Yunus Sûresi 61. Ayet Tefsiri


61 / 109


Yunus Sûresi Hakkında

Yûnus sûresi Mekke’de inmiştir. 109 âyettir. İsmini, 98. âyette zikri geçen Yûnus (a.s.)’dan almıştır. Mushaf tertibine göre 10, nüzûl sırasına göre 51. sûredir.

Yunus Sûresi Konusu

 Sûre ağırlıklı olarak itikâdî mevzuları ele alır. Kâinattaki kudret ve azamet tecellilerine ibret nazarıyla bakarak tek olan Allah’ı tanımanın, O’na inanıp kulluk etmenin, şirki ve putperestliği terk etmenin ehemmiyetini; bu sebeple ilâhî tâlimatları insanlığa ulaştırmakla vazifeli olan Peygamberlerin davetine kulak vermenin lüzûmunu beyân eder. Peygamber’in davetine icâbet edenlerle etmeyenlerin âhirette karşılaşacakları iyi veya kötü âkıbeti haber verir. Hâsılı sûre tevhid, nübüvvet ve âhiret ekseninde döner durur. Hz. Nûh, Hz. Mûsâ-Hz. Hârûn ve Hz. Yûnus kıssalarına kısaca temasla da vereceği mesajları misâllendirerek pekiştirir.

Yunus Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada onuncu, iniş sırasına göre elli birinci sûredir. İsrâ sûresinden sonra, Hûd’dan önce Mekke’de, büyük bir ihtimalle hicretten iki yıl önce nâzil olmuştur. 40. âyetle 94-96. âyetlerin Medine’de nüzûlüne dair rivayetler de vardır.

وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ﴿٦١﴾
Karşılaştır 61: Rasûlüm! Ne durumda olursan ol, Kur’an’dan ne okursan oku, ey insanlar siz de her ne iş yaparsanız yapın, o işe dalıp gittiğiniz zaman mutlaka biz üzerinizde şâhidiz. Ne yerde ne gökte zerre miktarı bir şey bile Rabbinden gizli kalabilir. Bundan küçük olsun, büyük olsun ne varsa hepsi istisnâsız apaçık bir kitapta kayıtlıdır.

TEFSİR:

Bu âyet-i kerîme hem hususi olarak Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’e hem de umûmî olarak mü’min veya kâfir bütün insanlara hitap eder. Allah Teâlâ, Peygamber (s.a.s.)’in olduğu gibi, diğer insanların da yaptıkları iyi veya kötü her işten haberdardır. O işe daldıkları zaman üzerlerinde şâhit olan Cenâb-ı Hak’tır. Dolayısıyla âyet, bir yandan Peygamberimiz (s.a.s.) ve mü’minlere, yaptıkları hayırlı amellerin Allah tarafından bilindiğini, dolayısıyla zayi olmayacağını hatırlatarak onlara büyük bir güven, emniyet ve ümit hissi aşılamakta; bir yandan da fütursuzca inkâr, isyan ve günahlara dalanları ikaz etmektedir.  Çünkü göklerde ve yerde zerre miktarı, atom miktarı, elektron ve proton miktarı en küçük bir şeyin bile O’ndan gizli kalması mümkün değildir. İster zerreden küçük ister büyük olsun hepsi apaçık bir kitapta, Levh-i Mahfûz’da kayıtlıdır.

Bu ayet aynı zamanda murâkabe metoduna işaret ederek o hâli muhafazaya teşvik buyurur. Zira, Allah Teâlâ’nın her an kendisinden haberdar olduğunu kesinlikle bilen bir insan, O’na karşı gelmekten bütün gücüyle sakınır ve vakitlerini en verimli şekilde doldurmaya dikkat eder.

Anlatılan şu nükteler, murâkabe hâlini devam ettirmenin ehemmiyetine dikkat çekmektedir:

Ömer Bennânî der ki: “Bir mezarlıkta sağ elinde beyaz sol elinde ise siyah çakıl taşları olan bir rahibe rastladım. «Burada ne yapıyorsun böyle?» diye sordum. Şöyle cevap verdi: «Kalbimi kaybettiğim zaman mezarlıklara gidip oralarda yatanlardan ibret almaya çalışırım» Bu cevap üzerine: «Peki avucundaki çakıl taşları da ne?» deyince rahip: «Şu beyaz taşlar var ya, güzel bir amel yaptığım zaman onlardan birisini siyah taşların yanına koyarım. Kötü bir amel yapınca da siyah olanlardan bir tane alıp beyazların içine koyarım. Gece olunca bakarım, şayet güzel davranışlarım kötü davranışlarımdan fazla ise iftar edip virdime başlarım. Yok kötü amellerim güzel amellerimden fazla ise o gece hiç yemek yemem ve hiçbir şey içmem. İşte durumum bundan ibaret. Haydi sağlıcakla kal» diye cevap verdi.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 78)

Kalbin öldüğünün alâmetlerinden birisi, boşa giden vakitlere, kaçırılan murâkabelere üzülmemek ve yapılan kusurlu amellerden dolayı pişman olmamaktır. Çünkü kalbin diri oluşu, hissetmeyi gerektirir. Bunun aksi ise ölülerin özelliğidir. Bütün masiyetler gaflet ve unutmadan kaynaklanır. Onun içindir ki Hakk’ı zikreden, O’nu hatırından çıkarmayan kişi günaha cüret etmeyeceği için hem dünyada hem de âhirette kurtuluşa erer. İşte bunlar Allah dostlarıdır ki, Yüce Rabbimiz onları şöyle övmektedir:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/insanliga-son-cagri-197603-m.jpg
İnsanlığa Son Çağrı

Hakîkaten Hazret-i Âdem’le başlayan ve Âhir Zaman Nebîsi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de kemâle eren İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’le vâsıl oldu ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/ibrahim-suresinin-44-ayeti-ne-anlatiyor-197579-m.jpg
İbrahim Suresinin 44. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يب ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/allahin-ismini-zikrettigi-sahabi-197577-m.jpg
Allah’ın İsmini Zikrettiği Sahabi

Kur’ân hizmetine koşan bu Kur’ân âşıkları, Rabbimiz’in rızâsına ve hatıra gelmeyecek ilâhî lûtuflara nâil olmuşlardır. Bu ilâhî lûtuf manzaralarından ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/ibrahim-suresinin-41-ayeti-ne-anlatiyor-197566-m.jpg
İbrahim Suresinin 41. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ “Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/kuran-i-kerimi-anlamak-neden-onemlidir-197561-m.jpg
Kur’an-ı Kerim’i Anlamak Neden Önemlidir?

Âyet-i kerîmede buyrulur: “Andolsun ki Biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’ân’da insanlara her türlü misâli verdik.” (ez-Zümer, 27) Yine Cenâb-ı Hak âye ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/ibrahim-suresinin-31-ayeti-ne-anlatiyor-197546-m.jpg
İbrahim Suresinin 31. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْل ...