Bakara Sûresi 6. Ayet Tefsiri


6 / 286


Bakara Sûresi Hakkında

Bakara sûresi 286 ayettir. Medine’de on senelik bir müddet içinde peyderpey nâzil olmuştur. Mushaf tertîbine göre 2, nüzûl sırasına göre 87. sûredir. İsmini, 67 ile 71. âyetler arasında bahsedilen, İsrâiloğulları’nın sığır kurban etmeleri kıssasından almıştır. Sûreye, içinde Âyetü’l-Kürsî bulunduğundan اَلْكُرْسِيُّ (Kürsî), Kur’ân’ın zirvesi olduğu için سَنَامُ الْقُرْاٰنِ (Senâmu’l-Kur’ân), hidâyet nûrunun parlaklığı sebebiyle de اَلزَّهْرٰي (Zehrâ) ismi verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun sûresidir. Bu hâliyle sûre, Kur’ân’ın geniş bir özeti mâhiyetindedir.

Resûlullah (s.a.s.):

“Bu sûre, neredeyse dînin tamamını ihtivâ eder” buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân 2/2876

Bakara Sûresi Konusu

Sûrede bahsedilen temel konulardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

  Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen hak bir kitap olduğu,

  Tevhîd, nübüvvet ve âhiret gibi îman esaslarının delillerle beyân edilmesi,

  Mü’min, kâfir ve münafıkların vasıfları,

  Hz. Âdem’in diğer yaratıklar arasındaki konumunun belirlenmesi, şeytanla imtihanı ve cennetten indirilmesi,

  İsrâiloğulları’nın tarih içindeki durumları, Kur’an’a ve Peygamberimize karşı tavırları, hidâyete davet edilmeleri, yanlış itikad ve davranışlarının tashihi,

  Ka’be’nin inşâsı ve kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a çevrilmesi,

  Müslüman şahsiyetin inşası ve İslâm toplumunun teşekkülü için: Namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi ibâdetlerle ilgili hükümlerin; adâlet, ahde vefâ ve infak gibi ictimâî hayata dair esaslar ile âile hukûku, devletler arası ilişkiler, iktisadî ve siyâsî düzenlemelerin getirilmesi,

  Ferd ve cemiyeti bozulup dağılmaktan korumak için sihir, içki, kumar ve faiz gibi yasaklara dikkat çekilmesi,

  Allah’ın birliğini, her şeye kâdir olduğunu ve ölüleri diriltip hesap soracağını çeşitli misallerle ortaya koyarak insanları îman ve itaate çağırması,

  Kulluğun özü olan ve mü’mini Rabbine bağlayan bazı duaların öğretilmesi.

Hâsılı dikkatle incelendiğinde Bakara sûresinin, ihtiva ettiği hükümler, konular ve maksatlar itibariyle muazzam bir insicama, belirli ve düzenli bir plana sahip olduğu görülür. İlk âyetlerde sûrede incelenecek olan konuların ana hatları verilmekte, daha sonraki bölümlerde ise her konu sûre bütünlüğü içinde en uygun yerini almaktadır. Sûre, hidâyeti kabul eden kulun, emredilen hükümleri yerine getirme hususunda Rabbinden kolaylık talebiyle sona ermektedir. Muhtelif konular ele alınmakla birlikte sûrenin esas hedefi, Kur’an’ın hidâyetini gerçekleştirmek ve bundan âzamî istifadeyi sağlamaktır. Sûre boyunca devamlı bu hedef gözetilmiş ve sûrenin başı ile sonu o hedefte birleşmiştir.[1]

[1] Sûrenin bu açıdan büyük bir vukûfiyetle ele alınmasına örnek olarak bk. Drâz, en-Nebeü’l-azîm, s. 163-211; En Mühim Mesaj: Kur’ân, s. 195-299.

Bakara Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushafta ikinci, nüzûl sıralamasında 87. sûredir, Medine’de nâzil olmuştur. Kur’an’ın en uzun sûresidir. Tamamının bir nüzûl sebebi olmamakla birlikte birçok âyeti için özel iniş sebepleri vardır. O âyetler açıklanırken nüzûl sebepleri hakkında da bilgi verilecektir.

Bakara Sûresi Fazileti

Ele aldığı mevzulara bakıldığında Bakara sûresinin çok önemli, faziletli ve büyük bir sûre olduğu görülür. Peygamber Efendimiz’in “Kur’an âyetlerinin efendisi ve en büyüğü” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 142, 178) olarak beyân ettiği Âyetü’l-Kürsî de bu sûrede yer almaktadır. Sûrenin faziletini beyân eden pek çok rivayet nakledilir. Bunların birkaçı şöyledir:

  “Kur’an’dan uzak kalarak ev­lerinizi kabirlere çevirmeyin. Şunu bilin ki şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürküp kaçar.” (Müslim, Müsâfirîn 212)

  “Kur’an’ı okuyun; çünkü o, kıyamet gününde kendisiyle hemhâl olanlara şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâvân’ı yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun;[1] çünkü onlar, kıya­met gününde iki büyük bulut veya iki gölgelik ya da iki kuş sürüsü hâlinde gelerek kendile­rini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyun; çünkü ona sarılmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlıktır; ona sihir­bazların gücü yetmez.” (Müslim, Müsâfirîn 252)

  “Bakara sûresinin sonunda­ki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet o gece ona yeter.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 10)

  Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece Ba­kara sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlı bulunuyordu. Derken at ürküp hırçınlaşmaya başladı. Üseyd okumayı kesince at da sâkinleşti. Tekrar okumaya başlayınca at yine tedirgin bir şekilde ileri geri gitmeye başladı. Üseyd susunca at da sâkinleşti. Bu durum iki kez daha tekerrür etti. Oğlu Yahyâ ata yakın bir yerde bulunuyordu. Atın çocuğa bir zarar vermesinden korktu ve onu bulunduğu yerden yanına çekti. Bu sırada başını kaldırıp gökyüzüne baktığında buluta benzer bir şey içinde kandiller misali ışıklar gördü. Bunlar yavaş yavaş yükselerek nihayet gözden kayboldu. Sabah olunca durumu Resûlullah (s.a.s.)’e anlattı… Efendimiz şöyle buyurdu:

  “Onlar seni dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 15; Müslim, Müsafirin 242)

Bu ve benzeri rivayetlerden de anlaşılacağı üzere Bakara sûresi, hem evlerimizi hem de gönüllerimizi mânen îmâr edecek, okuyanı âdeta maddî mânevî şerlerden muhâfaza ederek onu meleklerle beraberliğe yükseltecek bir fazilet ve şerefi hâizdir.

Şimdi, bütün mâna, hikmet ve sırlarından kalbe yansıyan miktarıyla o sûrenin tefsiri başlamaktadır:

[1] Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine, hidâyet nûrlarının parlaklığı ve okuyanlara verilecek ecrin büyüklüğü sebebiyle, اَلزَّهْرَاوَانِ (Zehrâvân) ismi verilmiştir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾
Karşılaştır 6: Şu bir gerçek ki, inkârlarında ısrar eden kâfirleri başlarına gelecek elim bir azâb ile uyarsan da uyarmasan da hiç farketmez; onlar iman etmezler.

TEFSİR:

 

اَلْكُفْرُ (küfür), sözlükte “örtmek”, “kâfir” ise “örten” mânasına gelir. Nitekim Arapça’da varlıkları örtüp görünmez hale getirdiği için geceye, tohumu toprağa gömdüğü için çiftçiye “kâfir”, içindeki çekirdeği gizlediği için meyve tomurcuğuna da “kâfur” denilir. (Ragıb, Müfredât, “küfr” md.) En büyük ve en açık bir gerçek olan Allah’ı ve âyetlerini, körü körüne saplandığı ön kabulleri sebebiyle âdeta örtüp yok farzeden inkârcılara da bu sebeple “kâfir” denilmiştir. Dilimizde kullanılan “nankörlük” ifadesi de, kendisine verilen nimetleri görmezlikten gelerek onları yok saymak ve şükrünü edayı terk etmek anlamında kullanılagelmiştir.

Dini bir terim olarak “küfür”, imansızlık demektir. Yani Peygamber Efendimiz’in getirdiği ve inanılması zaruri olan şeylerin hepsini veya herhangi birisini kabul ve tasdik etmemektir. Bu bakımdan Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlarını, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in nübüvvetini, Kur’ân-ı Kerîm ve onun hükümlerini inkâr eden kimse kâfir olur.

İmanda olduğu gibi, küfürde de yalanlama ve kabul etmeme kalp, söz ve fiil ile olur. Kalp ile yalanlama kesinlikle küfürdür. Zorlama olmaksızın sözlü veya fiili yalanlama da aynen öyledir. İman edilmesi lazım gelen mukaddes şeylere sözle veya fiille hakaret etmek, alay etmek, küçümsemek ve hafife almak, bunları bozmaya çalışmak gibi yanlış davranışların da küfür olduğunda şüphe yoktur. Fakat zaruri bir zorlama neticesinde vuku bulan ve küfrü gerektiren söz veya fiil küfür sayılmaz. Zira âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

Kalbi imanla dopdolu ve doygun olduğu halde baskı altında kalarak inkâra zorlanıp da bunu ancak diliyle yapan hâriç; onlar kâfir olmazlar…” (Nahl 16/106)

اَلْإنْذَارُ (inzâr), sözlük olarak “korkutucu bir haber vermek” demektir. Sakındırmak niyetiyle bir işin sonundaki tehlikeyi açıkça anlatmak ve o tehlikeye dikkat çekmektir. “Gittiğin yolun sonunda seni şöyle şöyle bir fenalık beklemektedir, dikkatli ol ve ondan sakın!” irşadında bulunmaktır. Ayetteki inzârdan maksad, kâfirleri Allah’ın azâbı, cehennemi ve isyânkârlara vereceği cezası ile korkutmaktır. Böyle kimselere müjdeli haber değil korkutucu haber lâyıktır. Çünkü korkutucu haber, nefisleri kuvvetle sarsar ve kalplere daha çok tesir eder.

İnsan, ne derece derin bir küfür ve şirk içinde bulunsa, ne kadar büyük günahlar işlemiş olsa da, ölüm vakti gelinceye kadar iman ve tevbe etme imkânı vardır. Hatta kâfirler, iman ettiklerinde önceki bütün günahları affedilecektir. (bk. Enfâl 8/38) Dolayısıyla ayette bahsedilenler; Allah’ı, Peygamber’i ve onun getirdiği hak dini inkâr edip küfürlerinde ısrar edenler; kalplerini, göz ve kulaklarını ilâhî irşada kapatanlardır. Bunlar, netice itibariyle iman edip hidâyete erişmeleri mümkün olmayanlardır. Böyle durumda olanlara, nebevî uyarı hiçbir fayda sağlamayacaktır.

Allah Resûlü (s.a.s.), âlemlere rahmettir. Bütün insanlara karşı son derece şefkat ve merhamet sahibidir. Onun yufka yüreği, hiçbir kulun ebedi nimetlerden mahrum kalmasına, üstelik nihayetsiz bir azaba düçar olmasına razı değildi. Bu sebeple Efendimiz, insanları hidâyete erdirmek için büyük bir aşkla gece gündüz çalışmıştır. Hatta bu hususta gösterdiği fevkalade arzu sebebiyle zaman zaman uyarıldığı olmuştur. Şu âyet-i kerîme ne kadar dikkat çekicidir:

Rasûlüm! Onlar bu Kur’an’a inanmıyorlar diye arkalarından üzülerek neredeyse kendini helak edeceksin! Hayır böyle yapma! (Kehf 18/6)

Bu sebeple, ayette küfürde ısrar edenlerin iman etmeyeceklerinin beyânı, bütün gücüyle tebliğe devam eden Peygamberimizi teselli etmektedir. Çünkü böyle bir neticenin ortaya çıkmasında, suç Peygambere değil, kâfirlere aittir. O halde tebliğde de itidalli olmalı ve Allah’ın takdir ettiği neticeye teslimiyet göstermelidir.

Allah Teâlâ peygamberlerini, ister inansınlar ister inanmasınlar bütün insanları dine davetle vazifeli kılmıştır. Çünkü kimin iman edeceğini, kimin etmeyeceğini bilen sadece O’dur. Bu kader sırrı bize gizlidir. Tebliğ ve uyarının umûmi olarak yapılması, hiç kimsenin Allah’a karşı bir mâzeret ve delilinin kalmaması içindir. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:

Müjdeleyici ve korkutucu böyle nice peygamberler gönderdik; tâ ki peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri kalmasın! (Nisâ 4/165)

Şayet biz, kitap ve peygamber göndermeden önce kendilerini aslında hak ettikleri bir felâketle helâk edecek olsaydık, bu takdirde: «Rabbimiz, ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, böyle rezil ve perişan olmadan önce senin âyetlerine uysaydık!» diyeceklerdi. (Tâhâ 20/134)

Bahsedilen kâfirlerin bir daha inanamayacak olmalarının sebebine gelince:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-72-ayeti-ne-anlatiyor-195071-m.jpg
Enâm Suresinin 72. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Bir de bize, “Namazı dosdoğru kılın v ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/kaf-suresinin-tefsiri-195001-m.jpg
Kaf Suresinin Tefsiri

Kâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ق (Kāf) harfinden alır. Resmî tertîbe göre 50, iniş sırasına göre 34. sûredir. ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2020/03/yasin-suresinin-okunusu-ve-anlami-171428-m.jpg
Yasin Suresinin Okunuşu ve Anlamı

Yasin suresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayettir. İsmini birinci ayette geçen يٰسٓ (Yasin) kelimesinden alır. Resmî sıralamada 36, nüzul (İniş) sırası ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-46-ayeti-ne-anlatiyor-194995-m.jpg
Enam Suresinin 46. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأ ...