Bakara Sûresi 31-33. Ayet Tefsiri


31-33 / 286


Bakara Sûresi Hakkında

Bakara sûresi 286 ayettir. Medine’de on senelik bir müddet içinde peyderpey nâzil olmuştur. Mushaf tertîbine göre 2, nüzûl sırasına göre 87. sûredir. İsmini, 67 ile 71. âyetler arasında bahsedilen, İsrâiloğulları’nın sığır kurban etmeleri kıssasından almıştır. Sûreye, içinde Âyetü’l-Kürsî bulunduğundan اَلْكُرْسِيُّ (Kürsî), Kur’ân’ın zirvesi olduğu için سَنَامُ الْقُرْاٰنِ (Senâmu’l-Kur’ân), hidâyet nûrunun parlaklığı sebebiyle de اَلزَّهْرٰي (Zehrâ) ismi verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun sûresidir. Bu hâliyle sûre, Kur’ân’ın geniş bir özeti mâhiyetindedir.

Resûlullah (s.a.s.):

“Bu sûre, neredeyse dînin tamamını ihtivâ eder” buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân 2/2876

Bakara Sûresi Konusu

Sûrede bahsedilen temel konulardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

  Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen hak bir kitap olduğu,

  Tevhîd, nübüvvet ve âhiret gibi îman esaslarının delillerle beyân edilmesi,

  Mü’min, kâfir ve münafıkların vasıfları,

  Hz. Âdem’in diğer yaratıklar arasındaki konumunun belirlenmesi, şeytanla imtihanı ve cennetten indirilmesi,

  İsrâiloğulları’nın tarih içindeki durumları, Kur’an’a ve Peygamberimize karşı tavırları, hidâyete davet edilmeleri, yanlış itikad ve davranışlarının tashihi,

  Ka’be’nin inşâsı ve kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a çevrilmesi,

  Müslüman şahsiyetin inşası ve İslâm toplumunun teşekkülü için: Namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi ibâdetlerle ilgili hükümlerin; adâlet, ahde vefâ ve infak gibi ictimâî hayata dair esaslar ile âile hukûku, devletler arası ilişkiler, iktisadî ve siyâsî düzenlemelerin getirilmesi,

  Ferd ve cemiyeti bozulup dağılmaktan korumak için sihir, içki, kumar ve faiz gibi yasaklara dikkat çekilmesi,

  Allah’ın birliğini, her şeye kâdir olduğunu ve ölüleri diriltip hesap soracağını çeşitli misallerle ortaya koyarak insanları îman ve itaate çağırması,

  Kulluğun özü olan ve mü’mini Rabbine bağlayan bazı duaların öğretilmesi.

Hâsılı dikkatle incelendiğinde Bakara sûresinin, ihtiva ettiği hükümler, konular ve maksatlar itibariyle muazzam bir insicama, belirli ve düzenli bir plana sahip olduğu görülür. İlk âyetlerde sûrede incelenecek olan konuların ana hatları verilmekte, daha sonraki bölümlerde ise her konu sûre bütünlüğü içinde en uygun yerini almaktadır. Sûre, hidâyeti kabul eden kulun, emredilen hükümleri yerine getirme hususunda Rabbinden kolaylık talebiyle sona ermektedir. Muhtelif konular ele alınmakla birlikte sûrenin esas hedefi, Kur’an’ın hidâyetini gerçekleştirmek ve bundan âzamî istifadeyi sağlamaktır. Sûre boyunca devamlı bu hedef gözetilmiş ve sûrenin başı ile sonu o hedefte birleşmiştir.[1]

[1] Sûrenin bu açıdan büyük bir vukûfiyetle ele alınmasına örnek olarak bk. Drâz, en-Nebeü’l-azîm, s. 163-211; En Mühim Mesaj: Kur’ân, s. 195-299.

Bakara Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushafta ikinci, nüzûl sıralamasında 87. sûredir, Medine’de nâzil olmuştur. Kur’an’ın en uzun sûresidir. Tamamının bir nüzûl sebebi olmamakla birlikte birçok âyeti için özel iniş sebepleri vardır. O âyetler açıklanırken nüzûl sebepleri hakkında da bilgi verilecektir.

Bakara Sûresi Fazileti

Ele aldığı mevzulara bakıldığında Bakara sûresinin çok önemli, faziletli ve büyük bir sûre olduğu görülür. Peygamber Efendimiz’in “Kur’an âyetlerinin efendisi ve en büyüğü” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 142, 178) olarak beyân ettiği Âyetü’l-Kürsî de bu sûrede yer almaktadır. Sûrenin faziletini beyân eden pek çok rivayet nakledilir. Bunların birkaçı şöyledir:

  “Kur’an’dan uzak kalarak ev­lerinizi kabirlere çevirmeyin. Şunu bilin ki şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürküp kaçar.” (Müslim, Müsâfirîn 212)

  “Kur’an’ı okuyun; çünkü o, kıyamet gününde kendisiyle hemhâl olanlara şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâvân’ı yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun;[1] çünkü onlar, kıya­met gününde iki büyük bulut veya iki gölgelik ya da iki kuş sürüsü hâlinde gelerek kendile­rini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyun; çünkü ona sarılmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlıktır; ona sihir­bazların gücü yetmez.” (Müslim, Müsâfirîn 252)

  “Bakara sûresinin sonunda­ki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet o gece ona yeter.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 10)

  Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece Ba­kara sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlı bulunuyordu. Derken at ürküp hırçınlaşmaya başladı. Üseyd okumayı kesince at da sâkinleşti. Tekrar okumaya başlayınca at yine tedirgin bir şekilde ileri geri gitmeye başladı. Üseyd susunca at da sâkinleşti. Bu durum iki kez daha tekerrür etti. Oğlu Yahyâ ata yakın bir yerde bulunuyordu. Atın çocuğa bir zarar vermesinden korktu ve onu bulunduğu yerden yanına çekti. Bu sırada başını kaldırıp gökyüzüne baktığında buluta benzer bir şey içinde kandiller misali ışıklar gördü. Bunlar yavaş yavaş yükselerek nihayet gözden kayboldu. Sabah olunca durumu Resûlullah (s.a.s.)’e anlattı… Efendimiz şöyle buyurdu:

  “Onlar seni dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 15; Müslim, Müsafirin 242)

Bu ve benzeri rivayetlerden de anlaşılacağı üzere Bakara sûresi, hem evlerimizi hem de gönüllerimizi mânen îmâr edecek, okuyanı âdeta maddî mânevî şerlerden muhâfaza ederek onu meleklerle beraberliğe yükseltecek bir fazilet ve şerefi hâizdir.

Şimdi, bütün mâna, hikmet ve sırlarından kalbe yansıyan miktarıyla o sûrenin tefsiri başlamaktadır:

[1] Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine, hidâyet nûrlarının parlaklığı ve okuyanlara verilecek ecrin büyüklüğü sebebiyle, اَلزَّهْرَاوَانِ (Zehrâvân) ismi verilmiştir.

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣١﴾
قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿٣٢﴾
قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ ﴿٣٣﴾
Karşılaştır 31: Allah Âdem’e isimlerin tamamını öğretti, sonra da onları meleklere gösterip: “Haydi, doğru söylüyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu.
Karşılaştır 32: Melekler: “Seni tesbih ve her türlü noksanlıktan tenzîh ederiz! Senin öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Elbette her şeyi hakkıyla bilen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan ancak sensin!” dediler.
Karşılaştır 33: Allah: “Ey Âdem, bunların isimlerini onlara söyle” dedi. Âdem isimleri onlara bildirince, Hak Teâlâ: “Size, «Göklerin ve yerin gaybını ben bilirim; ayrıca sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim» dememiş miydim?” buyurdu.

TEFSİR:

Âdem’in[1] yeryüzünde Allah’ın halîfesi olarak seçilmesinin en mühim şartı, sahip olduğu pek çok istidatla beraber onun ilmî yönüdür. Kendine lütfedilen duyu organları, kalp, akıl ve anlama kabiliyetiyle bilmediğini öğrenebilmekte ve varlığın hakikatini keşfedebilmektedir. Bu özellik, yaratıklar içinde sadece insana aittir. Burada Allah Teâlâ, Âdem’in meleklerden daha üstün kabiliyetlere sahip ve bu sebeple hilâfete layık olduğunu açıkça ortaya koymak üzere bir imtihan yapmaktadır. Fakat henüz imtihan başlamadan önce Cenab-ı Hak, bütün isimleri Âdem’e öğretti. Ya o isimleri bizzat kendi koyup Âdem’in ruhuna nakş ve ilham etti. Veya Âdem’e bunları gerektiğinde koyup kullanacak özelliğe sahip bir ruh üflemeyi takdir buyurdu. Birinci mâna açık, ikincisi de ihtimal dâhilindedir.

Âdem’e öğretilen “bütün isimler”den maksadın ne olduğu hakkındaki görüşleri şu şekilde hülasa etmek mümkündür:

    Bu isimler, insanların birbirleriyle tanışma ve anlaşmasına vesile olan bütün isimlerdir. Bunlar; insan, hayvan, bitki, yer, gök, deniz, dağ, nehir, kuş, güvercin, deve, inek, koyun, hatta kamçı ve kapkacağa varıncaya kadar bütün varlıkların isimleridir. Bundan kıyamete kadar olmuş ve olacak bütün şeylerin isimleri mânasını anlamak da mümkündür.

    Bu isimlerden maksat meleklerin veya Âdem’in zürriyetinin isimleridir.

    İsimlerden murat, eşyanın sûretleridir.

    Allah, Âdem’e sadece mahlûkatın isimlerini değil, kendi isimlerini de öğretmiştir. Âdem, mahlûkatın isimlerini bilmekle meleklerin secdesine lâyık olmuştur. Hak Teâlâ’nın isimlerini bilmesiyle ne gibi yüksek derecelere lâyık olacağı buna kıyâs edilerek düşünülmelidir. Mahlukatın ismini bilmede Âdem’le eşit seviyede olmayanların, Hakk’ın isimlerini ve gaybın sırlarını bilmede ona yaklaşmaları nasıl mümkün olabilir?

İşte Yüce Rabbimiz, bütün bu isimleri ve suretleri Âdem’e öğretti. Sonra da bu isimlerin delalet ettikleri zâtları meleklere göstererek, bunları isimleriyle kendisine haber vermelerini istedi. Halbuki Allah, onların bu işe güç yetiremeyeceklerini bilmekteydi. Allah’ın Âdem’e eşyânın isimlerini önceden öğretip, sonra meleklere arzetmesinin hikmeti, Âdem’i taltîf etmek, bilmediği sırları ve gizli ilimleri ona öğretmek; diğer taraftan da meleklerin, sahip oldukları özelliklerle Âdem’e karşı gelmelerini önlemekti.  Allah’ın meleklere, “Haydi, doğru söylüyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” (Bakara 2/31) şeklindeki hıtâbı, onları azarlamak, acizliklerini göstermek, onların gerçeği görerek işin aslını Hak Teâlâ’ya bırakmalarını sağlamak içindir. “Meleklerin sözün”den murâd ise, Âdemoğullarının yeryüzünde fesat çıkaracaklarını, bu sebeple halîfe olma husûsunda kendilerinin onlardan daha üstün olduklarını iddiâ etmeleridir.

Cenâb-ı Hakk’ın emrine uygun olarak isimleri haber vermekten aciz kalan melekler, Allah’ı her türlü noksanlıktan pak ve uzak tutarak, kendilerine öğrettiklerinden başka hiçbir şeyi bilemeyeceklerini ve cahillerin yaptığı gibi bilmedikleri şeyler hakkında da görüş ileri süremeyeceklerini söylediler. Âyet, aynı zamanda meleklerin önceki sualleriyle Allah’a itiraz maksadı taşımadıklarını, bilakis bilmediklerini öğrenmeye çalıştıklarını gösterir. Zira onlar, kendi âlemlerine ve kabiliyetlerine uygun olmayan ilimlere sahip olmadıklarını, kabiliyetlerine uygun olan ilmi ise zâten Allah’ın kendilerine öğreteceğini söylemektedirler.

Şüphesiz Allah Alîm’dir; herşeyi öylesine bilir ki, ona hiçbir sır gizli kalmaz. Meleklerin, verdikleri cevaplarından Allah’ın “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” (Bakara 2/30) sözünün mânasını kavradıklarını anlıyoruz. Hakîm’dir; herşeyi hikmetle yaratır, hikmeti olmayan hiçbir iş yapmaz. Yaptığını muhkem ve sağlam yapar. Hüküm verenlerin en yücesi de O’dur.

Meleklerin isimleri bilememesi ve Allah karşısında acziyet ve tezellüllerini ortaya koymaları üzerine Cenab-ı Hak Âdem’e hitap ederek, eşyanın isimlerini meleklere haber vermesini istemiştir. O da bu vazifeyi başarıyla yerine getirmiştir. İmtihan tamamlanmış, hikmet tecelli etmiş ve Âdem’in meleklerden üstünlüğü açık bir delille ispat edilmiştir. Meleklerin bilmediği, fakat Allah’ın kesinlikle bildiği gerçeklerden bir kısmı ortaya çıkmıştır. Bu sebeple Rabbimiz: “Size, «Göklerin ve yerin gaybını ben bilirim; ayrıca sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim» dememiş miydim?” (Bakara 2/33) buyurmuştur.

Âyetin işaret ettiği mühim noktalar şunlardır:

  İnsan, şerefli bir varlıktır.

  İlim, ibâdetten üstündür. Zira meleklerin ibâdeti Âdem’inkinden fazla olmasına rağmen, halîfeliğe lâyık olamamışlardır.

  Halîfe olabilmek için aranan temel şartlardan biri, ilim sahibi olmaktır.

  Âdem ilmi sebebiyle meleklerden üstündür. Zira Allah “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 39/9) buyurmaktadır. İlim, özü itibariyle daha şerefli olmakla birlikte, ilimle beraber ibâdet de gereklidir. Zira ilim ağaç, ibâdet meyve gibidir. Ağaç asıl olduğu için şerefli olmasına rağmen, faydalanılan kısım daldaki meyvedir.

Mevlânâ Hazretleri’nin anlattığına göre:

“Allah Teâlâ, Âdem (a.s.)’ın temiz olan cismini topraktan yaratıp rûh üfleyince, Cebrâil (a.s.)’a:

«- Benim kudret denizimden üç tane büyük cevher al, nurdan yapılmış bir tabak içerisine koyup onu Âdem (a.s.)’a arzet! O, bu üç cevherden birini seçsin!» diye emretti.

Bunlardan biri akıl, ikincisi iman, üçüncüsü de hayâ cevheri idi. Cebrâil (a.s.) tabağı Âdem (a.s.)’a arzetti ve bu hâli ona anlattı. Âdem (a.s.); «Mü’min Allah’ın nuru ile bakar» (Tir­mi­zî, Tefsir 15) hadîs-i şerifi mûcibince firaset nazarını kullandı ve aklı seçti. Cebrâil (a.s.), iman ve hayâ cevheri bulunan tabağı kaldırıp tekrar kudret denizine götürmek istedi. Fakat Cebrâil bu kadar kudretine rağmen tabağı yerinden kaldıramadı. İman ve hayâ cevherleri ona:

«- Biz Allah’ın sevgilisi olan aklın sohbetinden ayrılamayız, onsuz hiçbir yerde karar ve mânamız kalmaz. Çünkü biz üçümüz ezelden beri Allah’ın şeref mâdeni ve kudret denizinin cevherleriyiz, birbirimizden ayrılamayız» dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Cebrâil’e:

«- Ey Cebrâil! Onları bırak gel!» emri geldi. Bu üç temiz cevher Âdemoğullarına kalmış mirastır.” (Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 263)

Âyet-i kerîmede işaret edildiği üzere, burada Cenâb-ı Hakk’ın Âdem’e bir inâyet ve rahmet tecellisi vardır. Zira meleklere, özellikle hakkında bilgileri olmayan bir şeyi talep ederken “Bana haber verin!” buyruğuyla yürekleri sarsacak bir heybet hitabında bulunmuştur. Âdem’e ise, heybet ve korkuya kapılmasını gerektirmeyecek şekilde  “Onları meleklere haber ver!” buyurmuştur. (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârâtI, 36)

Düzenlenen imtihanla Âdem’in meleklere üstünlüğü ve hilâfete liyakâti tespit edilince, bu kez ilâhî hikmetin ikinci adımı gerçekleştirilmek üzere meleklere Âdem için secde emri gelmektedir:

[1] “Âdem” kelimesi “yeryüzü” anlamındaki “edeme”den gelmektedir. Böylelikle Hz. Âdem’e yaratıldığı asıldan gelen bir isim verilmiştir. Bu kelimenin “esmerlik veya beyazlık” anlamını taşıyan “udme”den geldiği de söylenir ki bu da Âdem’in ve oğullarının rengini gösterir. (Kurtubî, el-Câmi‘, I, 279-280)

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/03/maide-suresinin-120-ayeti-ne-anlatiyor-194888.jpg
Maide Suresinin 120. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ Göklerin, yerin ve bunlardaki ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/03/maide-suresinin-109-ayeti-ne-anlatiyor-194874.jpg
Maide Suresinin 109. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُو ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/03/maide-suresinin-105-ayeti-ne-anlatiyor-194854-m.jpg
Maide Suresinin 105. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/03/maide-suresinin-100-ayeti-ne-anlatiyor-194841-m.jpg
Maide Suresinin 100. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْب ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/03/maide-suresinin-90-ayeti-ne-anlatiyor-194828.jpg
Maide Suresinin 90. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/03/nisa-suresi-100-ayet-ne-anlatiyor-ve-inis-sebebi-nedir-194825-m.jpg
Nisa Suresi 100. Ayet Ne Anlatıyor ve İniş Sebebi Nedir?

Nisâ sûresi Medine’de nâzil olmuştur, 176 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “kadınlar” mânasına gelen اَلنِّسَاءُ (Nisâ) kelimesinden alır. A ...