TEFSİR:
Kur’ân-ı
Kerîm’in mü’minleri senâ etmek için kullandığı güzel vasıflardan biri de
“Rahman’ın has kulları” ifadesidir. Bu âyetlerde “Rahman’ın has kulları
şunlardır” diye başlayarak, bu mânevî dereceye yükselecek kişilerin taşımaları
gereken üstün ahlâkî vasıflar sayılmaktadır:
Öncelikle
onların yürüyüş tarzları zikredilmektedir. Rahmân’ın kulları, öyle kimselerdir
ki, onların gidişleri, yeryüzünde yürüyüşleri ve hareket tarzları mülayimdir.
Zorba, mağrur, kibirli, saygısız, kaba ve haşin değil; sukünet ve vakarla,
alçak gönüllü bir şekilde terbiyeli, nazik ve yumuşak yürürler. Etraflarına eza
ve sıkıntı vermez, sendeler gibi gitmez, hesaplı, saygılı, merhamet tavrıyla
güven ve huzur yayarak giderler. Yürürken kendilerini zorlamazlar, yapmacık
hareketlerde bulunmazlar. Ne kibirlenirler ne de böbürlenirler. Ne burunları
havada yürürler ne de kabararak veya şişerek yürürler. Çünkü insanın
sergilediği tüm davranışları gibi yürüyüşü de onun kişiliğinin ve içindeki
duygularının göstergesidir. Normal, kendine güvenen, kararlı ve ciddi bir ruh,
bu özelliklerini sahibinin yürüyüşüne de yansıtır. Böylece normal, kendinden
emin, ciddi ve kararlı yürür. Yoksa “yeryüzünde yumuşak adımlar atarak
yürürler”, onların ölü gibi, boynu bükük, omuzları sarkık, sallanarak
yürüdükleri anlamına gelmez. (Elmalılı, Hak Dini, V, 3611; Seyyid Kutub,
Fî Zılâl, V, 2577)
Resûlullah
(s.a.s.) yürüdüğü zaman canlı ve dik yürürdü. İnsanlar içinde en hızlı
yürüyeni, en güzel ve en rahat yürüyeniydi. Ebu Hureyre şöyle der:
“Peygamberimiz (s.a.s.)’den daha güzel birini görmedim. Sanki yüzünde güneş
parlıyordu. Ondan daha hızlı yürüyeni de görmedim. Yürürken önünde yer dürülür
gibiydi. Biz onunla yürürken çok zorlanırdık ama o, hiç aldırmazdı.” Ali b. Ebu
Talip (r.a.) şöyle der: “Resûlullah yürürken yukarıdan iniyormuş gibi yürürdü.”
Bir keresinde de şöyle demişti: “Yokuş yukarı çıkarken bile aşağı iniyormuş
gibi yürürdü.” (bk. İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 379-380) Bu ise kararlı,
gayretli ve cesur insanların yürüyüşüdür.
İkinci
olarak; cahiller, yani kendini bilmezler, edepsiz güruh onlara laf attığı zaman
“selam” derler. Selametle neticelenecek söz söyler, yahut “selametle” derler.
Onlar ciddilikleri, vakurlukları, kararlılıkları ve içlerindeki büyük
ideallerle uğraşıyor olmaları nedeniyle ahmakların ahmaklıklarıyla, kendini
bilmezlerin beyinsizlikleriyle ilgilenmezler. Akıllarını, vakitlerini ve
emeklerini beyinsizlerle, ahmaklarla tartışmakla, onlarla kavga etmekle,
dalaşmakla uğraştırmazlar, boşuna harcamazlar. Aptallarla beraber olmaktan,
gereksiz davranışlarda bulunmaktan uzak dururlar. Bu tip kimselere yumuşak
sözlerle karşılık verirler. Güçsüz olduklarından değil elbette tenezzül
etmemekten; çaresizlikten değil üstünlük duygusundan dolayı yumuşak
davranırlar. Boş şeylerden, aptalca işlerden daha önemli, daha onurlu ve daha
üstün değerlerle ilgilenen, onurlu bir insanın vaktini ve emeğini uygun olmayan
bir işte harcamasını istemedikleri için yumuşak sözlerle karşılık verirler.
(Elmalılı, Hak Dini, V, 3612; Seyyid Kutub, Fî Zılâl, V, 2578)
Üçüncü
olarak o güzel kulların karanlık gecelerde Rableriyle olan kulluk münasebetleri
takdim ediliyor. Ayetteki ifade tarzı, gecenin bir bölümünde insanlar
uykudayken Rahman’ın kullarının hareketlerini tasvir maksadıyla namazdan secde
ve kıyam hareketlerini ön plana çıkarıyor. Onlar, Rablerine secdeler ve
kıyamlar ederek geceliyorlar. Bu insanlar, tatlı ve rahat uykudan daha yararlı,
daha dinlendirici bir şeyle meşgul oluyor, Rablerine yönelmekle, ruhlarını ve
azalarını O’na bağlamakla uğraşıyorlar. Gece evlerine, yataklarına çekildikleri
zaman gidişatları hep böyle oluyor. Yatışları, kalkışları da hep Allah için
oluyor. Gecelerini takvâ, Allah’ın murakabesini ve azametini tefekkür, onun
azabından korkma duygularıyla geçiriyorlar.
Resûlullah
(s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Gece
namazı kılan, hanımını da uyandıran, uyanmadığı takdirde yüzüne su serpip
uyandıran kimseye Allah merhamet etsin. Gece namazı kılan, kocasını uyandıran,
uyanmadığı zaman yüzüne su serpip uyandıran kadına da Allah merhamet etsin!” (Ebû Dâvûd,
Vitr 13)
Hak
âşığı kadınlardan Amre (k.s.), seher vakti gelince kocasının yanına gider ve
şöyle derdi:
“Kalk
artık… Yattığın kâfî… Gece bitti; gündüz geldi. Yücelerin yıldızları yeryüzüne
düşmeye başladı. İyiler kâfilesi yola revân oluyorlar. Sen hâlâ duruyorsun. Bu
hâlinle onlara kavuşman kâbil değil!...” (Velîler Ansiklopedisi, I, 219)
Bu
arada Yüce Hakk’ın övgüsüne nâil olan o mü’minlerin, kıyam ve secde halindeyken
gönüllerinde taşıdıkları derin takvâ duygularından akisler yer almaktadır. Bu
güzel kullar, kendi amellerine değil Allah’ın sonsuz merhametine güveniyorlar.
Onlar Rablerinin huzurunda ayakta dururken, secdeye varırken, Rahman’ın arşını
görürken kalpleri Allah ve cehennem korkusuyla dolarak şöyle diyorlar: “Rabbimiz!
Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı bitip tükenmez, pek
korkunç ve tahammülü zor bir azaptır. Gerçekten cehenem ne kötü bir karargâh ve
ne fenâ bir ikâmet yeridir!” Sanki cehennem herkesin önüne serilmiş, tüm
insanlığın yolunu kesmiş, kollarını uzatmış, ağzını açmış, uzak-yakın herkesi yakalayıp
yutacakmış gibi duruyor. Rahman’ın has kulları da korkuyorlar, ürperiyorlar, bu
azabı kendilerinden uzak tutması, bu azapla karşılaşmaktan, bu azaba uğramaktan
kurtarması için Rablerine yalvarıyorlar. Onlar cehennemi görmemişler ama
cehennemin varlığına inanıyor; Kur’ân-ı Kerîm’in ve Peygamberimiz’in tasvir
ettiği şekliyle cehennemi zihinlerinde canlandırıyor ve onun azabından
âlemlerin merhametli Rabbine sığınıyorlar.
Nitekim
asr-ı saadette yaşanan şu hâdise cehennem korkusunun kalbe tesirini göstermesi
bakımından çok ibretlidir:
Ensâr’dan
bir genç vardı. Kalbini cehennem korkusu sarmıştı. Cehennemden bahsedildiğinde
ağlardı. Nihâyetinde evine kapandı. Bu durum Allah Resûlü’ne haber verildi.
Efendimiz gencin yanına geldi. Genç, Resûlullah (s.a.s.)’e hasretle baktı,
hemen fırladı, Âlemlerin Efendisi’nin boynuna sarıldı ve rûhunu Hakk’a teslîm
ederek yere yığıldı. Fahr-i Kâinat Efendimiz şöyle buyurdu:
“–Kardeşinizi
yıkayıp kefenleyin! Cehennem korkusu onun ciğerini parçalamış. Nefsim kudret
elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah onu ateşten korudu. Kim bir şeyi
isterse onu elde etmenin yollarını arar, kim de bir şeyden korkarsa ondan
kaçar.” (Hâkim,
el-Müstedrek, II, 536/3828; Ali el-Müttakî, III, 708/8526)
O
has kulların diğer mümtaz vasıfları şöyle sıralanıyor:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri