Bakara Sûresi 256. Ayet Tefsiri


256 / 286


Bakara Sûresi Hakkında

Bakara sûresi 286 ayettir. Medine’de on senelik bir müddet içinde peyderpey nâzil olmuştur. Mushaf tertîbine göre 2, nüzûl sırasına göre 87. sûredir. İsmini, 67 ile 71. âyetler arasında bahsedilen, İsrâiloğulları’nın sığır kurban etmeleri kıssasından almıştır. Sûreye, içinde Âyetü’l-Kürsî bulunduğundan اَلْكُرْسِيُّ (Kürsî), Kur’ân’ın zirvesi olduğu için سَنَامُ الْقُرْاٰنِ (Senâmu’l-Kur’ân), hidâyet nûrunun parlaklığı sebebiyle de اَلزَّهْرٰي (Zehrâ) ismi verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun sûresidir. Bu hâliyle sûre, Kur’ân’ın geniş bir özeti mâhiyetindedir.

Resûlullah (s.a.s.):

“Bu sûre, neredeyse dînin tamamını ihtivâ eder” buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân 2/2876

Bakara Sûresi Konusu

Sûrede bahsedilen temel konulardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

  Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen hak bir kitap olduğu,

  Tevhîd, nübüvvet ve âhiret gibi îman esaslarının delillerle beyân edilmesi,

  Mü’min, kâfir ve münafıkların vasıfları,

  Hz. Âdem’in diğer yaratıklar arasındaki konumunun belirlenmesi, şeytanla imtihanı ve cennetten indirilmesi,

  İsrâiloğulları’nın tarih içindeki durumları, Kur’an’a ve Peygamberimize karşı tavırları, hidâyete davet edilmeleri, yanlış itikad ve davranışlarının tashihi,

  Ka’be’nin inşâsı ve kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a çevrilmesi,

  Müslüman şahsiyetin inşası ve İslâm toplumunun teşekkülü için: Namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi ibâdetlerle ilgili hükümlerin; adâlet, ahde vefâ ve infak gibi ictimâî hayata dair esaslar ile âile hukûku, devletler arası ilişkiler, iktisadî ve siyâsî düzenlemelerin getirilmesi,

  Ferd ve cemiyeti bozulup dağılmaktan korumak için sihir, içki, kumar ve faiz gibi yasaklara dikkat çekilmesi,

  Allah’ın birliğini, her şeye kâdir olduğunu ve ölüleri diriltip hesap soracağını çeşitli misallerle ortaya koyarak insanları îman ve itaate çağırması,

  Kulluğun özü olan ve mü’mini Rabbine bağlayan bazı duaların öğretilmesi.

Hâsılı dikkatle incelendiğinde Bakara sûresinin, ihtiva ettiği hükümler, konular ve maksatlar itibariyle muazzam bir insicama, belirli ve düzenli bir plana sahip olduğu görülür. İlk âyetlerde sûrede incelenecek olan konuların ana hatları verilmekte, daha sonraki bölümlerde ise her konu sûre bütünlüğü içinde en uygun yerini almaktadır. Sûre, hidâyeti kabul eden kulun, emredilen hükümleri yerine getirme hususunda Rabbinden kolaylık talebiyle sona ermektedir. Muhtelif konular ele alınmakla birlikte sûrenin esas hedefi, Kur’an’ın hidâyetini gerçekleştirmek ve bundan âzamî istifadeyi sağlamaktır. Sûre boyunca devamlı bu hedef gözetilmiş ve sûrenin başı ile sonu o hedefte birleşmiştir.[1]

[1] Sûrenin bu açıdan büyük bir vukûfiyetle ele alınmasına örnek olarak bk. Drâz, en-Nebeü’l-azîm, s. 163-211; En Mühim Mesaj: Kur’ân, s. 195-299.

Bakara Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushafta ikinci, nüzûl sıralamasında 87. sûredir, Medine’de nâzil olmuştur. Kur’an’ın en uzun sûresidir. Tamamının bir nüzûl sebebi olmamakla birlikte birçok âyeti için özel iniş sebepleri vardır. O âyetler açıklanırken nüzûl sebepleri hakkında da bilgi verilecektir.

Bakara Sûresi Fazileti

Ele aldığı mevzulara bakıldığında Bakara sûresinin çok önemli, faziletli ve büyük bir sûre olduğu görülür. Peygamber Efendimiz’in “Kur’an âyetlerinin efendisi ve en büyüğü” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 142, 178) olarak beyân ettiği Âyetü’l-Kürsî de bu sûrede yer almaktadır. Sûrenin faziletini beyân eden pek çok rivayet nakledilir. Bunların birkaçı şöyledir:

  “Kur’an’dan uzak kalarak ev­lerinizi kabirlere çevirmeyin. Şunu bilin ki şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürküp kaçar.” (Müslim, Müsâfirîn 212)

  “Kur’an’ı okuyun; çünkü o, kıyamet gününde kendisiyle hemhâl olanlara şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâvân’ı yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun;[1] çünkü onlar, kıya­met gününde iki büyük bulut veya iki gölgelik ya da iki kuş sürüsü hâlinde gelerek kendile­rini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyun; çünkü ona sarılmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlıktır; ona sihir­bazların gücü yetmez.” (Müslim, Müsâfirîn 252)

  “Bakara sûresinin sonunda­ki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet o gece ona yeter.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 10)

  Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece Ba­kara sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlı bulunuyordu. Derken at ürküp hırçınlaşmaya başladı. Üseyd okumayı kesince at da sâkinleşti. Tekrar okumaya başlayınca at yine tedirgin bir şekilde ileri geri gitmeye başladı. Üseyd susunca at da sâkinleşti. Bu durum iki kez daha tekerrür etti. Oğlu Yahyâ ata yakın bir yerde bulunuyordu. Atın çocuğa bir zarar vermesinden korktu ve onu bulunduğu yerden yanına çekti. Bu sırada başını kaldırıp gökyüzüne baktığında buluta benzer bir şey içinde kandiller misali ışıklar gördü. Bunlar yavaş yavaş yükselerek nihayet gözden kayboldu. Sabah olunca durumu Resûlullah (s.a.s.)’e anlattı… Efendimiz şöyle buyurdu:

  “Onlar seni dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 15; Müslim, Müsafirin 242)

Bu ve benzeri rivayetlerden de anlaşılacağı üzere Bakara sûresi, hem evlerimizi hem de gönüllerimizi mânen îmâr edecek, okuyanı âdeta maddî mânevî şerlerden muhâfaza ederek onu meleklerle beraberliğe yükseltecek bir fazilet ve şerefi hâizdir.

Şimdi, bütün mâna, hikmet ve sırlarından kalbe yansıyan miktarıyla o sûrenin tefsiri başlamaktadır:

[1] Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine, hidâyet nûrlarının parlaklığı ve okuyanlara verilecek ecrin büyüklüğü sebebiyle, اَلزَّهْرَاوَانِ (Zehrâvân) ismi verilmiştir.

لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٥٦﴾
Karşılaştır 256: Dinde zorlama yoktur. Gerçekten doğru eğriden ayrılıp iyice belli olmuştur. Artık kim şeytânî güçleri inkâr edip Allah’a inanırsa, muhakkak kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa sarılmış olur. Allah, işitendir, bilendir.

TEFSİR:

İslâm, hem insanların bir dini benimsemelerinde hem de dinin hâricinde herhangi bir konuda “zorlama”yı yasaklamıştır. Sadece dîne değil, her neye olursa olsun İslâm’a göre “zorlama” sayılabilecek bütün fiiller haram kılınmıştır. Dinin hedefi, zorlamak değil, hak ve özgürlüklerine karşı girişilen bu tecâvüz ve baskıdan insanları korumaktır. Dolayısıyla İslâm dininin hâkim olduğu yerlerde zorlama bulunmaz veya bulunmamalıdır. müslümanların böyle bir hedefi gerçekleştirme vazifeleri vardır.

Din; iman ve amelden oluşur. Kişinin, gönüllü olarak bir dine girmesi, onun iman esaslarını kabul etmesi ve emirlerini yerine getirmesi gerekir. Karşılığını alabilmek için dinin emir ve yasakalrının güzel bir niyet ve gönül hoşluğuyla ifâ edilme şartı vardır. İman gönül işidir. Dolayısıyla bir insanın sözle “inandım” dese bile zorla inanması mümkün değildir. Zorla kılınan namazdan, tutulan oruçtan ve yapılan herhangi bir işten de istenen neticenin alınamayacağı açıktır. O halde İslâm’a göre herkes vazifesini kendi özgür irade ve ihtiyarıyla yapmalı ve herhangi bir zorlama olmadan yaşamalıdır. Cihadın hikmeti de budur. İnsanları zorlama ve baskılardan korumak, Allah’ın kelimesini yüceltmek, hiç kimseyi sahip olduğu inançtan zorla çıkarmaya çalışmayıp, bilakis hakkın gönüllü olarak kabul edilmesini ve yayılmasını sağlamak, buna engel olmak isteyenleri ve onların zorlamalarını da bertaraf etmektir. Yoksa insanları bir dini kabule veya din değiştirmeye zorlamak değildir. Bu hususa ışık tutan bir âyet-i kerîme meâli şöyledir:

“Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunan herkes elbette topluca iman ederdi. Hal böyleyken sen şimdi iman edinceye kadar insanları zorlayıp duracak mısın? Oysa Allah’ın izni olmadan hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Allah, akıllarını kullanmayanların kalpleri üzerine manevî pislikler yağdırır.” (Yûnus 10/99-100)

İslâm’ın ilk yıllarında müşriklerin baskı, zulüm ve işkencelerine karşı müslümanlara fiilî müdâhele yasaklanarak sadece sabretmeleri tavsiye edilmiş, Mekke dönemi bu şekilde bitmiştir. Medine’ye hicret edip bir devlet kurularak belli bir kuvvet elde edildikten sonra, önce zulme uğramaları sebebiyle savaşmalarına izin verilmiş (Hac 22/39), sonra haddi aşmamak şartıyla kendileriyle savaşanlarla Allah yolunda savaşmaları emredilmiş (Bakara 2/190), bunu müteakiben ise fitne kalmayıncaya ve hâkimiyet sadece Allah’ın oluncaya kadar kâfirlerle savaşmaları (Bakara 2/193) istenmiştir. Hudeybiye anlaşması ve Mekke’nin fethiyle bu hedefe de ulaşılmış, sonra bu âyet-i kerîme gelerek dinde zorlamayı tamamen ortadan kaldırmıştır. Ancak savaş durumları, müslüman toplum düzenini yıkmaya çalışanlara müdâhele, zorlamalara mukabele ve işlenen suçlara ceza bu hükmün dışındadır. Zorlamanın olmaması için İslâm toplumunda fitne kalmayacak, diğer din mensupları cizyelerini vererek kanunlara uygun yaşayacak ve toplum düzenini bozup başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar verecek durumlar bulunmayacaktır. Zira bu tür durumlara ait hükümlerin ayrı olarak değerlendirilmesi ve uygulanması gerekir.

İslâm’ın hükümlerinin açıklanması, ferdî ve ictimâî hayatta yaşanıp yerleşmesiyle hakla bâtıl, hayırla şer, doğruyla eğri olan, imanla küfür tam olarak birbirinden ayrılmış ve gerçek açıkça ortaya çıkmıştır. İsteyen hür iradesiyle doğruyu da eğriyi de seçebilir: De ki: «Gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.» (Kehf 18/29) âyeti de bu hususa işaret eder. Fakat kim hür iradesini imandan yana kullanır, önce şeytânî güçleri reddeder, لَا إِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ (lâ ilâhe illallah) “Allah’tan başka ilâh yoktur” diyerek bütün putları kalbinden siler, akabinde Allah’a ve O’nun istediği hususlara iman ederse kopması asla mümkün olmayan en sağlam kulpa sarılmış olur. Bu sağlam kulp, Allah’ın kullarını cennete ulaştırmak için indirdiği Kur’an kulpudur. Kur’an’ın öğrettiği İslâm, iman ve ihsan kulpudur. Âyette geçen الطَّاغُوتُ (tâğût) kelimesi, “azgın, azman, azdıran, sınırları aşan, tuğyân eden” mânalarına gelir. Kur’an dilinde bu kelime insan, şeytan, put, nefis, hevâ ve heves gibi Allah’ın dışında kendisine tapılan her şeyi ifade eder. O halde tâğûtların çürük, asılsız, kırılıp dökülecek ve kendilerini tutunanı düşürüp parçalayacak kulplarına değil, ezelden ebede şaşmaz, yanılmaz, uyumaz, uyuklamaz, hayy ve kayyûm, bütün yer ve göklerin yegâne sahibi, sonsuz ilim, hikmet, güç ve kudret sahibi Allah’ın kopmaz, yıpranmaz, kırılmaz sapasağlam kulpuna bütün varlığımızla sarılmak aklın bir gereğidir. Bu hayatî imtihanı başarabilenin dostu ve yardımcısı Allah olacaktır:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2017/09/hasta_dua-702x336.jpg
Şifa Ayetleri

Şifa; deva demektir. Şifa; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına gelir. Peki hastalara ne şifa olur? KUR’AN’DA G ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2019/04/fakirlik_görmez-702x336.jpg
Vakıa Suresi

Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâk ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-79-ayeti-ne-anlatiyor-195094-m.jpg
Enâm Suresinin 79. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ Ben hakka ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-72-ayeti-ne-anlatiyor-195071-m.jpg
Enâm Suresinin 72. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Bir de bize, “Namazı dosdoğru kılın v ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...