TEFSİR:
Allah
Teâlâ Mûsâ (a.s.)’ı ilâhî irade ve muhabbete tâbi olarak yüklendiği elçilik
vazifesini yerine getirmesi, her türlü tutum ve davranışında Rabbinin rızâsına
uygun bir hal üzere bulunması için seçmiştir. Bu mertebeye gelinceye kadar da
onu bir kısım sıkıntılara maruz kılarak çile çemberinden geçirmiştir. Zira
seçkin kul olmanın bir bedeli vardır. Bu yolda sabrı gerektiren, râzı olmayı
gerektiren durumlar olur. Sabır, kişinin, başa gelen musibetlerin acısını
yutması; rızâ ise takdirin acılığı karşısında kalbin sevinmesidir. Allah bir
kulunu kendine has kılmak isterse onu belâların ortasına atar, sonra da onun
cevherini kendine muhabbetten başka her şeyden temizler. Dolayısıyla bu yolun
pek çok zorluklarla dolu olduğu anlaşılmaktadır.
Bahsedilen
seçme neticesinde Cenâb-ı Hak Mûsâ (a.s.)’ı risâletle vazifelendirdi. Ona asâ
ve yed-i beyzâ gibi mûcizeler verdi. Bunlardan hareketle dinini tebliğ etmesini
istedi. Kardeşi Hârûn’u da peygamberlikle şereflendirip ona yardımcı kıldı.
Tebliğ yaparken dikkat etmeleri lâzım gelen şu hususları hatırlattı:
› Allah’ı
zikirde gevşeklik ve üşengeçlik göstermeyin. Dille, kalple Allah’ı devamlı
zikredin. Çünkü Allah’ı zikretmek başarıya ulaşmanın en mühim vasıtasıdır.
Bunun hikmeti şudur:
Allah’ı
zikreden kişi O’nun celâlini ve cemâlini hatırından çıkarmaz. O’nun celâlini ve
büyüklüğünü hatırlayan, başkasını küçük görür ve kimseden korkmaz. Bu
hatırlamadan dolayı ruhu kuvvetlenir ve gayesini gerçekleştirmede acziyete
düşmez. Allah’ın cemâlini ve lutfunu hatırlayan ise O’nun emirlerini yapma
hususunda gevşeklik göstermez. Buna dikkat çekmek üzere âyet-i kerîmede şöyle
buyrulur:
“Ey
iman edenler! Düşman ordusuyla karşılaştığınız zaman sebat edin, dayanın ve
Allah’ı çok çok zikredin ki başarıya erebilesiniz.” (Enfâl 8/45)
Aziz
Mahmud Hüdâyî (k.s.) Hazretleri: “Vaazdan önce kelime-i tevhidi söyletmek
cemaatin vaazı iyi dinlemesine ve Allah’ın izniyle irşâdın tesirli olmasına
vesile olur” derken de zikrin bu hususiyetine işarette bulunur.
› Firavun’a
gidin. Onu tatlı, yumuşak ve gönül okşayıcı sözlerle hakka davet edin.
Burada
tebliğde kullanılacak üslubun, hitap şeklinin ve söylenecek sözlerin nasıl
olması gerektiği açıklanır. Hitap, tebliğ yapılan şahsın makam ve şahsiyetine
uygun olacak; söz tatlı, yumuşak ve kalpleri tesir altına alacak bir keyfiyet
ve güzellikte olacaktır. Zira bir işte yumuşaklık o işi güzelleştirip
gerçekleşmesini kolaylaştırır. Sertlik ise o işi çirkinleştirir ve olmasını
zorlaştırır.
Tebliğde
yumuşak ve tatlı bir üslup kullanmaktan gâye muhatabın aklını başına alıp
tefekkür ederek faydalı bir sonuca ulaşmasını sağlamaktır. Bunu tam anlamıyla
başarmak mümkün olmasa bile, onu içinde bulunduğu katı kalplilikten
uzaklaştırıp kısa bir müddette olsa korkmasına ve ürpermesine vesile
olabilmektir. Yine onun bâtılda ısrarı bırakıp hakka doğru meyletmesine
yardımcı olmaktır.
Bu
ilâhî tâlimat istikâmetinde Hz. Mûsâ Firavun’a gittiği zaman yumuşak bir üslup
kullanmış ve:
“Arınmaya
gönlün var mı? İster misin, seni Rabbine giden yola ileteyim de O’nu tanıyıp
saygıyla O’na teslim olasın!” (Naziât 79/18-19) demiştir.
Bu
hususla alâkalı olarak Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in müşfik,
yumuşak, merhametli ve müsâmahakâr tebliğ metodunu, âyet-i kerîmede şöyle medh
ü senâ buyurmuştur:
“Allah
tarafından lutfedilen bir rahmet sâyesinde sen onlara
yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, insanlar etrafından dağılıp
giderlerdi…” (Âl-i İmrân 3/159)
Nitekim
şâirin şu beyti mes’elenin pek ince ve hikmetli bir yönüne dikkat çeker:
“Kalb-i
sengîne kelâm-ı nerm eder lâbüd eser
Kıt‘a-yı
elmâs dâim hâkkolur kurşun ile.” (Belîğ)
“Tatlı
söz en katı yürekleri bile mutlaka yumuşatır. Bilmez misiniz ki, gâyet sert
olan elması bile, yumuşak bir maden olan kurşunla kazır ve yontarlar.”
Firavun
gibi bir azılıya yumuşak söylemek emredildiğine göre, azgınlık bakımından ondan
daha aşağıda olanlara yumuşak söylemek elbette daha uygundur. Zaten Rabbimiz: “İnsanlara güzel söz söyleyin” (Bakara
2/83); “Rasûlüm! Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler” (İsrâ
17/53) buyurarak, iyiliği emredip kötülüğü yasaklarken de bu inceliğe dikkat
edilmesini istemektedir.
Hak
dostlarından Yezid er-Rakkâşî şöyle der:
“Ey
kendine düşmanlık edene bile merhametle muameleyi emreden Allahım! Kim bilir
dost olup insanları sana çağırana nasıl muamele edersin!”
Târihin
meşhur Haccâc-ı Zâlim’i, zulmüyle şöhret yapmış olsa da filozof tabiatli bir
insandı. Bir gün, Cuma namazında onu gören hatip, “Cihadın en faziletlisi,
zâlim sultanın karşısında hakkı ve adâleti söylemektir” (Ebû Dâvûd, Melâhim
17/4344) hadîsini dikkate alarak hutbede açtı ağzını yumdu gözünü ve Haccâc
hakkında pek çok ağır sözler söyledi. Haccâc-ı Zâlim, sükûnetle dinledi.
Namazdan sonra hatîbi huzûruna çağırtarak ona sordu:
“–Sen
öyle neler söyledin bakalım hutbede?!”
Hatib,
nasıl olsa kellesinin vurulacağı düşüncesiyle geri adım atmadan Haccâc’a
hutbedeki sözlerini biraz daha sert bir üslûb ile tekrar etti. Haccâc:
“Tuhaf
şey” dedi. “Sen bilgili bir adama benziyorsun. Lâkin İslâmî davetin
metotlarından haberin yok. Sen hiç Kur’ân okumuyor musun? Senden daha faziletli
olduğu muhakkak olan Mûsâ (a.s.)’ı, benden daha kusurlu ve üstelik küfür
ehlinden olduğu muhakkak olan Firavun’a gönderirken Cenâb-ı Hak, ona «leyyin»
yâni suyun akışı gibi yumuşak bir lisan kullanmasını emir buyurmadı mı?” dedi.
Hatib söyleyecek söz bulamadı. İrşâd metodundaki hatâsını anladı ve özür
diledi.
Hâsılı,
yumuşaklık mü’minlerin vazgeçilmez vasıflarından biridir. Hakk’a davet ve halka
hizmette en mühim düsturdur. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s.): “Allah rıfk
sahibidir, rıfkla, yumuşaklıkla muameleyi sever. Sertliğe ve diğer şeylere
vermediği sevabı, rıfkla muameleye verir” buyurmuştur. (Müslim, Birr 77)
Mevlânâ
Hazretleri de şöyle buyurur: “Allah’ın: «Ey Mûsâ! Firavun’a karşı yumuşak
söz söyle, ona yumuşaklık göster!» sözünü iyi anla! Zira kaynayan yağa soğuk su
dökersen ocağı da harap edersin, tencereyi de...”
O
halde her insanı kaynayan bir yağ gibi görmek lâzımdır. Zîra herkeste izzet-i
nefis vardır. Sert sözlerden ve kabalıktan hoşlanmaz. Gönüllere girebilmenin
tek yolu yumuşaklık ve tevâzûdur.
Mûsâ
(a.s.), göğsünü genişletmesini ve işinin kolaylaştırmasını Rabbinden isteyip
duası kabul edilmesine rağmen, Allah Teâlâ’nın onu kardeşiyle beraber Firavun’a
gönderme emri karşısında tekrar korkusunu dile getirdi:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri