TEFSİR:
İbn
Abbas (r.a.) şu açıklamayı yapmıştır:
“34.
âyette ifade edilen «en güzel yol»dan maksat, öfkeliyken sabretmek ve kötülüğe
mâruz kalındığında bağışlamaktır. İnsanlar bunu başardıkları takdirde, Allah
onları muhâfaza eder, düşmanları da onların önünde eğilir ve candan bir dost
gibi olur.” (Buhârî, Tefsir 41/1)
Yüce
rabbimizin açıkça bildirdiği gibi elbetteki yilikle kötülük bir olmaz. İyilik
kalplere pozitif enerji verir, kötülük kalbin nurunu söndürür, kuvvetini
giderir. İyilik ve dürüstlük, gönülleri fetheden mânevî bir iksirdir. İyiliğin
çok çeşitleri vardır. Kendimize yapılan kötülükleri affetmek bir iyiliktir.
Kötülüğü affetmekle beraber, üstelik kötülük yapan o kişiye bir de iyilik yapabilmek
daha faziletli bir iyiliktir. Esasen taşlaşmış kalpleri yumuşatıp eritecek,
düşmanlıkları giderecek, kaynayan öfkeleri yatıştıracak ve en amansız
düşmanları sımsıcak dost yapacak sır bunda gizlidir. Fakat bunu başarmak,
konuşulduğu kadar kolay bir iş değildir. Bunu başarabilmek, büyük bir ahlâkî
kemal, ruhî kıvam, sarsılmaz bir sabır ve yüksek bir fazilet ister.
Güzel
isimlerinden biri اَلْعَفُوُّ (Afüvv) yani “Çok
Affedici” olan Cenâb-ı Hak kullarının affedici olmasını ister. Affetmeyi seven
mü’minlerin örnek alınmaya değer kullar olduğunu bildirir. Çünkü onlar
gerçekten de zor olan bir işi yapmış, nefislerini bertarâf ederek affedicilik
ve ayıp örtücülük vasfını kazanmışlardır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Bununla
beraber bir insan dişini sıkar, sabreder ve kendisine haksızlıkta bulunanı
bağışlarsa, şüphesiz bu, nefse hâkimiyet, azim ve kararlılık gerektiren büyük
bir fazilettir.” (Şûrâ 42/43)
Resûlullah
(s.a.s.) buyurur:
“…Kul
başkalarının hatâlarını affettikçe Allah da onun şerefini ziyâdeleştirir...” (Müslim Birr
69; Tirmizî, Birr 82)
“Gereğini
yapmaya gücü yettiği hâlde öfkesini yenen kimseyi Allah Teâlâ, kıyâmet günü
herkesin gözü önünde çağırır, hûriler arasından dilediğini seçmekte serbest
bırakır.”
(Ebû Dâvûd, Edeb 3/4777; Tirmizî, Birr 74)
Şahsına
yapılan hatâlar karşısında sessiz kalmak ve onları affetmek, ilk bakışta bir
âcizlik gibi görünse de hakîkatte fevkalâde yüksek bir haslettir. Kolayca
affedivermek, günah ve kusurları muhâtabın durumuna göre ve kendine has bir
metotla bertarâf etmek, Peygamberimiz (s.a.s.)’in en güzel ahlâkî
hasletlerinden biri idi. O, kazandığı savaşlarda esir düşenleri affetmiş,
kendisine karşı son derece kötü davrananlara bile güzel muamele, merhamet,
şefkat ve âlicenaplık örneği sergilemiştir.
Yine
hatâ ve kusurları affetmenin de ötesinde, kötülüğe dahî iyilikle muamele
edebilmek ve hattâ kötülüğünü gördüğü birinin ıslah ve hidâyeti için dua
edebilmek, Resûlullah (s.a.s.)’in fârik vasfı idi. Tâif’te kendisini
taşlayanlara ve Uhud’da mübârek dişlerini kırıp yüzünü yaralayanlara bedduada
bulunmayıp hidâyetleri için dua etmesi, buna kâfî bir misâldir. Yine O’nun,
getirdiği dînin izzetini korumak için Mekke’de insanların kahrolup gazab-ı
ilâhî ile helâk olmalarını değil, her birinin hidâyetle şereflenmelerini istemesi,
nice azgınların kurtuluşuna vesîle olmuştur.
Resûl-i
Ekrem (s.a.s.)’in bu yüksek ahlâkî ufkunu gösteren şu hadîs-i şerîf,
müslümanlara ne güzel bir yol göstermektedir:
“«İnsanlar
iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, şayet zulmederlerse biz de zulmederiz»
diyerek her hususta başkalarını taklit eden şahsiyetsiz kişiler olmayınız!
Lâkin kendinizi, insanlar iyilik yaparsa iyilik yapmaya, kötülük yaparlarsa
zulmetmemeye alıştırınız!” (Tirmizî, Birr 63/2007)
Resûlullah
(s.a.s.) bir gün:
“–Sizden
biri, Ebû Damdam gibi olmaktan âciz midir?” buyurdu. Oradaki sahâbîler:
“–Ebû
Damdam kimdir?” diye sordular. Resûl-i Ekrem Efendimiz de şöyle buyurdu:
“–Sizden
önceki kavimlerden birine mensûb idi. «Bana hakâret eden ve dil uzatarak
gıybetimi yapan kimselere hakkımı helâl ediyorum» derdi.” (Ebû Dâvûd,
Edeb 36/4887)
Hz.
Ebubekir (r.a.)’la alakalı şu hâdise, kötülüğe sabırla mukâbele etmenin ve onun
en güzel yolla savuşturmanın güzel bir misalidir:
Resûlullah
(s.a.s.) ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir adam geldi, Hz. Ebubekir’e
hakâretler ederek onu üzdü. Ancak Ebubekir (r.a.) sükût etti, adama cevap
vermedi. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. Ebubekir
yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince Hz. Ebubekir adama hak
ettiği cevâbı verdi.
Bunun
üzerine Peygamberimiz (s.a.s.) hemen kalkıp yürüdü. Ebubekir (r.a.) arkasından
yetişerek:
“–Ey
Allah’ın Rasûlü, yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu. Allah Resûlü (s.a.s.):
“–Hayır” buyurdu.
Sonra da şöyle devam etti:
“–Lâkin
gökten bir melek inmiş, o adamın sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına
ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun
yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” (Ebû Dâvûd,
Edeb 41/4896)
Bayezid-i
Bistami’yle alakalı şu menkıbe, onun bu muhteşem güzellikte ve i’cazdaki âyetin
mâna derinliğine ne ölçüde vakıf olup gereğini yapmaya çalıştığını ortaya
koymaktadır:
Bayezid
bir akşam mezarlıktan geçerken Bistam’ın ileri gelenlerinden birinin oğlu
sarhoş bir halde saz çalıyordu. Gencin kendisine yaklaştığını gören Şeyh “Lâ
havle velâ kuvvete illa billâh!” dedi ama bunu der demez kabadayı sazı şeyhin
başına vurdu. Saz ikiye bölündü, Şeyh de al kanlar içinde kaldı. Şeyh
zaviyesine geldi. Sabah olur olmaz sazın parasıyla birlikte bir tepsi helvayı
hizmetçisine verip gence gönderdi ve ona şunu söylemesini tembih etti:
“Bayezid,
akşam başında kırılan sazdan dolayı senden özür diliyor. Bu parayı al ve başka
bir saz satın al. Bu helvayı da ye ki kırılan sazın derdi ve acısı gönlünden
çıksın.”
Genç
bu durumu görünce geldi, şeyhin ayaklarına kapandı, tevbe etti ve hıçkıra
hıçkıra ağladı. Diğer bazı gençler de ona uyup Şeyh’in güzel huyu sayesinde
doğru yolu buldular. (Attâr, Tezkire,
Trc. Süleyman Uludağ, İstanbul, 2007, s. 179)
Hâsılı
iyilik yapanlara iyilik, fenâlık yapanlara da fenâlık yapmak meziyet değildir.
Asıl meziyet, kötülük yapanlara karşı aynı şekilde mukâbelede bulunmayıp iyilik
yapabilmektir. Zira iyilik yapılan kimse düşmansa dost olur; ortadaysa
yaklaşır; yakındaysa muhabbeti ziyâdeleşir. Lâkin şunu da hatırlatmak gerekir
ki, affetmek ve bağışlamak şahsa karşı işlenen suçlarda mevzubahistir. Bir suç,
toplumu ilgilendiriyorsa, o zaman affetmekten çok ıslâhına çalışmak, âdil
davranmak ve doğru ile yanlışı ortaya koymak îcâb eder. Zira böyle bir suçlu
affedildiğinde, bunun daha büyük haksızlıklara yol açacağı muhakkaktır.
O
hâlde ben müslümanım diyenler, İslâm’ın bu güzel ahlâk ve fazilet anlayışını
kendinden asla ayrılmaz bir meziyet halinde kuşanarak insanları hikmet ve
öğütlerle Allah’ın yoluna çağırmaya devam etmelidirler:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri