Bakara Sûresi 253. Ayet Tefsiri


253 / 286


Bakara Sûresi Hakkında

Bakara sûresi 286 ayettir. Medine’de on senelik bir müddet içinde peyderpey nâzil olmuştur. Mushaf tertîbine göre 2, nüzûl sırasına göre 87. sûredir. İsmini, 67 ile 71. âyetler arasında bahsedilen, İsrâiloğulları’nın sığır kurban etmeleri kıssasından almıştır. Sûreye, içinde Âyetü’l-Kürsî bulunduğundan اَلْكُرْسِيُّ (Kürsî), Kur’ân’ın zirvesi olduğu için سَنَامُ الْقُرْاٰنِ (Senâmu’l-Kur’ân), hidâyet nûrunun parlaklığı sebebiyle de اَلزَّهْرٰي (Zehrâ) ismi verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun sûresidir. Bu hâliyle sûre, Kur’ân’ın geniş bir özeti mâhiyetindedir.

Resûlullah (s.a.s.):

“Bu sûre, neredeyse dînin tamamını ihtivâ eder” buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân 2/2876

Bakara Sûresi Konusu

Sûrede bahsedilen temel konulardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

  Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen hak bir kitap olduğu,

  Tevhîd, nübüvvet ve âhiret gibi îman esaslarının delillerle beyân edilmesi,

  Mü’min, kâfir ve münafıkların vasıfları,

  Hz. Âdem’in diğer yaratıklar arasındaki konumunun belirlenmesi, şeytanla imtihanı ve cennetten indirilmesi,

  İsrâiloğulları’nın tarih içindeki durumları, Kur’an’a ve Peygamberimize karşı tavırları, hidâyete davet edilmeleri, yanlış itikad ve davranışlarının tashihi,

  Ka’be’nin inşâsı ve kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a çevrilmesi,

  Müslüman şahsiyetin inşası ve İslâm toplumunun teşekkülü için: Namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi ibâdetlerle ilgili hükümlerin; adâlet, ahde vefâ ve infak gibi ictimâî hayata dair esaslar ile âile hukûku, devletler arası ilişkiler, iktisadî ve siyâsî düzenlemelerin getirilmesi,

  Ferd ve cemiyeti bozulup dağılmaktan korumak için sihir, içki, kumar ve faiz gibi yasaklara dikkat çekilmesi,

  Allah’ın birliğini, her şeye kâdir olduğunu ve ölüleri diriltip hesap soracağını çeşitli misallerle ortaya koyarak insanları îman ve itaate çağırması,

  Kulluğun özü olan ve mü’mini Rabbine bağlayan bazı duaların öğretilmesi.

Hâsılı dikkatle incelendiğinde Bakara sûresinin, ihtiva ettiği hükümler, konular ve maksatlar itibariyle muazzam bir insicama, belirli ve düzenli bir plana sahip olduğu görülür. İlk âyetlerde sûrede incelenecek olan konuların ana hatları verilmekte, daha sonraki bölümlerde ise her konu sûre bütünlüğü içinde en uygun yerini almaktadır. Sûre, hidâyeti kabul eden kulun, emredilen hükümleri yerine getirme hususunda Rabbinden kolaylık talebiyle sona ermektedir. Muhtelif konular ele alınmakla birlikte sûrenin esas hedefi, Kur’an’ın hidâyetini gerçekleştirmek ve bundan âzamî istifadeyi sağlamaktır. Sûre boyunca devamlı bu hedef gözetilmiş ve sûrenin başı ile sonu o hedefte birleşmiştir.[1]

[1] Sûrenin bu açıdan büyük bir vukûfiyetle ele alınmasına örnek olarak bk. Drâz, en-Nebeü’l-azîm, s. 163-211; En Mühim Mesaj: Kur’ân, s. 195-299.

Bakara Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushafta ikinci, nüzûl sıralamasında 87. sûredir, Medine’de nâzil olmuştur. Kur’an’ın en uzun sûresidir. Tamamının bir nüzûl sebebi olmamakla birlikte birçok âyeti için özel iniş sebepleri vardır. O âyetler açıklanırken nüzûl sebepleri hakkında da bilgi verilecektir.

Bakara Sûresi Fazileti

Ele aldığı mevzulara bakıldığında Bakara sûresinin çok önemli, faziletli ve büyük bir sûre olduğu görülür. Peygamber Efendimiz’in “Kur’an âyetlerinin efendisi ve en büyüğü” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 142, 178) olarak beyân ettiği Âyetü’l-Kürsî de bu sûrede yer almaktadır. Sûrenin faziletini beyân eden pek çok rivayet nakledilir. Bunların birkaçı şöyledir:

  “Kur’an’dan uzak kalarak ev­lerinizi kabirlere çevirmeyin. Şunu bilin ki şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürküp kaçar.” (Müslim, Müsâfirîn 212)

  “Kur’an’ı okuyun; çünkü o, kıyamet gününde kendisiyle hemhâl olanlara şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâvân’ı yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun;[1] çünkü onlar, kıya­met gününde iki büyük bulut veya iki gölgelik ya da iki kuş sürüsü hâlinde gelerek kendile­rini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyun; çünkü ona sarılmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlıktır; ona sihir­bazların gücü yetmez.” (Müslim, Müsâfirîn 252)

  “Bakara sûresinin sonunda­ki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet o gece ona yeter.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 10)

  Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece Ba­kara sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlı bulunuyordu. Derken at ürküp hırçınlaşmaya başladı. Üseyd okumayı kesince at da sâkinleşti. Tekrar okumaya başlayınca at yine tedirgin bir şekilde ileri geri gitmeye başladı. Üseyd susunca at da sâkinleşti. Bu durum iki kez daha tekerrür etti. Oğlu Yahyâ ata yakın bir yerde bulunuyordu. Atın çocuğa bir zarar vermesinden korktu ve onu bulunduğu yerden yanına çekti. Bu sırada başını kaldırıp gökyüzüne baktığında buluta benzer bir şey içinde kandiller misali ışıklar gördü. Bunlar yavaş yavaş yükselerek nihayet gözden kayboldu. Sabah olunca durumu Resûlullah (s.a.s.)’e anlattı… Efendimiz şöyle buyurdu:

  “Onlar seni dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 15; Müslim, Müsafirin 242)

Bu ve benzeri rivayetlerden de anlaşılacağı üzere Bakara sûresi, hem evlerimizi hem de gönüllerimizi mânen îmâr edecek, okuyanı âdeta maddî mânevî şerlerden muhâfaza ederek onu meleklerle beraberliğe yükseltecek bir fazilet ve şerefi hâizdir.

Şimdi, bütün mâna, hikmet ve sırlarından kalbe yansıyan miktarıyla o sûrenin tefsiri başlamaktadır:

[1] Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine, hidâyet nûrlarının parlaklığı ve okuyanlara verilecek ecrin büyüklüğü sebebiyle, اَلزَّهْرَاوَانِ (Zehrâvân) ismi verilmiştir.

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟ ﴿٢٥٣﴾
Karşılaştır 253: İşte şu peygamberler ki, biz onların bazısını bazısına üstün kıldık. İçlerinden biriyle Allah doğrudan konuşmuş, birini ise derecelerle yükseltmiştir. Biz, Meryem oğlu İsa’ya apaçık mûcizeler verdik ve onu Rûhu’l-Kudüs’le destekleyip güçlendirdik. Eğer Allah dileseydi, o peygamberlerin hemen ardından gelen insanlar, kendilerine bu kadar açık deliller ulaştıktan sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Ne var ki, aralarında anlaşmazlığa düştüler de onlardan iman eden de oldu, inkâr eden de. Şâyet Allah dileseydi onlar birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat Allah dilediğini yapar.

TEFSİR:

Peygamberlik Allah Teâlâ’nın, seçtiği bir kısım kullarına katından bir lutuf olarak ihsan ettiği yüksek bir makamdır. Bir insanın, sadece kendi gayretleriyle bu makama ermesi mümkün değildir. Cenâb-ı Hak, insanların yollarını aydınlatmak üzere kutsal kitaplarda isimlerini zikrettiği veya etmediği pek çok peygamber göndermiştir. Bunlar “doğruluk, güvenilirlik, akıllılık, günahsızlık ve tebliğ” gibi peygamberliğin asgari şartlarını taşımada müşterektirler.  Dolayısıyla onların peygamber olduğuna inanır ve bu açıdan onlar arasında bir ayırım yapmayız. (bk. Bakara 2/285) Ancak ilâhî kanunun bir tecellisi olarak bütün alanlarda görülen derece ve fazilet farkı, peygamberler arasında da görülür. Onlar, âyet-i kerîmenin de beyân buyurduğu üzere manevî faziletler, ruhî meziyetler, gösterdikleri mûcizeler, kendilerine indirilen semavî kitaplar ve icra ettikleri fonksiyonlar yönünden farklılık arzetmektedirler.

Âyet-i kerîmedeki, “İçlerinden biriyle Allah doğrudan konuşmuş” (Bakara 2/253) ifadesiyle Tûr-i Sînâ’da ve belirlenmiş gecelerde Allah Te’âlâ’nın sözünü aracısız ve elçisiz dinleyen Hz. Mûsâ kastedilmiştir. “Birini ise derecelerle yükseltmiştir” (Bakara 2/253) ifadesi ile Mîrac gecesi Sidre-i Müntehâ’dan geçirilip  yayın iki ucu arası kadar veya daha az (Necm 53/9) sırrı ile mutlak yakınlık makamında âlemlere rahmet olarak gönderilen, kendisine Makam-ı Mahmûd lütfedilen, Allah’ın sevgilisi ve en son peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) kastedilmiştir. Meryem oğlu İsa ise açık olarak ismen zikredilmiştir. Allah Teâlâ ona ölüleri diriltme, hastaları şifaya kavuşturma, körü ve ala tenliyi iyileştirme, çamurdan kuş yaratma, gaybî şeylerden haber verme gibi büyük mûcizeler ve peygamberliğini kanıtlayan apaçık deliller vermiştir. (bk. Âl-i İmrân 3/49-50; Mâide 5/110) Ayrıca onu, anne rahmine üflenmesinde, doğumunda, hayatı boyunca ve göğe kaldırılırken Rûhu’l-Kudüs yâni mukaddes, tertemiz rûh olan Cebrâil ile desteklemiştir. Âyetin ifade üslûbundan da kolayca anlaşılacağı üzere bütün bu üstünlükler, peygamberlerin kendi kespleriyle değil, mahza ilâhî bir ikramdır.

Resûlullah (s.a.s.), zaman zaman peygamberler arasındaki fazilet üstünlüğünün gündeme getirilip tartışılmasını edeben uygun görmemiş ise de (bk. Buhârî, Enbiyâ 35; Müslim, Fedâil 159), yeri geldiğinde bizzat kendi faziletlerini dile getirdiği de olmuştur:

“Altı şeyle diğer peygamberlerden üstün kılındım: Bana cevâmi‚u’l-kelim yani az sözle çok mâna ifade etme özelliği verildi. Düşmanın gönlüne korku salmakla yardım olundum. Bana ganimet helâl kılındı. Yeryüzü benim için temiz kılınıp mescid sayıldı. Bütün insanlara peygamber olarak gönderildim ve peygamberlik benimle sona erdi.” (Buhârî, Teyemmüm 1; Müslim, Mesâcid 3, 5)

“Ben Allah’ın habîbiyim[1], fakat övünme yok. Kıyamet günü Hamd sancağını taşıyacağım, fakat övünme yok. Kıyamet günü ilk şefaat edecek ve ilk şefaat edilecek benim, fakat övünme yok. Cennet kapılarının halkalarını ilk hareket ettirecek ben olacağım, Allah benimle cennet kapılarını açacak, benimle birlikte fakir mü’minler cennete girecek, fakat övünme yok. Ben öncekiler ve sonrakiler arasında en kerîm[2] insanım, fakat övünme yok.” (Tirmizî, Menâkıb 1/3616)

Hasılı Allah Te’âlâ, beşeriyet tarihi boyunca her dönemde, o dönemde yaşayan insanların istidat ve ihtiyaçlarına göre peygamberler göndermiş, şeriatler indirmiş ve teklifler koymuştur. İlk peygamber Hz. Âdem’e ancak o zamanki insanların istidatlarına uygun olarak on sahifeden ibaret ilâhî hükümler indirilmiştir. İnsanlığın istidat, kabiliyet ve ihtiyaçları peyderpey geliştikçe, gönderilecek peygamber ve indirilecek kitap ona göre seçilmiştir. Peygamberler, gönderildikleri ümmetlerin birer öğretmeni olmuşlardır. Onlara Allah’ın âyetlerini okuyup tebliğ etmişler, iman kardeşi olmanın, dünya ve âhirette mutlu olmanın yollarını göstermişlerdir. Onların vazîfesi, sadece tebliğdir; kimseyi zorla imana getirmek ve itaate sevketmek değildir. Dünyanın insan için bir imtihan alanı olmasının hikmeti de budur. Bu sebeple onların davetine herkes aynı ciddiyet ve samimiyetle kulak vermemiştir. İnsanlar ihtilâf etmişler; aynı inanca sahip olma ve aynı istikâmete yönelmede anlaşmazlığa düşmüşlerdir. İçlerinden inananlar olduğu gibi belki onlardan daha fazla inkâr edenler olmuştur. Bunun tabiî bir neticesi olarak insanlık tarihi boyunca inananlarla inanmayanlar arasında sürekli bir savaş hali devam edegelmiştir. Âyet-i kerîme bunun Allah’ın dilemesine bağlı olarak vuku bulduğunu, eğer Allah dilemeseydi savaşların ve insanların birbirlerini öldürmelerinin mümkün olmayacağını haber vermektedir. Fakat ilâhî irade, savaşın ve öldürmenin olması yönünde tecelli etmiştir. Dünyevî, uhrevî ve ictimâî dengeler açısından bu kaçınılmaz olmuştur. Şairin ifaedsiyle:

“Nedir murâdı bilinmez, fakat Hakîm-i ezel

Cihânı ma‘reke halk eylemiş, hayatı cedel. (Mehmet Akif Bey)

“Rabbimizin muradını tam olarak bilemesek de, insanlık tarihi boyunca yaşanan olaylar şunu göstermektedir ki, Allah Teâlâ dünyayı bir savaş alanı kılmıştır, hayatı da baştan sona hararetli bir mücâdele.

Önemli olan bu savaş alanında mücadelemizi düzgün yapıp, hiçbir ticaret ve dostluğun bulunmadığı o büyük güne hazırlanmaktır:

[1] Habîb: Allah’ın en çok sevdiği kul.

[2] Kerîm: En şerefli, en cömert, en faziletli kul.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/kaf-suresinin-tefsiri-195001-m.jpg
Kaf Suresinin Tefsiri

Kâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ق (Kāf) harfinden alır. Resmî tertîbe göre 50, iniş sırasına göre 34. sûredir. ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2020/03/yasin-suresinin-okunusu-ve-anlami-171428-m.jpg
Yasin Suresinin Okunuşu ve Anlamı

Yasin suresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayettir. İsmini birinci ayette geçen يٰسٓ (Yasin) kelimesinden alır. Resmî sıralamada 36, nüzul (İniş) sırası ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-46-ayeti-ne-anlatiyor-194995-m.jpg
Enam Suresinin 46. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/hz-ibrahim-as-ile-ilgili-ayetler-194966-m.jpg
Hz. İbrahim (a.s.) ile İlgili Ayetler

İbrâhim Âleyhisselâm; Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın müştereken kabul ettiği büyük peygamberdir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’den (a.s.) birçok ...