TEFSİR:
Göklerin
ve yerin yaratılışında serdedilen bu kadar ilâhî kudret delillerine rağmen,
üstelik ardı ardına gelen peygamberlerin her yolu deneyerek ısrarla sadece
Allah’a kulluk edilmesi gerektiğini bildirmelerine rağmen, inatla Allah’ın
birliğini reddeden ve O’na kulluğu kabullenmeyen münkirlerin artık
cezalandırılmaya müstahak oldukları anlaşılmaktadır. Burada misal olarak da Âd
ve Semûd kavimleri seçilmiş; onları çarpıp helak eden kasırga ve yıldırım
nazar-ı dikkate sunulmuştur:
Âd
kavminin kötülüğü, yeryüzünde hakları olmadığı halde büyüklenmeleri,
kendilerini çok güçlü ve kuvvetli görmeleri ve Allah’ın âyetlerini bile bile
inkâr etmeleri idi. Öyle ki Allah’ı da unutarak, kendilerinden daha güçlü hiç
kimsenin olmadığını söyleyecek bir küstahlık içinde idiler. Böylece gazab-ı
ilâhîyi celbettiler. Üzerlerine, yedi gece sekiz gün süren ve uğradığı yeri
darmadağın eden dondurucu bir kasırga gönderildi. (bk. Ahkāf 46/24-25; Zâriyât
51/42; Hakka 69/6-7) Kibirleri kırıldı, alçaldılar, burunları sürtüldü ve helak
oldular. Âhirette ise daha alçaltıcı, rezil rüsvâ edici bir azaba
uğrayacaklardır.
Semûd
kavminin kötülüğü, Allah’ın gösterdiği doğru yolu terk edip cehâlet
karanlıkları içinde küfür ve inkâr körlüğünü tercih etmeleri idi. Böyle olunca
hep zulüm ve haksızlık yaptılar. Kahr-ı ilâhîyi celbettiler. Kendilerini çarpan
alçaltıcı bir yıldırım azabıyla helak edildiler.
Her
iki kavmin helaki sırasında da Allah Teâlâ iman edenleri, gönülleri Allah
korkusu ve saygısıyla dopdolu olup günahlardan sakınanları kurtarmıştır.
Burada
örnek verilen Âd ve Semûd kavimlerinin, Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’e karşı çıkan
müşrik Araplarla ortak yönleri dikkat çekmektedir. Müşrikler de Âd kavmi gibi
kibirli idiler. İnsandan peygamber olmayacağını ve peygamberlerin ancak
meleklerden gönderilebileceğini düşünüyor, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile birlikte
bir meleğin gelmesini istiyorlardı. (bk. En‘âm 6/8-9; Hûd 11/12; İsrâ 17/94-95)
Yine onlar aynen Semûd kavmi gibi, içinde bulundukları küfür, şirk ve sapıklığı
Peygamber (s.a.s.)’in getirdiği doğru yola tercih ediyorlardı. İşte müşrikler,
aynı özellikleri taşıyan toplumların başına gelen felâketler hatırlatılarak
uyarılmakta ve İslâm yoluna çağrılmaktadırlar.
Bu
âyet-i kerîmelerin, indikleri dönemdeki müşrikler üzerinde bıraktığı tesiri göstermesi
itibariyle şu hâdise gerçekten dikkat çekicidir:
İslâm
davetinin günden güne gelişmesi üzerine iyice telâşa kapılan müşrikler, bir
toplantı yaparak bu gidişâtın önünü alabilmek için çâreler düşündüler. Mes’ele
hakkında Efendimiz (s.a.s.) ile konuşması için Utbe bin Rebîa’yı gönderdiler.
Utbe, müşriklerin daha önce yapmış oldukları zenginlik, evlilik, makam ve
şöhret gibi teklifleri fazlasıyla tekrar ederek uzun uzun konuştu. Sözlerini
bitirinceye kadar Allah Resûlü onu sessizce dinledi Sonra da:
“-
Ey Ebu’l-Velîd! Söyleyeceklerin bitti mi?” diye sordu. Utbe, “Evet!” deyince
Resûlullah (s.a.s.) “Şimdi de sen beni dinle!” buyurdu ve Besmele
çekerek Fussılet sûresini okumaya başladı. Secde âyeti olan 37. âyeti de okuyup
secde ettikten sonra:
“−Ey
Ebu’l-Velîd! Okuduklarımı dinledin. Artık işte sen, işte o!” buyurdu.
Utbe
kalkıp arkadaşlarının yanına dönerken, onu gören müşrikler:
“−VAllahi
Ebu’l-Velîd gittiğinden çok farklı bir yüzle geliyor. Hâli çok değişmiş?!”
dediler. Yanlarına geldiğinde heyecanla Utbe’ye: “Ne oldu, anlatsana?”
dediler. Utbe:
“−VAllahi,
öyle bir söz dinledim ki şimdiye kadar bir benzerini hiç işitmemiştim. O ne
şiir, ne sihir, ne de kehânettir! Muhammed:
«Ben
sizi Âd ve Semûd kavimlerini yıldırım gibi çarpan korkunç azabın sizi de çarpabileceği
gerçeğine karşı uyarıyorum!» (Fussılet 41/13) dediği zaman, daha fazla okumasın diye elimle
ağzını tutarak, akrabalığımız hakkı için yemin ettim. Muhammed’in söylediği her
şeyin aynen vuku bulduğunu bildiğim için üzerimize azap ineceğinden korktum. Ey
Kureyş cemaati! Gelin beni dinleyin! O’nu kendi işiyle baş başa bırakın, aradan
çekilin! Eğer onu Araplar öldürürse, başkası vâsıtasıyla O’ndan kurtulmuş
olursunuz. Şâyet Araplara hâkim olursa, O’nun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz,
O’nun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz demektir. Böylece Muhammed
sâyesinde insanların en mutlusu olursunuz!” dedi. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 313-314; İbn Kesîr, Bidâye, III, 111-112)
Bahsedildiği üzere inkârcı toplumlar dünyada bir
kısım felâketlerle helak edildiler. Bunların âhirette uğrayacakları azaba
gelince:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri