Tevbe
sûresi Medine’de hicretin 9. senesinde nâzil olmuştur. 129 âyettir. En son inen
sûrelerden biridir. Mushaf tertîbine göre 9, nüzûl sırasına göre 113. sûredir.
Meşhur isimleri “Tevbe” ve “Berâe”dir. “Tevbe”, tevbeyi konu alan 102-118.
âyetlerinden alınmıştır. “Berâe” ise “beri olmak, ilişiği kesmek, ihtâr, ültimatom”
mânalarına gelir. Sûrenin ilk kelimesinden alınmıştır. Sûre bunlar dışında
çeşitli isimlerle de anılmaktadır:
Öyle
ki, Huzeyfe (r.a.) bu sûre hakkında: “Sizler bu sûreye Tevbe sûresi adını
veriyorsunuz. Allah’a yemin olsun ki bu sûre, hiç kimseyi dışarıda
bırakmaksızın hepsini sarsmış ve sorgulamıştır” demiştir. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb,
XV, 172)
Nuzül
Mushaftaki sıralamada dokuzuncu, iniş sırasına göre yüz on üçüncü sûredir. Mâide sûresinden sonra, Nasr sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Müfessirler arasındaki hâkim kanaate göre son iki âyeti Mekke’de inmiştir. 113. âyetinin de Mekke’de indiğine dair bir rivayet bulunmaktadır. Hicretin 9. yılında nâzil olmaya başlayan bu sûrenin Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu yönünde bir rivayet de vardır (Şevkânî, II, 378; Elmalılı, IV, 2441). İçeriği ve konusuna ilişkin tarihî bilgiler, sûrenin hemen tamamının Tebük Seferi’nden az bir zaman önce başlayıp sefer süresince ve seferden hemen sonraki günlerde, en büyük kısmıyla da Medine’den Tebük’e yapılan uzun yürüyüş sırasında vahyedildiğini göstermektedir (bk. Esed, I, 343). Aşağıda açıklanacağı üzere sûrenin baş kısmı Tebük Seferi’ni takiben yani kronolojik sıra itibariyle diğer kısımlarından sonra inmiştir. Hz. Peygamber Tebük Seferi’nden döndükten sonra Hz. Ebû Bekir’i hac emîri olarak görevlendirmişti. Ebû Bekir beraberindeki müslümanlarla hareket ettikten sonra bu sûrenin baş kısmı nâzil oldu. Bunun üzerine Resûlullah sûredeki buyrukları hac esnasında insanlara tebliğ etmesi için Hz. Ali’ye görev verdi. Hz. Ali hac kafilesine yolda yetişti. Hz. Ebû Bekir ona âmir sıfatıyla mı yoksa memur sıfatıyla mı geldiğini sordu. O sadece sûreyi hac sırasında insanlara tebliğ etmekle memur olduğunu söyledi. Birlikte Mekke’ye gittiler. Hz. Ali kurban bayramının birinci günü Cemre-i Akabe yanında insanlara hitap etti, kendisinin Hz. Peygamber’in elçisi olduğunu bildirip sûreden otuz veya kırk (Mücâhid’den yapılan rivayete göre on üç) âyet okudu ve şu dört hususu özellikle tebliğ etmekle görevli olduğunu söyledi: Bu yıldan sonra Kâbe’ye müşrik yaklaşmayacak, kimse Kâbe’yi çıplak tavaf etmeyecek, mümin olmayan cennete giremeyecek, verilen söz mutlaka tutulacaktır (Zemahşerî, II, 138; Râzî, XV, 218).
Konusu
Aslında
sûrenin isimleri, onun hangi mevzulardan bahsettiğini de ifade etmektedir. Bu
bakımdan sûrenin en önemli konuları, sûrenin nüzûl tarihi itibariyle
müşriklerle ve Ehl-i kitapla münâsebetler ve bunlara tatbik edilecek hükümler;
Bizans ordusuna karşı çıkılan Tebük seferi öncesinde, sefer sırasında ve
sonrasında yaşanan dikkat çekici hâdiseler; bu süreçte müslümanların ve münafıkların
halet-i rûhiyelerini ortaya koymaktır. Sûre ayrıca müşriklerden daha tehlikeli
olan münafıklardan, onların İslâm birliğini parçalamak için yaptıkları Mescid-i
Dırar’dan bahseder. Sûrenin sonunda ise müminlerin sahip olmaları gereken bazı
vasıflar, cihada teşvik, peygamber göndermenin insanlık açısından ehemmiyeti
gibi mevzulara temas edilir.
Tevbe
sûresi, başında besmele yazılı olmayan tek sûredir. Bunun birinci sebebi, Allah
Resûlü (s.a.s.)’in böyle yapmış olmasıdır. İkinci sebebi şudur: Besmele
emândır. Bu sûre ise kılıçla ve ahdi bozanlara karşı bir ültimatomla
başlamaktadır. Dolayısıyla iki zıt şeyin bir arada bulunması uygun
görülmemiştir. Ayrıca müslümanların burada besmelenin yazılamayacağında ittifak
etmeleri, sahâbe ve tabiin dönemlerinde herhangi bir ictihatla buraya besmele
yazılmasına karar vermemeleri, Kur’ân
metninin Peygamberimiz’den itibaren en ufak bir değişikliğe mâruz kalmadığının
açık delillerinden biridir.
Fazileti
Diğer sûrelerden farklı olarak bu sûrenin başında “besmele”nin olmaması şu iki sebeple açıklanmaktadır: a) Bu sûrenin, aralarındaki anlam ve içerik yakınlığı itibariyle Enfâl sûresinin devamı olma ihtimali. Hz. Peygamber’den bu sûrenin Enfâl veya başka bir sûrenin parçası olduğuna dair bir açıklama nakledilmiş olmadığı için bu ihtimal zayıf bulunmuştur. Bu görüş şu açıdan da eleştirilmiştir: Eğer sebep bu olsaydı sadece Enfâl sûresinden bu sûreye geçerken besmele okunmaması gerekirdi, oysa bu sûreye başlarken de besmele okunmaz (Elmalılı, IV, 2442-2443). b) Sûrenin müşriklere ağır bir ihtarla ve –âyetin tefsiri sırasında açıklanacak sebeplere binaen– onlarla yapılmış antlaşmanın bozulup savaş ilân edilmesi tâlimatıyla başlaması. Bu izaha göre, besmele güven ve rahmetin ifadesi olduğundan iki zıt ifadenin birlikte okunması uygun görülmemiştir. Başka bazı sûrelerin de savaş buyruğu içerdiği (Derveze, XII, 66) veya “yazıklar olsun” gibi ifadelerle başladığı (Âlûsî, X, 61) gerekçesiyle bu izah eleştirilmişse de, başka bir sûrenin başında böyle şiddetli bir uyarı ve ahdi bozma ifadesi yer almamaktadır. Bu konudaki izah farklılıkları bir yana, İslâm âlimleri bu sûrenin başında besmelenin yazılmaması ve okunmaması gerektiği hususunda fikir birliği içindedirler. Bunun herkesçe kabul edilen ortak sebebi Resûlullah’ın bu sûrenin başında besmeleyi yazdırmamış olmasıdır. Bu durum, Kur’an’ın hiçbir değişikliğe uğratılmaksızın, aynen Hz. Peygamber’den öğrenildiği biçimde sonraki nesillere aktarılması konusunda sahâbenin büyük bir titizlik gösterdiğini ve bu ulvî emanetin nesiller boyu özenle korunduğunu açıkça ortaya koyan kanıtlardan biri sayılmalıdır (Râzî, XV, 216; Mevdûdî, II, 179). Şu hususa da işaret edilmelidir ki, Tevbe sûresinde besmele çekilmemesi bu sûrenin başıyla ilgilidir. Şayet Kur’an okumaya bu sûrenin başından başlanacaksa sadece “eûzü” çekilir; daha sonraki bir âyetinden başlanacaksa eûzü ile birlikte besmele de okunur. Enfâl sûresinden Tevbe sûresine geçilirken ise eûzübesmele okumaksızın kıraate devam edilir.
81: Sefere katılmayıp geride kalanlar, Allah Rasûlü’ne muhalefet ederek evlerinde oturup rahatlarına bakmakla pek sevindiler. Mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihâd etmekten hiç hoşlanmayıp, yandaşlarına da: “Bu sıcakta sefere çıkmayın” tavsiyesinde bulundular. De ki: “Cehennem ateşi çok daha sıcaktır!” Keşke gerçeği anlayabilselerdi.
82: Artık onlar, kazandıkları günahlar yüzünden az gülsünler, çok ağlasınlar!
TEFSİR:
Allah
Resûlü (s.a.s.)’e aykırı davranmak ve onun karşısında yer almak büyük bir
günah, böyle bir cürümde bulunduğuna sevinmek daha büyük bir günah, bunlar
yetmiyormuş gibi sıcaklık bahanesiyle başkalarını da seferden vazgeçirmeye çalışmak
ayrı bir günahtır. Böyle üst üste zifiri karanlıklar gibi günaha batmış
olanlara düşen sevinmek değil; az gülüp çok ağlamaktır. Çünkü bu gidişin sonu,
kesinlikle pişmanlık, azap ve hüsran olacaktır.
Müslümana
yakışan da az gülmek çok ağlamaktır. Zira Allah Resûlü (s.a.s.)’in hüzünlü hali
sevinç halinden daha çok olurdu. Kahkahayla asla gülmez, gerektiğinde sadece
tebessüm ederdi. Ashâb-ı kirâm da gülerdi. Ancak çokça gülmek ve insanı menfi
yönde etkileyecek şekilde sık sık gülmeye devam etmek yasaklanmıştır. Hatta
hadis-i şerifte “çokça gülmenin kalbi öldürdüğü” beyân edilmiştir. (Tirmizî,
Zühd 2; İbn Mâce, Zühd 19)
Peygamber
Efendimiz (s.a.s.) gülmek ve ağlamakla alakalı olarak şöyle buyurur: “Allah’a
yemin ederim ki, eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz şüphesiz az güler çok
ağlardınız. Yollara dökülüp yüce Allah’a yüksek sesle feryad ile dua
ederdiniz.” (Tirmizî, Zühd 9; İbn Mâce, Zühd 19) Bu hadisi rivayet eden Ebu
Zer (r.a.): “Keşke koparılan bir ot olsaydım, diye temenni ederim” der. (Ahmed
b. Hanbel, Müsned, V, 173)
Allah
korkusundan, azabının dehşetinden ve çetin cezasından dolayı ağlayabilmek
güzel bir haslettir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ağlayın,
ağlayamayacak olsanız dahi ağlar gibi yapın.” (İbn Mâce, Zühd 19)
Mü’min,
hiçbir zaman cehennem azabının şiddetini aklından çıkarmamalı, ondan Allah’a
sığınmalıdır. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.s.):
“- Sizin yaktığınız ateşin sıcaklığı, cehennem ateşinin
sıcaklığının yetmişte biri kadardır” buyurunca ashâb-ı kirâm:
“-
Ey Allah’ın Resûlü! Dünya ateşi bile insanı cezalandırmaya yeter” dediler. Resûlullah
Efendimiz şöyle buyurdu:
“- Cehennem ateşi dünya ateşinden altmış dokuz derece daha can
yakıcı kılındı; onların her bir derecesi dünya ateşi kadar şiddetlidir” (Buhârî,
Bed’u’l-halk 10; Müslim, Cennet 30)
Nebiyy-i
Ekrem (s.a.s.), cehenem azabının şiddetinden söz ettiği bir başka hadisinde de
şöyle buyurur:
“Şüphesiz kıyâmet gününde cehennemliklerin azabı en hafif olanı,
ayaklarının altına iki kor konulup da bu sebeple beyni kaynayan kişidir.” (Buhârî,
Rikâk 51; Müslim, İman 362-364)
Dünya zevklerini ebedî âhiret nimetlerine tercih
edip Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelen münafıklara dünyada uygulnacak bazı
cezaları bildirmek üzere şöyle buyruluyor:
Artık onlar, kazandıkları günahlar yüzünden az gülsünler, çok ağlasınlar!
2.
Diyanet Vakfı Meali
Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!
3.
Diyanet İşleri (Eski) Meali
Yaptıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar.
4.
Diyanet İşleri (Yeni) Meali
Artık kazandıklarının karşılığı olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar.
5.
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Kazandıkları günahın cezası olarak, artık az gülsünler, çok ağlasınlar.
6.
Elmalılı Meali (Orjinal) Meali
Artık kazandıkları günahın cezası olarak az gülsünler çok ağlasınlar
7.
Hasan Basri Çantay Meali
Artık irtikâb etmekde oldukları (günâhın) cezası olmak üzere az gülsünler, çok ağlasınlar onlar.
8.
Hayrat Neşriyat Meali
Artık kazanmakta oldukları (günahları)na bir cezâ olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!
9.
Ali Fikri Yavuz Meali
Artık kazandıklarının cezası olarak az gülsünler ve çok ağlasınlar.
10.
Ömer Nasuhi Bilmen Meali
Artık onlar kazanmış oldukları şeyin cezası olmak üzere pek az gülsünler ve pek ziyâde ağlasınlar.
11.
Ümit Şimşek Meali
Şimdi biraz gülsünler; sonra çok ağlarlar. Bu da onların kendi işlediklerine bir cezadır.
12.
Yusuf Ali (English) Meali
Let them laugh a little: much will they weep: a recompense for the (evil) that they do.
Sadece meal okumak ile Kur'ân-ı Kerim'in bir çok âyetinin tam mânâsı ile anlaşılması mümkün olmayabilir. Ayetlerin izahı için mutlaka bir tefsire başvurulması gerekir. Tevbe Sûresi 82. ayetinin tefsiri için tıklayınız
*
Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için sitemize eklenmiştir.
Saff Sûresi 1. Ayet: "Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam ola ...