Bakara Sûresi 62. Ayet Tefsiri


62 / 286


Bakara Sûresi Hakkında

Bakara sûresi 286 ayettir. Medine’de on senelik bir müddet içinde peyderpey nâzil olmuştur. Mushaf tertîbine göre 2, nüzûl sırasına göre 87. sûredir. İsmini, 67 ile 71. âyetler arasında bahsedilen, İsrâiloğulları’nın sığır kurban etmeleri kıssasından almıştır. Sûreye, içinde Âyetü’l-Kürsî bulunduğundan اَلْكُرْسِيُّ (Kürsî), Kur’ân’ın zirvesi olduğu için سَنَامُ الْقُرْاٰنِ (Senâmu’l-Kur’ân), hidâyet nûrunun parlaklığı sebebiyle de اَلزَّهْرٰي (Zehrâ) ismi verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun sûresidir. Bu hâliyle sûre, Kur’ân’ın geniş bir özeti mâhiyetindedir.

Resûlullah (s.a.s.):

“Bu sûre, neredeyse dînin tamamını ihtivâ eder” buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân 2/2876

Bakara Sûresi Konusu

Sûrede bahsedilen temel konulardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

  Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen hak bir kitap olduğu,

  Tevhîd, nübüvvet ve âhiret gibi îman esaslarının delillerle beyân edilmesi,

  Mü’min, kâfir ve münafıkların vasıfları,

  Hz. Âdem’in diğer yaratıklar arasındaki konumunun belirlenmesi, şeytanla imtihanı ve cennetten indirilmesi,

  İsrâiloğulları’nın tarih içindeki durumları, Kur’an’a ve Peygamberimize karşı tavırları, hidâyete davet edilmeleri, yanlış itikad ve davranışlarının tashihi,

  Ka’be’nin inşâsı ve kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a çevrilmesi,

  Müslüman şahsiyetin inşası ve İslâm toplumunun teşekkülü için: Namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi ibâdetlerle ilgili hükümlerin; adâlet, ahde vefâ ve infak gibi ictimâî hayata dair esaslar ile âile hukûku, devletler arası ilişkiler, iktisadî ve siyâsî düzenlemelerin getirilmesi,

  Ferd ve cemiyeti bozulup dağılmaktan korumak için sihir, içki, kumar ve faiz gibi yasaklara dikkat çekilmesi,

  Allah’ın birliğini, her şeye kâdir olduğunu ve ölüleri diriltip hesap soracağını çeşitli misallerle ortaya koyarak insanları îman ve itaate çağırması,

  Kulluğun özü olan ve mü’mini Rabbine bağlayan bazı duaların öğretilmesi.

Hâsılı dikkatle incelendiğinde Bakara sûresinin, ihtiva ettiği hükümler, konular ve maksatlar itibariyle muazzam bir insicama, belirli ve düzenli bir plana sahip olduğu görülür. İlk âyetlerde sûrede incelenecek olan konuların ana hatları verilmekte, daha sonraki bölümlerde ise her konu sûre bütünlüğü içinde en uygun yerini almaktadır. Sûre, hidâyeti kabul eden kulun, emredilen hükümleri yerine getirme hususunda Rabbinden kolaylık talebiyle sona ermektedir. Muhtelif konular ele alınmakla birlikte sûrenin esas hedefi, Kur’an’ın hidâyetini gerçekleştirmek ve bundan âzamî istifadeyi sağlamaktır. Sûre boyunca devamlı bu hedef gözetilmiş ve sûrenin başı ile sonu o hedefte birleşmiştir.[1]

[1] Sûrenin bu açıdan büyük bir vukûfiyetle ele alınmasına örnek olarak bk. Drâz, en-Nebeü’l-azîm, s. 163-211; En Mühim Mesaj: Kur’ân, s. 195-299.

Bakara Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushafta ikinci, nüzûl sıralamasında 87. sûredir, Medine’de nâzil olmuştur. Kur’an’ın en uzun sûresidir. Tamamının bir nüzûl sebebi olmamakla birlikte birçok âyeti için özel iniş sebepleri vardır. O âyetler açıklanırken nüzûl sebepleri hakkında da bilgi verilecektir.

Bakara Sûresi Fazileti

Ele aldığı mevzulara bakıldığında Bakara sûresinin çok önemli, faziletli ve büyük bir sûre olduğu görülür. Peygamber Efendimiz’in “Kur’an âyetlerinin efendisi ve en büyüğü” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 142, 178) olarak beyân ettiği Âyetü’l-Kürsî de bu sûrede yer almaktadır. Sûrenin faziletini beyân eden pek çok rivayet nakledilir. Bunların birkaçı şöyledir:

  “Kur’an’dan uzak kalarak ev­lerinizi kabirlere çevirmeyin. Şunu bilin ki şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürküp kaçar.” (Müslim, Müsâfirîn 212)

  “Kur’an’ı okuyun; çünkü o, kıyamet gününde kendisiyle hemhâl olanlara şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâvân’ı yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun;[1] çünkü onlar, kıya­met gününde iki büyük bulut veya iki gölgelik ya da iki kuş sürüsü hâlinde gelerek kendile­rini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyun; çünkü ona sarılmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlıktır; ona sihir­bazların gücü yetmez.” (Müslim, Müsâfirîn 252)

  “Bakara sûresinin sonunda­ki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet o gece ona yeter.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 10)

  Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece Ba­kara sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlı bulunuyordu. Derken at ürküp hırçınlaşmaya başladı. Üseyd okumayı kesince at da sâkinleşti. Tekrar okumaya başlayınca at yine tedirgin bir şekilde ileri geri gitmeye başladı. Üseyd susunca at da sâkinleşti. Bu durum iki kez daha tekerrür etti. Oğlu Yahyâ ata yakın bir yerde bulunuyordu. Atın çocuğa bir zarar vermesinden korktu ve onu bulunduğu yerden yanına çekti. Bu sırada başını kaldırıp gökyüzüne baktığında buluta benzer bir şey içinde kandiller misali ışıklar gördü. Bunlar yavaş yavaş yükselerek nihayet gözden kayboldu. Sabah olunca durumu Resûlullah (s.a.s.)’e anlattı… Efendimiz şöyle buyurdu:

  “Onlar seni dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 15; Müslim, Müsafirin 242)

Bu ve benzeri rivayetlerden de anlaşılacağı üzere Bakara sûresi, hem evlerimizi hem de gönüllerimizi mânen îmâr edecek, okuyanı âdeta maddî mânevî şerlerden muhâfaza ederek onu meleklerle beraberliğe yükseltecek bir fazilet ve şerefi hâizdir.

Şimdi, bütün mâna, hikmet ve sırlarından kalbe yansıyan miktarıyla o sûrenin tefsiri başlamaktadır:

[1] Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine, hidâyet nûrlarının parlaklığı ve okuyanlara verilecek ecrin büyüklüğü sebebiyle, اَلزَّهْرَاوَانِ (Zehrâvân) ismi verilmiştir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦٢﴾
Karşılaştır 62: Sözde iman edenlerden, yahudilerden, Hristiyanlardan ve sabiîlerden kim Allah’a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işlerse, işte onların Rableri yanında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzûn da olmayacaklardır.

TEFSİR:

Âyetin nüzûl sebebi olarak rivayet edilen hâdise şöyledir: Ashâb-ı kirâmdan Selmân-ı Fârisî, önce hıristiyan iken Medine’ye geldikten sonra müslüman olmuştur. Bir defasında Peygamberimiz (s.a.s.)’e, kendileriyle arkadaşlık yaptığı hıristiyanların amellerinden, hal ve davranışlarından bahsedince Efendimiz: “Onlar İslâm dini üzere ölmediler” buyurmuştu. Bunu duyan Hz. Selman son derece üzülmüş ve dünyası kararmıştır. Sonra Efendimiz’e tekrar tanıdığı bir kısım hıristiyanların dini gayretlerini ifade etmeye çalışmıştı. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Ardından Allah Resûlü (s.a.s.) Selmân’ı çağırıp şöyle buyurdu: “Bu âyet senin arkadaşların hakkında indi. Kim benim peygamber olarak geldiğimi işitmeden önce İsa’nın dini ve İslâm üzere ölürse o hayırdadır. Fakat bugün kim beni iştir de bana iman etmezse o da helak olmuştur.” (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 461)

Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli açıklamalarına göre ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimiz’e kadar bütün insanlar, cennete girebilmek için -haberleri olmak şartıyla- kendi dönemlerinde gönderilen peygambere inanmak ve onun getirdiği ilâhî mesaja kulak vermek mecbûriyetindedirler. Varlığından haberdar olup bile bile inkâr yolunu tercih edenlerin âhirette kurtuluşları mümkün değildir. Hz. Âdem ve zürriyeti yeryüzüne indirildiğinde kendilerine hitâben gelen:

“Hepiniz oradan inin! Benden bir doğru yol rehberi gelir de kim benim o doğru yol rehberime uyarsa, onlara hiçbir korku yoktur, onlar asla üzülmeyeceklerdir. İnkâra saplanıp âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir ve orada ebedî kalacaklardır” (Bakara 2/38-39) buyruğu, bu hakikati dile getirmektedir.

Dolayısıyla ister yahudi, ister hıristiyan, ister sabiî[1] hangi din ve milletten olursa olsun, her bir fert, yaşadığı dönemdeki Peygamber ve kitaba ve onların öğrettiği iman esaslarına -ki bunların başında Allah’a ve âhirete iman gelmektedir- inanmalı ve o imanın gerektirdiği çerçevede sâlih amellerle bir ömür sürmelidir. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) gönderildikten ve ona Kur’ân-ı Kerîm indirilmeye başlandıktan sonra ise, önceki peygamberler ve ilâhî kitaplarla birlikte bunlara da iman kesinlikle şarttır. Kur’an, kendisinin doğru yol rehberi olduğu ve felâha ereceklerini müjdelediği müttakîleri: “Onlar, hem sana indirilene hem de senden önce indirilenlere iman ederler. Âhiret gününe ise yakînen inanırlar” (Bakara 2/4) şeklinde tavsif etmektedir. Yine Kur’an, uzun bir dinî geleneğin varisleri olan İsrâiloğulları’na seslenirken de kurtuluş için Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Kur’an’a imanın zaruri olduğunu beyân sadedinde:

“Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana olan sözünüzü tutun ki, ben de size olan sözümü tutayım. Bir de benden, yalnızca benden korkun! Elinizdeki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak indirdiğim Kur’an’a inanın. Onu ilk inkâr eden siz olmayın…” (Bakara 2/40-41) buyurur. O halde Peygamber Efendimiz’in bisetinden sonra, neye ne şekilde inanırlarsa inansınlar, onu inkâr edenlerin makbul bir iman sahibi olmaları mümkün değildir. Bu hususta Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan Zât’a yemîn ederim ki, ister yahudi ister hıristiyan olsun bu ümmetten her kim beni işitir, sonra da bana gönderilene inanmadan ölürse mutlaka cehennem ehlinden olacaktır.” (Müslim, İman 240)

Yahyâ b. Ca‘de’den rivayete göre ashâb-ı kirâmdan bazı kimseler, yahudilerden duyarak bir kürek kemiğine yazmış oldukları bazı yazıları Peygamberimiz (s.a.s.)’e getirmişlerdi. Allah Resûlü (s.a.s.) onlara baktı, onları yere bıraktı ve:

“Kendi peygamberlerinin getirmiş olduğundan, başkalarına gelmiş olan peygamberlerin getirmiş olduklarına veya kitaplarından başka bir kitaba meylederek onlara rağbet etmeleri bir kavmin sapıklığına ve aptallığına yeter alâmettir” buyurdu. Bunun üzerine Hem, kendilerine okunan bu Kitâb’ı sana indiriyor olmamız onlara mûcize olarak yeterli değil mi? Hiç şüphesiz bunda iman eden bir toplum için elbette bir rahmet ve öğüt vardır(Ankebût 29/51) âyet-i kerîmesi nâzil olmuştur. (Dârimî, Mukaddime 42; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXI, 6)

Hâsılı Peygamber Efendimiz’in bisetinden kıyamete kadar bütün insanlar, Kur’an’ın tâlim ettiği şekilde diğer iman esaslarıyla birlikte Allah’a ve âhiret gününe gerçek mânada iman eder, sâlih ameller işler ve ölünceye kadar bunda sebât ederlerse uhrevî mükâfata ererler, kendilerine korku ve hüzün dokunmayacak bahtiyarlardan olurlar. Bu âyette, İslâm dininin davet ve hidâyetinin herkese şâmil olduğuna dair açık delil bulunmaktadır.

Nitekim İsrâioğulları’ndan alınan şu söz de bu çerçevede değerlendirilebilir:

[1] “Yahudi” kelimesi, Hz. Ya‘kûb’un on iki oğlundan dördüncüsü olan “Yahuda”dan gelmektedir. İsrâiloğulları zamanla bu isme izafeten “yahudiler” diye zikredilmeye başlamışlardır. Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın doğduğu yerin ismi olan “Nâsıra”dan dolayı, ona nispetle “Nasrânî” ve bunun çoğulu olarak “Nasârâ” olarak isimlendirilmişlerdir. “Sâbiî”, “vaftiz olmak, suya dalıp yıkanmak” mânasından geldiği söylenmektedir. Bu kelime, Sâbiîlerin en belirgin özelliği olan akarsuya dalıp çıkmak suretiyle vaftiz olmalarını ifade etmektedir. (bk. Kur’an Yolu, I, 134) Sâbiîlere “ne yahudi ne hıristiyan hiçbir dini olmayan”, “Lâ ilâhe ilallah sözünden başka hiçbir amelleri, kitap ve peygamberleri olmayan”, meleklere tapan” grup şeklinde farklı mânalar da verilmiştir. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 455-456)

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-79-ayeti-ne-anlatiyor-195094-m.jpg
Enâm Suresinin 79. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ Ben hakka ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-72-ayeti-ne-anlatiyor-195071-m.jpg
Enâm Suresinin 72. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Bir de bize, “Namazı dosdoğru kılın v ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/kaf-suresinin-tefsiri-195001-m.jpg
Kaf Suresinin Tefsiri

Kâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ق (Kāf) harfinden alır. Resmî tertîbe göre 50, iniş sırasına göre 34. sûredir. ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2020/03/yasin-suresinin-okunusu-ve-anlami-171428-m.jpg
Yasin Suresinin Okunuşu ve Anlamı

Yasin suresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayettir. İsmini birinci ayette geçen يٰسٓ (Yasin) kelimesinden alır. Resmî sıralamada 36, nüzul (İniş) sırası ...