TEFSİR:
Hz
Yûnus Ninova halkına gönderilmiş bir peygamberdir. Ninova ahâlîsi putlara
tapıyorlardı. Çok zâlimdiler. Yûnus (a.s.) onları tevhîde davet etmeye
başlayınca, kendisine çok az kimse iman etti. Diğerleri iman etmeyip hatta ona
türlü ezâ ve cefâda bulundular. Hz. Yûnus ise, onların yaptıklarına tahammül ve
sabır gösteriyor, kendilerini yine merhametle tevhîde davet ediyordu. Allah’ın
azâbının çetin olduğunu hatırlatıyordu. Fakat Yûnus (a.s.) kavminin inkârcı ve
inatçı hâllerine son derece üzüldüğünden daha fazla dayanamayıp, Rabbinden izin
almadan aralarından ayrıldı. Yalnız bu ayrılış, ne tebliğ vazîfesinden kaçma,
ne de bu vazîfeyi verene baş kaldırmaydı. Sadece yüce davete uymayan âsî bir
kavimden, henüz vakti gelmeden önce uzaklaşmaydı.
Hz.
Yûnus şehirden ayrılınca Dicle nehrinin kenarına geldi. Bir gemiye bindi. Gemi,
hareket ettikten bir müddet sonra suyun ortasında durdu. Onu bir türlü
yürütemediler. Batacakları endişesiyle durumu uğursuzluk sayarak gemide
günahkâr birinin olduğunu düşündüler. Bunun kim olduğu hususunda kur‘a
çektiler. Kur‘a Hz. Yûnus’a çıktı. O da başına gelen bu işin bir imtihân
olduğunu fark ederek tevekkülle suçu üstlendi. Ancak gemidekiler, onun hâlinden
sâlih bir kimse olduğunu anlayarak kur‘ayı birkaç defa yenilediler. Fakat
hepsinde de netîce Yûnus (a.s.)’a çıktı. Nihâyet çâresiz bir şekilde Yûnus’u suların
içine bıraktılar. Onu büyük bir balık yuttu. Bu sırada Yûnus, yaptığına
pişmanlık duyuyor, kendini sorguluyor, nefsini kınayıp duruyordu. Ama o artık
bir balığın karnındaydı. Orası pek karanlık bir yerdi. Kendisi ise henüz
hayatta, şuuru da yerindeydi. Cenâb-ı Hak balığa, Yûnus’u yaralamamasını ve
onun kemiklerine zarar vermemesini emretti.
Yûnus
(a.s.), ilâhî takdire rızâ göstererek Rabbine teslîm oldu. Denizin ortasında,
balığın karnında, üstüste karanlıklar içinde pek derin bir hüzünle hâlini
Rabbine şöyle arz etti: “Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü kusurdan,
eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum!”
(Enbiyâ 21/87)
Yûnus
(a.s.), içinde bulunduğu bu zor ve sıkıntılı şartlar altında, her zaman
olduğundan daha fazla Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ve zikre devam etti. İstiğfâr ve
dua ile meşgûl oldu. Onun bu hâlini gören melekler, kendisi affetmesi için
Allah’a yalvardılar. Sonunda Cenâb-ı Hak, Yûnus’un da “Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü
kusurdan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden
oldum!” (Enbiyâ 21/87) diye çokça tesbihi üzerine bu mübârek peygamberinin
işlediği zelleyi affetti. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Biz de onun duasını kabul buyurduk; kendisini
gam ve kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ
21/88)
Bu
affın yegâne sebebi ise, Hz. Yûnus’un Cenâb-ı Hakk’ı hiç unutmaması ve çokça
tesbihiydi:
“Eğer
o, Allah’ı her dâim tesbih eden
kullardan olmasaydı, elbette insanların yeniden diriltileceği güne kadar o
balığın karnında kalacaktı.” (Saffât 37/143-144)
Nihâyet,
Yûnus (a.s.)’ı karnında büyük bir emânet olarak taşıyan balık, Allah’ın emri
ile O’nu sahile bıraktı. Sahile bırakıldığında, pek zayıflamış, bitkin, hasta
ve himâyeye muhtaçtı. Vücûdu pelte hâlindeydi. Hava da oldukça sıcaktı. Allah
Teâlâ, onu güneşin yakıcı sıcağından koruyacak geniş yapraklı bir bitki, asma
kabağı bitirdi. Onun gölgesinde sinek türünden bir haşarat da yoktu. Orada
kendisini biraz toparlayan Yûnus Peygamber tekrar Ninova’ya yöneldi. Kendisine,
kavminin inanıp tevbekâr olduğu ve böylece Allah’ın kendilerini affettiği
bildirildi. Şimdi herkesin onu, ilâhî emirleri bildirmek üzere gelmesini
beklediği haber verildi.
Yûnus
(a.s.)’ın döndüğünü haber alan kavmi, hemen O’nun yanına geldiler. Onu hasretle
kucaklayıp özürler dilediler. Hz. Yûnus da, af ve müsâmaha ile davranarak
onlara Allah’ın emir ve yasaklarını öğretti. Bundan sonra kavmi, Allah’a ve
peygamberine itâat hâlinde, mesut ve iyilik üzere bir hayat yaşadılar. Bu
husus, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:
“Azabı
gördükten sonra iman edip de imanlarının faydasını gören hiçbir memleket halkı
olmamıştır. Ancak Yûnus’un kavmi hâriç. Onlar iman edince, biz de dünya
hayatındaki o alçaltıcı azâbı kendilerinden kaldırdık ve onları belli bir
süreye kadar dünya nimetlerden faydalandırdık.” (Yûnus 10/98)
İslâm
dinini tebliğle vazifeli insanlara, sabırlı, sâkin ve azimli hareket etmek
düşer. Hz. Yûnus, kavminden son derece bîzâr olduğu için eleminin şiddeti
sebebiyle ilâhî vahyi bekleyemeden oradan ayrılmıştı. Bu ise, bir bakıma
sabırsızlık ve acelecilik olmuştu. Zor şartlar içersinde bile olsa, böyle bir
davranış, kendisi için bir zelle idi. Resûlullah (s.a.s.) ise, Mekke
müşriklerinin zulüm, eziyet ve cefâlarına tahammül etmiş, hicret hakkında ilâhî
emir gelinceye kadar sabırla beklemiştir. Nihâyet Allah Teâlâ ona:
“Rasûlüm!
Şöyle dua et: «Rabbim! Benim gireceğim yere doğrulukla girmemi, çıkacağım
yerden doğrulukla çıkmamı nasip eyle; yüce katından bana yardımcı bir güç,
kuvvetli bir delil ver!»” (İsrâ 17/80) emriyle hicrete izin vermiş, Efendimiz de bu izinden
sonra hicret etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Yûnus (a.s.)’ı misal vererek
Resûlullah (s.a.s.)’den risâlet vazîfesindeki sıkıntılara sabretmesi hususunda
şöyle buyurur:
“Rasûlüm!
Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle; balığın arkadaşı Yûnus gibi olma. Hani o
pişmanlık ve acıyla yutkunarak Rabbine yalvarmıştı. Eğer Rabbinden bir lutuf
imdâdına yetişmeseydi, elbette o kınanmış, değersiz bir kimse olarak ıssız bir
arâziye atılıp gidecekti. Fakat Rabbi onu seçti ve onu sâlih kullarından
kıldı.”
(Kalem 68/48-50)
O hâlde ey Rasûlüm! Anlatılan peygamber
kıssalarından gerekli dersi alarak tebliğine devam et. Müşriklerle yaptığın
mücâdelede bıkkınlık gösterme, geri adım atma:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri