Nahl sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 128 âyettir. İsmini 68. âyetinde geçen ve “bal arısı” mânasına gelen اَلنَّحْلُ (Nahl) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 16, nüzûl sırasına göre 70. sûredir.
Nahl sûresi, peygamberlere gönderilen vahyin esas hedefinin tevhîd inancı yani “Allah’tan başka ilâh yoktur. Yalnızca O’na kulluk edilmeli ve sadece O’ndan korkulmalıdır” anlayışı olduğunu vurgulayarak başlar ve ağırlıklı olarak tevhidin delilleri üzerinde durur. Bununla beraber sûrede kâfirlerin bir kısım itirazlarına cevaplar verilir, iddiaları çürütülür ve şüpheleri ortadan kaldırılır. Resûlullah (s.a.s.)’in getirdiği dinin insan hayatında yapmayı hedeflediği değişim ve dönüşümler açıkça ortaya konur. Bu bağlamda adâlet, ihsan, sözünde durma, yemin ve anlaşmalara riâyet, haramlar-helâller ve tevbe gibi ahlâk ve muâmelâtla ilgili esaslar belirlenir. Yeri geldikçe öldükten sonra dirilme, hesap verme, cennet ve cehennem konularına temas edilir. Son olarak Peygamberimiz ve ona tâbi olanlara, kâfirlerin düşmanlık ve işkencelerine karşı nasıl bir tavır takınmaları gerektiği; zaman, mekan ve muhatabın durumunu dikkate alarak İslâm’ı nasıl tebliğ etmeleri lâzım geldiği hatırlatılır.
Mushaftaki sıralamada on altıncı, iniş sırasına göre yetmişinci sûredir. Kehf sûresinden sonra, Nûh sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sondan üç âyetin Medine’de indiği yolunda rivayetler vardır. Hicretten bahseden 41. âyet ve sonrasının Medine’de indiği yolundaki görüş zayıf bulunmaktadır (41. âyetin tefsirine bk.).
Bir kısım Arap kabileleri meleklerin Allah’ın kızları olduğunu söylerdi. Kur’ân-ı Kerîm, zaman zaman onların bu yanlış düşüncelerine temas eder ve böyle bir şeyin asla mümkün olamayacağını, Allah Teâlâ’nın bu tür noksanlıklardan sonsuz derecede temiz ve yüce olduğunu beyân eder. (bk. Saffât 37/149-153; Zuhruf 43/19)
Diğer taraftan cahiliye Arapları kız çocukla erkek çocuk arasında ayırıp yaparlardı. Erkek çocukları beğenip onları kendi öz evlatları sayarlarken, kız çocuklarından hoşlanmaz, onları kötü görür ve başlarından atarcasına onları Allah’a nispet ederlerdi. Erkek çocukları olduğu zaman sevinir, göğüslerini gere gere dolaşır; kız çocukları doğduğu zaman ise nereye kaçıp gizleneceklerini bilemez, üzülür, öfkelenir, yüzleri simsiyah kesilir ve ne yapacaklarını şaşırırlardı. Böyle alçaltıcı bir duruma katlanmakla, o kız çocuğunu toprağa gömmek arasında kararsız kalır, bocalayıp dururlardı. (bk. İsrâ 17/31; Tekvîr 81/8-9)
Onların kız çocuğu istememelerinin iki mühim sebebi vardı:
› Maişet darlığı, geçim sıkıntısı,
› Namus meselesi. Çünkü Araplar arasında ardı arkası kesilmeyen savaşlar olur, savaşlarda kadınlar kızlar esir alınır, cariye olarak alınıp satılırlardı. Bu durum, namusuna çok düşkün olan bir Arap için son derece onur kırıcıydı.
İslâm, bu cahiliye âdetini kaldırıp erkekle kız çocuğu eşit seviyede tutmuş, hatta kız çocuklarının yetiştirilmesine ayrı bir önem vermiştir. Hz. Aişe şöyle anlatıyor:
“Beraberinde iki kız çocuğu bulunan bir kadın yanıma geldi. Benden bir şeyler istedi. Yanımda bir tek hurmadan başka bir şey yoktu. Ona bu hurmayı verdim. O kadın da hurmayı alarak iki kız çocuğu arasında paylaştırdı, kendisi de ondan hiçbir şey yemedi. Sonra kızları ile birlikte çıkıp gitti. Resûl-i Ekrem (s.a.s.) yanıma girince ona kadının durumunu anlattım. Efendimiz şöyle buyurdu: «Her kim bir ve daha fazla kız çocuğuyla imtihan olunur da onlara iyilikte bulunursa o kız çocukları onun için cehennem ateşine karşı bir perde teşkil eder.»” (Buhârî, Edeb 18; Müslim, Birr 147)
Hadis-i şerifte kız çocuklarının bir imtihan vesilesi olduğuna işaret edilmekte; onlara karşı sabırla hareket edip iyilikte bulunmanın ve güzel davranmanın, ateşten koruyucu bir kalkan olduğu haber verilmektedir.
Resûlullah (s.a.s.): “Her kim büluğ çağına erişinceye kadar iki kız çocuğuna bakacak olursa kıyamet gününde benimle şu halde olur” buyurarak parmaklarını birbirine bitiştirmiştir. (Müslim, Birr 148)
İşte İslâm, bunun gibi olumlu ve yapıcı telkinlerle kız çocuklarıyla ilgili cahiliye toplumunda oluşan yanlış düşünce ve adetleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Ama yine de bâtıl inançlarında inatla devam edenler vardır. Asıl sebep âhirete imanın olmayışıdır:
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ “Ve yüzünü hak dine çevir, sakın müşrikler ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ Asla Allah’ın âyetlerini yalan ...
Ayet-i kerimede buyrulur: فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْم ...
Ayet-i kerimede buyrulur: اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir ...
Ayet-i kerimede buyrulur: يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْ ...