Hz. Hûd’un ikaz ve irşatlarına
aldırış etmediler:
Sadece meal okumak ile Kur'ân-ı Kerim'in bir çok âyetinin tam mânâsı ile anlaşılması mümkün olmayabilir. Ayetlerin izahı için mutlaka bir tefsire başvurulması gerekir. Şuarâ Sûresi 123. ayetinin tefsiri için tıklayınız
*
Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için sitemize eklenmiştir.