TEFSİR:
“Velâyet”;
muhabbet, dostluk, yardım ve vekâleten birinin işine bakmak gibi mânalara
gelir. “Evliyaullah” ise, Allah’a dost olan, Allah için dost olan, Allah için
birbirlerine yardımcı olan kimselerdir. Resûlullah (s.a.s.)’e evliyaullahın
kimler olduğu sorulduğunda: “Görüldükleri zaman Allah hatıra gelen
kimselerdir” buyurmuştur. (İbn Mâce, Zühd 4) Zira bu seçkin kişilerin
yakınında bulunulduğu zaman halleri, sekînetleri, duruş ve davranışları derhal
Allah’ı hatırlatır. Bunların fânî dünya menfaatlerine, mal ve servetlerine hırs
ve düşkünlükleri yoktur. Ancak Allah için birbirlerine muhabbet ve dostluk
gösterirler. (Ebû Dâvûd, Sünnet 2)
Bunların
“Allah için birbirini seven kimseler” (Müslim, Birr 38) oldukları
da rivayet olunur. Nitekim Hz. Ömer’den rivayete göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle
buyurmuştur:
“Allah'ın
kullarından bir takım insanlar vardır ki onlar ne peygamber ne de şehîddirler.
Fakat kıyâmet günü Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebiler ve
şehitler imrenerek bakacaklardır.”
Bunların
kim olduğu sorulunca da Efendimiz (s.a.s.):
“Bunlar
öyle kimselerdir ki, aralarında akrabalık, ticaret ve iş ilişkisi olmaksızın,
sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Vallahi yüzleri nurdur ve
kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman
bunlar korkmazlar, insanlar üzüldüğü zaman bunlar üzülmezler” buyurmuş,
peşinden de bu âyeti okumuştur. (Hâkim, el-Müstedrek, IV, 170)
Bu
ve benzeri rivayetlerden hareketle velilerin: “Allah’ı seven, O’na ibâdet ve
taatle yakınlaşmaya gayret gösteren, Allah’ın da kendilerine nimet, şeref ve
izzet ihsan ederek dostluğunu gösterdiği” kimseler olduğu anlaşılmaktadır.
Zaten devam eden 63. âyet-i kerîmede bunların tarifleri yapılmakta ve en başta
gelen vasıfları sayılmaktadır. Buna göre, evliyâullah kâmil bir imanla ilâhî
emirleri ifâya ve yasaklardan kaçınmaya devam ederler. Kendilerinden Allah
rızâsına aykırı bir hâl, bir durum sadır olmaması için dikkat ederler, her
türlü haramdan ve şüpheli şeylerden sakınırlar. Bu halleriyle onlar daima
Allah’ın dininin ve yolunun yardımcılarıdır. Allah’ın insanları her türlü
karanlıklardan nura çıkarması için üzerlerine düşen tebliğ, temsil, örnek ve
vesile olma gibi tüm vazifelerini en iyi şekilde ve ihlasla yerine getirmeye
çalışırlar. Hâsılı Allah’a dostluk, tüm varlığı ve bütün gönlüyle Allah yoluna
adanmış olmayı gerektirir. İşte evliyaullahın hakiki tarifi budur.
Hz.
Ali şöyle der: “Allah’ın velileri, uykusuzluktan yüzleri sararmış, ibret
almaktan gözleri kamaşmış, açlıktan karınları nerdeyse sırtlarına yapışmış,
susuzluktan da dudakları kırışmış kimselerdir.” (Kurtubî, el-Câmi‘,
VIII, 358)
Bunlar
için hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de. Güneş doğunca yıldızların
kaybolması gibi, Allah korkusu onlardaki diğer bütün korkuları sildiği için
başka korku kalmamıştır. Karşılaşacakları nimetler ve mutluluklar daha güzel
olduğundan ötürü geçmişle alakalı bir üzüntü de duymayacaklardır. Nitekim bir
diğer âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Kendilerine
tarafımızdan ebedî mutluluk takdir edilmiş olanlara gelince, onlar cehennemden
uzak tutulacaklardır. Onlar cehennemin hışırtısını bile duymayacak; cennette
canlarının çektiği nimetler içinde ebedî kalacaklardır. Kıyâmetin yol açtığı en
büyük korku dahi onları üzmeyecek ve melekler kendilerini: “Size va’dedilen o
mutlu gün işte bu gündür” diyerek karşılayacak.” (Enbiyâ
21/101-103)
Onlar
için hem dünya hayatında, hem de âhirette müjdeler vardır. Allah dostlarına
dünyadaki müjdeler şunlardır:
›
Sâdık ve sâlih rüyâlar.
Nitekim Ebu’d-Derdâ şöyle anlatır: Resûlullah (s.a.s.)’e bu âyet hakkında
sordum. Efendimiz (s.a.s.): “İndirildiğinden bu yana buna dair senden başka
bana soru soran olmadı. Buradaki «müjde»den kasıt, müslümanın gördüğü, yahut
ona gösterilen sâlih rüyadır” buyurdu. (Tirmizî, Rüyâ 3)
›
Meleklerin ölüm esnasında dünyadayken mü’mine verdikleri
müjdedir. Mü’min kulun canının çıkmasına yakın bir zamanda ölüm meleği gelir
ve: “Ey Allah’ın dostu, sana selâm olsun, Allah sana selam gönderdi” der.
Nitekim: “Onlar ki, tertemiz bir hayat yaşarlarken melekler gelip incitmeden
canlarını alırlar; bir taraftan da kendilerini: «Selam olsun size! Yaptığınız
güzel amellere karşılık girin cennete!» diye müjdelerler” (Nahl 16/32)
âyeti bu hakikati haber verir.
›
Mü’minin ölmeden önce nereye gideceğini bilmesidir.
Bu,
yüce Allah’ın Kur’an’da dostlarına ihsan edeceği cennet ve bol mükâfâtlara dair
vermiş olduğu müjdedir. Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: “Rableri
onları kendi katından bir rahmetle, rızâsıyla ve içinde onlar için hazırlanmış
çok kıymetli, ebedî nimetler bulunan cennetlerle müjdeler” (Tevbe 9/21); “İman edip sâlih ameller işleyenleri şöyle müjdele: Altlarından ırmaklar
akan cennetler onlar içindir” (Bakara 2/25); “Size va’dolunan cennetle sevinin!”
(Fussilet 41/30) İşte bu sebeple “Allah’ın verdiği sözlerde ve hükümlerinde
asla değişme olmaz” (Yûnus 10/64) diye buyrulur ki, “Allah verdiği sözden
caymaz” demektir.
Âhiretteki
müjdeye gelince, ruh cesetten çıktığı vakit, Allah’ın rızâ ve hoşnutluğuyla
müjdelenirler. Yine kabirlerinden çıktıklarında cennetlik olduklarına dair
onlara müjde verilir.
O halde müslümanın basit sebeplere takılarak
üzülmesine hiç gerek var mı:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri