Müddessir
sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 56 âyettir. İsmini birinci âyette geçen ve
“örtüsüne bürünmüş” mânasına gelen اَلْمُدَّثِّرُ
(müddessir) kelimesinden alır. Müshaf tertibine göre 74, iniş sırasına göre 4.
sûredir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yetmiş dördüncü, iniş sırasına göre dördüncü sûredir. Müzzemmil sûresinden sonra, Fâtiha sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Müzzemmil sûresinden önce indiğini söyleyenler de vardır (bk. İbn Âşûr, XXIX, 292).
Konusu
Resûlullah
(s.a.s.)’e, kalkıp insanları uyarması vazifesi verilir. Bunu yapabilmek için
sahip olması gereken ahlâkî vasıflar telkin edilir. Sonra Kur’an’ı inkâr edip
Peygamber’e karşı gelenlerin kalbî, zihnî ve ahlâkî yapıları tasvir edilerek,
bunları cehennemde bekleyen azap hatırlatılır.
Müddessir Süresi 43. Ayet Tefsiri
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ ﴿٣٨﴾
اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜۛ ﴿٣٩﴾
ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَٓاءَلُونَۙ ﴿٤٠﴾
عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ ﴿٤١﴾
مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ ﴿٤٢﴾
قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ ﴿٤٣﴾
وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ ﴿٤٤﴾
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ ﴿٤٥﴾
وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ ﴿٤٦﴾
حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ ﴿٤٧﴾
فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ ﴿٤٨﴾
38: Her bir fert, kazandıklarına karşılık Allah katında tutulan bir rehindir.
39: Ancak amel defterleri sağdan verilen uğurlu ve mutlu kimseler başkadır.
40: Onlar cennetlerdedir. Aralarında soruşurlar:
41: Hayatları günah hasadıyla geçmiş inkârcı suçlular hakkında. Sonra suçlulara dönerek:
42: “Nedir sizi şu Sekar’a sürükleyen?” derler.
43: Onlar da şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik.”
44: “Fakirleri, yoksulları doyurmazdık.”
45: “Boş şeylere dalanlarla birlikte biz de dünyanın aldatıcı zevklerine dalar giderdik.”
46: “Hesap ve ceza gününü yalanlardık.”
47: “Böyle gaflet içinde yaşayıp giderken kaçınılması mümkün olmayan ölüm gerçeği geldi çattı.”
48: Artık şefaat edenlerin şefaati onlara bir fayda vermeyecektir.
TEFSİR:
Dünyada
insan hür iradesiyle ister hak, isterse bâtıl yolu tutabilir. Bu hususta
Cenâb-ı Hak onu özgür bırakmıştır. Fakat kıyamet günü her can yaptıklarına
karşılık rehin alınır, bağlanır, tutuklanır. Saadet veya felaketi kazancına
bağlıdır. Sorumluluk ferdîdir. Her insan dünyadaki iman ve taatine yahut inkâr
ve isyanına göre mükâfat veya ceza görür. Hâsılı insana ebedî kurtuluşu
sağlayacak olan da, onu ebedî felâkete sürükleyecek olan da, onun dünyada
tuttuğu yola ve o yolun Allah’ın rızâsına uygun olup olmamasına bağlıdır. Eğer
bir insanın imanı bâtıl ve ameli bozuksa, onu en yakın dostlarının bile
kurtarması mümkün değildir. Neticede Kur’an’ın “ashâb-ı yemîn” dediği; dünyada
Allah’ın râzı olduğu itikat, ibâdet, ahlâk ve muâmelât çerçevesinde bir hayat
yaşayıp, o imanla âhirete göçen ve mahşerde de amel defteri sağ elinden verilen
bahtiyarlar, nefislerini rehin olmaktan kurtaracak ve cennete gireceklerdir.
(bk. Vâkıa 56/8, 27-40; Hakka 69/19-24) Bunların dışındakiler ise “ashâb-ı
şimâl” olup amel defterlerini sol taraftan alacaklar ve cehenneme
atılacaklardır. (bk. Vâkıa 56/9, 41-56; Hakka 69/25-37)
Bu
arada cennetliklerle cehennemlikler arasında vuku bulan bir konuşma dile
getirilerek, cehennemliklerin oraya atılma sebepleri haber verilir. Bunun
hedefi, dünyadaki kâfirlere âhiretteki durumlarını anlatmak, bu yaptıklarından
orada pişman olacaklarını gösterip onları uyanmaya ve doğru yola sevk etmektir.
Bu sebepler şunlardır:
›Namaz
kılmamak,
›Fakirlere,
yoksullara, muhtaçlara yemek yedirmemek,
›Bâtıla, boş
şeylere dalanlarla birlikte dalıp gitmek,
›Hesap ve ceza
gününü yalanlamak.
İşte
böyle bir inkâr ve günah hali üzere ölenlere o gün hiçbir şefaatçinin şefaati
fayda vermeyecektir.
Öyleyse, bu gerçekler karşısında insanın uyanıp
kendine gelmesi ve yürüdüğü yanlış yolları bırakıp doğru yolu tutması gerekmez
mi? Bu yüzden şöyle soruluyor: