TEFSİR:
Allah
Teâlâ, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Habîb-i Ekrem’ini husûsî olarak seçmiş
ve ona sonsuz lütûflarda bulunmuştur. Bu ilâhî ihsanların en mühimlerinden biri
de salât ü selâmdır. Bu, ümmetinin Rasûlü’ne olan saygı, muhabbet ve ta’zimini
artıracak ve onunla mü’minler arasındaki kalbî irtibatı sürekli canlı
tutacaktır.
Salât;
istiğfâr, mağfiret, dua, bereket, övgü, tebrîk, ta’zîm, namaz ve ibâdet gibi
mânalara gelir. İslâm âlimleri bu kelimeye, salât edene göre farklı mânalar
vermişlerdir:
›
Allah’ın bir kula salât etmesi; ona rahmet etmesi, şân ve şerefini
yüceltip tezkiye etmesi, başarıya ulaştırıp koruması ve sevap vermesidir.
›
Meleklerin salât etmesi; onun için bağışlanma talebinde
bulunmaları, kadr ü kıymetini anıp yüce mertebelere erişmesi için Allah’a dua
etmeleridir.
›
Mü’minlerin salâtı ise hayır dua etmeleri, her hususta Resûlullah
(s.a.s.)’e tâbî olup sünnetlerini aynen tatbik etmeleri ve ondan şefâat
istemeleridir.
Hâsılı,
Resûl-i Ekrem Efendimiz’e salât getirmenin mânası, onun ta’zim edilmesidir.
“Rabbimiz! Sevgili Peygamberimiz’in şânını yücelt” demektir. Efendimiz’in
dünyada şânının yüceltilmesi, dîninin dünyanın her bir yanına yayılıp diğer
dinlere üstün getirilmesi ve şeriatının devam ettirilmesiyle olur. Âhirette ise
mükâfatının artırılması, ümmetine şefâata izin verilmesi, Makâm-ı Mahmûd’a
ulaştırılarak faziletinin ebedîleştirilmesi şeklinde tahakkuk eder.
Âyette
geçen “selâm” kelimesi; selâmet, esenlik, huzûr, emniyet anlamlarını ihtivâ
eder. Selâmın ayrıca teslim olma, itâat etme ve sulh içerisinde bulunma
mânaları da bulunmaktadır.
Bu
durumda biz Efendimiz’e salât ü selâm getirirken Cenâb-ı Hakk’a şöyle dua etmiş
oluruz:
“Yâ
Rabbî! Resûl-i Ekrem’inin nâmını, şânını hem dünya hem de âhirette yüce kıl.
Onun getirdiği İslâm dînini bütün cihâna yay ve bu dini dünya durdukça yaşat.
Ona âhirette ümmetine şefaat etme hakkı ver ve kendisine sayısız sevaplar ihsan
eyle! Ona selâmet, huzur ve emniyet bahşeyle! Bize de onun sünnet-i seniyyesine
tam bir teslimiyet ve alçakgönüllülükle teslim olmayı nasip eyle!”
En
uygun ve makbul davranış, Peygamberimizin her ismi geçtikçe ve her
hatırlandıkça salât ü selâm getirmektir. Efendimiz’e salât ü selâm getirmeye
bizi teşvik eden pek çok sebep vardır:
› Her şeyden
önce Rabbimiz, bizzat kendisi salât ederek onu rahmet, rızâ ve hoşnutluğu ile
yüceltmiş ve bize de böyle yapmamızı emretmiştir.
Allah
Resûlü’ne selâm verdiğimiz yerlerden birisi de namazda okuduğumuz tahiyyattır.
Her gün namaz kılarken tahiyyatta Resûlullah’ı bizzat karşımızdaymış gibi
tahayyül ederek ona اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا
النَّبِيُّ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ (esselâmü aleyke
eyyühen Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtüh) “Ey Peygamber! Selâm, Allah’ın
rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun” dememizi istemiştir. Hâlid-i Bağdâdî
hazretleri bu hususta şu açıklamayı yapar:
“Namazda
her bir rüknü edâ ederken kalbinde Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’i, onun mükerrem
şahsiyetini hazır bulundur ve اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ
اَيُّهَا النَّبِيُّ (esselâmü aleyke eyyühen Nebiyyü) de! Böyle
yaparsan selâmın ona ulaşır o da sana daha üstünü ile mukâbelede bulunur.”
› Bütün
melekler Peygamberimiz’e dua ve istiğfâr ederek saygılarını sunarken salât
getiren kul da, bizzat Allah Teâlâ ve meleklerin yapmış olduğu bir fiile
iştirak etmektedir. Allah’ın kendi zâtına izâfe ettiği bir fiile iştirak ediyor
olmak dahi salavât-ı şerîfe getirmenin ehemmiyetine âit kâfî bir delil
sayılabilir.
› Bizi
karanlıktan aydınlığa çıkarmasına ve hidâyeti göstermesine karşılık, her ne
kadar ona olan borcumuzu tam olarak ödememiz mümkün olmasa da, Efendimiz’e olan
minnet ve şükrân hislerimizin bir ifadesidir.
› Salât ü selâm
getirmek, Resûlullah (s.a.s.)’in rûhâniyetiyle irtibat kurmayı ve onun
nûrundan istifade etmeyi temin eder. Kulun bu salavâtlardan elde edeceği
mükâfât ise ihlâsı ve Allah Resûlü’ne olan muhabbeti derecesindedir.
›
Salât ü selâm, Fahr-i Kâinat Efendimiz’e mânen yakınlaştıran,
böylece Allah’ın rızâsını elde eden kulun mertebesini yükselten müessir
vâsıtalardan biridir.
Efendimiz’in
rûhâniyetine yaklaşmak ve onunla beraber olabilmek dünya ve âhirette elde
edilebilecek en büyük saadet ve bahtiyarlıktır. Bu bahtiyarlığa erişebilmenin
yolu Peygamberimiz’in muhabbet ve rızâsını kazandıracak davranışları
sergilemektir. Bunun anahtarı ise ona bolca salât ü selâm getirmektir. Nitekim
Fahr-i Kâinat Efendimiz, salât ve selâmların kıyâmet gününde kendisine yakınlık
vesîlesi olduğunu şöyle ifade etmiştir:
“Kıyâmet
gününde insanların bana en yakın olanı, bana en çok salât ü selâm getirendir.” (Tirmizî,
Vitir 21)
› Salât ve
selâm, müminler için her konuda numûne-i imtisâl olan Resûlullah Efendimiz’in
kalbî, hissî ve fikrî bakımdan bizimle beraber olmasına, onun mânevî
dünyasından bizim gönül âlemimize feyiz ve bereketin akmasına vesîledir.
Dolayısıyla
ilâhî feyz ve bereketi kalbe nakşedebilmek, Resûlullah (s.a.s.)’in rûhâniyetinden
hisseler alabilmek ve onunla râbıtayı güçlendirmek için bütün zaman
ve mekânlarda, husûsiyle seher vakitlerinde salavât-ı şerîfe
getirmenin pek büyük bir ehemmiyeti vardır.
› Salât ü selâm
okuyan kimse, Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini diğer sevgilere tercih
ettiğinden, kötü huylardan kurtulur ve onun ahlâkıyla ahlâklanır. Nebiyy-i
Ekrem’e olan muhabbeti arttığı gibi, Efendimiz’in de o kimseye teveccühü
katlanarak artar.
Resûlullah
Efendimiz’e getirilen salavât, mü’mini Allah’ın rahmet ve bereketine nâil eder.
Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Kim
bana bir defa salât getirirse, Allah o kimseye on defâ salât eder, on
hatâsı silinir ve on derece yükseltilir.” (Nesâî,
Sehv 55)
Salât
getirmenin diğer bir faydası da dua ve yakarışların arş-ı a‘lâya yükselmesine
vesîle olmasıdır. Bu sebeple namazdan sonra veya diğer zamanlarda Allah’a dua
edecek kimse, اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
وَ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلَي سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰي اٰلِه۪ وَ
صَحْبِه۪ اَجْمَع۪ينَ (elhamdü lillâhi Rabbil âlemîn vessalâtü
vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn) veya buna benzer
bir hamdele ve salvele ile başlamalıdır. Nitekim bir defasında Resûl-i Ekrem
Efendimiz sahâbîlerden birinin Allah’a hamd ve Resûlü’ne salât getirerek duaya
başladığını gördüğünde, onu takdir ederek; “Ey namaz kılan zât! Dua et,
Duana hamdele ve salvele ile başladığın müddetçe duan kabul olunur”
buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât 65)
Ömer
b. Hattâb (r.a.) şöyle demiştir; “Yaptığın dua
yerle gök arasında durur. Peygamberine salât getirmedikçe hiçbir duan Allah
katına yükselmez.” (Tirmizî, Vitr 21)
Ebubekir
(r.a.) salavât-ı şerîfenin fazileti ile
alâkalı olarak şöyle demiştir:
“Resûlullah’a salavât getirmek günahları, suyun ateşi söndürmesinden daha
çabuk yok eder. Ona selâm göndermek pek çok
köle âzâd etmekten daha faziletlidir. Onu sevmek ise riyâzet ve mücâhededen,
Allah yolunda kılıç sallamaktan daha üstündür.” (Bağdadî, Târih, VII,
161)
Salavât-ı şerîfeye devam etmek insanın mânevî
dünyasına âhenk kazandırır, tefekkürünü lüzumsuz şeylerden arındırır. Nitekim
salavât getirmenin unutulan bir şeyin kolayca hatırlanmasına yardımcı
olduğu müşâhede edilmiştir. Özellikle Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen kimseler bunu
birçok defa tecrübe etmişlerdir. Aşk ve muhabbet, iki kalb arasında kurulan
mânevî bir bağdır. Bu bağın tezâhürü ise sevenin, sevdiğini hiçbir zaman
gönlünden ve dilinden düşürmemesidir. Sevgiliyi hatırlatan her söz, zaman ve
mekan kaydı olmaksızın sevenin gönlünü ürpertir, ona olan iştiyâkı canlı tutar.
Dolayısıyla mü’minler de salât ü selâm getirmek sûretiyle Efendimiz’in ruhâniyetini
kendileri ile birlikte hissedecekler ve Efendimizin güzel ahlâkından nasip
alacaklardır. Ama ne yazık ki, bu manevî sofradan nasibi olmayanlar, hatta buna
ihanet edip düşmanlığa yeltenen bedbahtlar da vardır. Bu gibiler hakkında
buyruluyor ki:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri