TEFSİR:
Allah
Teâlâ beş şey üzerine yemin ederek peygamberlerin haber verdiği kıyâmetin ve
âhiret azabının mutlaka vuku bulacağını, hiç kimsenin bunu engellemeye güç
yetiremeyeceğini bildirmektedir. Üzerlerine yemin edilen varlıklar şunlardır:
✺ Tûr: Tûrun asıl
mânası dağ demektir. Buradaki Tûr’dan maksat, Hz. Mûsâ’nın peygamberlikle
şereflendiği ve Cenâb-ı Hak ile konuştuğu özel dağın adıdır. Dilimizde Tûr Dağı
olarak meşhur olmuştur.
✺ Kitâb-ı
Mestûr: Uzun zaman muhafaza edilebilmesi için ince derilere özellikle ceylan
derisine yazılmış kitap. Bundan maksat Tevrat, İncil ve Zebûr gibi önceki ilâhî
kitaplar olabileceği gibi, müfessirlerin çoğunluğunun beyânına göre Kur’ân-ı
Kerîm’dir. Bu ifade, henüz inmeye başlamış olan Allah kelamının ilk günden
itibaren büyük bir itina ile yazılıp kayda geçirilmeye başlandığını ve bunun
neticede başı sonu belli bir kitap haline geleceğini haber vermektedir.
✺ Beyt-i
Ma‘mûr: Gelen gideni çok olan, ziyaretçileriyle şenlenen ve bakımlı olan
“Ma‘mûr Ev” demektir. Bundan maksat hac, umre ve diğer ziyaretlerle hiçbir
zaman boş kalmayan; maddeten ve mânen dâimâ imar edilen Beytullâh yâni
Kâbe’dir. Bu evin Kâbe hizasında gökte bulunan bir ev olması da mümkündür.
Nitekim
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Mirâc’da
yedinci kat göğe çıktığımızda Beyt-i Ma‘mûr’u gördüm ve onu Cebrâil’e sordum,
bana şu bilgiyi verdi: «Burası Beyt-i Ma‘mûr’dur. Orada hergün yetmiş bin melek
namaz kılar. Oradan çıkan melek artık bir daha geri dönmez.»” (Buhârî,
Bed’ü’l-halk 6; Müslim, İman 265)
Ayrıca
bu evden maksadın “mü’minin kalbi” olma ihtimali de vardır. Çünkü o iman,
mârifetullah, muhabbetullah, takvâ, tevekkül ve teslimiyetle mâmûr hâle gelir.
✺ Sakf-ı
merfû‘: Yükseltilmiş tavan demektir. Bununla gökyüzü kastedilir. Nitekim bir
âyet-i kerîmede bu husus açıklığa kavuşturulur: “Gökyüzünü korunmuş bir
tavan yaptık.” (Enbiyâ 21/32)
✺ Bahr-i
mescûr: “Bahr” deniz demektir. “Mescûr” ise birden çok mâna ifade eden bir
hususiyete sahiptir. Bu kelimenin “kızdırılmış, alevlendirilmiş, kaynatılmış”
ve “dolgun, taşkın” olmak üzere iki önemli anlamı vardır.
Birincisine
göre, kıyametin son derece dehşeti sebebiyle ısınan ve hararetin şiddetiyle
kızdırılıp alevlenen denizlere yemin edilir. Nitekim: “Denizler ateşlenip
kaynatıldığı zaman” (Tekvîr 81/6) âyeti bu mânaya işaret eder. Görüldüğü
üzere burada bir sobanın veya fırının yakılmasını ifade eden bir fiil
kullanılmıştır ki, okyanusların durumunu anlatmaktadır. Tabanlarında magma
tabakasından ince bir kabukla ayrılmış bulunan okyanuslar, alttan ısıtılan dev
bir kâseye benzetilebilir. Nitekim okyanus tabanlarında sıradağlar şeklinde
uzanan volkanik kayalar denizaltı depremleri ve yanardağ patlamalarıyla meydana
gelmiştir. Denizlerde bu faaliyetler devam etmekte olup 1000 derecenin
üzerindeki sıcaklıklarda magma sızıntılarının suları kaynatması gibi olaylar
sık sık gözlenmektedir. Belki de kıyâmet esnasında okyanusların altındaki,
magma tabakasıyla aralarında bulunan bu ince perde kaldırılacak, büyük bir
hararetle okyanuslardaki sular kaynatılacaktır.
Kelimenin
“dolgun, taşkın, taşmak” mânasına göre ise şu an sularla dolu olan denizlere,
okyanuslara yemin edildiği anlaşılmakta ve bu mâna diğer bir açıdan
okyanusların durumunu tasvir etmektedir. Zira okyanuslarda depolanmış olan su
miktarı karalara taşacak düzeyde olmasına rağmen, önemli miktarda su, hâlen
kutuplarda buzul hâlinde saklandığı için, bugünkü su seviyesi korunmaktadır.
İklimlerdeki değişikliklerin yıllık 4-5 derece civarında bir ısınmaya yol
açması durumunda bu buzulların eriyeceği ve deniz seviyesinin yüz metre kadar
yükselerek karalara taşacağı hesaplanmaktadır. (bk. Kandemir ve arkadaşları,
II, 1799)
İşte
yeminle üzerlerine dikkat çekilen ve her biri ilâhî kudretin büyük bir
tecellisi olan bu varlıklar, kendilerini var eden Allah’ın, âhiretle alakalı
tüm va’dlerini yerine getirmeye elbette güç sahibi olduğunun, dolayısıyla
Allah’ın azabının mutlaka vuku bulacağının ve onu kimsenin engellemeye muktedir
olamayacağının açık delilleridir.
Bu
âyetlerin kalbe ne dehşette tesir ettiğine Hz. Ömer’ın şu hâli güzel bir misaldir:
Bir
gün Hz. Ömer, bir evin önünden geçerken, hâne sahibinin, evin dışından
duyulacak kadar yüksek bir sesle Tûr sûresini okuduğunu işitti. Adam:
“Rabbinin
azabı mutlaka vuku bulacaktır. Onu önleyebilecek hiçbir güç yoktur” (Tûr 52/7-8)
âyet-i kerîmesine gelince, heybetinden dünyanın titrediği Ömer (r.a.)
bineğinden indi, bir müddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu âyetin
îkâzındaki şiddetin tesiriyle evinde bir müddet hasta yattı. (İbn Recep
el-Hanbeli, et-Tahvîf mine’n-nâr, Dımaşk, 1979, s. 30)
Hz. Ömer ve
benzeri kâmil mü’minlerin böyle dehşet verici âyetler karşısında sarsılmaları
normaldir. Çünkü:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri