Ahzâb sûresi Medine’de hicrî beşinci yılın sonlarında inmiştir. 73 âyettir. İsmini, 20. âyette geçen اَلأحْزَابُ (ahzâb) kelimesinden alır. “Ahzâb” topluluk, grup, parti, bölük gibi mânalara gelen اَلْحِزْبُ (hizb) kelimesinin çoğuludur. İnsanın her gün okumayı mutat hale getirdiği dua demetine ve Kur’an’da bir cüz’ün dörtte birine de hizb denilir. Bu sûrede “ahzâb” kelimesiyle, müslümanlara karşı savaşmak için birleşen müşrik Arap kabileleri ve onlara katılan diğer düşman güçleri kastedilir. Mushaf tertîbine göre 33, iniş sırasına göre 97. sûredir.
Resûlullah (s.a.s.)’in şahsında tüm mü’minlere Allah’tan korkup kâfirlere ve münafıklara itaat etmeme, Kur’an’a ittibâ ve Allah’a tevekkül gibi temel ahlâkî esaslara yer vererek başlayan sûrede üç mühim tarihî hâdiseden bahsedilir:
› Hicrî 5. yılın Şevvâl ayında vuku bulan Hendek, diğer ismiyle Ahzâb savaşı ve bu vesileyle münafıkların iç dünyalarının ortaya konması, ruh hallerinin tasvir edilmesi.
› Hicrî 5. yılın Zilkâde ayında yapılan Benî Kurayza gazvesi, bu vesileyle mü’minlere zafer ve ganimetlerin müjdelenmesi.
› Yine Hicrî 5. yılın Zilkâde ayında meydana gelen Peygamberimiz (s.a.s.)’in Hz. Zeynep’le evlenmesi ve bu hâdise esas alınarak evlatlıkla alakalı hükümlerin düzenlenmesi.
Bu hâdiseler Ahzâb sûresinin ne zaman indiği hususunda net bir fikir verdiği gibi, sûrede temas edilen diğer konular da bu üç ana hâdise etrafında döner durur. Hususiyle Resûlullah (s.a.s.)’in müstesnâ şahsiyeti, Allah katındaki değeri, kendisine ve hanımlarına mahsus evlenme, boşanma, örtünme hükümleri; mü’minlerin Efendimiz (s.a.s.) ve hanımlarıyla olan içtimâî münâsebetlerine dâir edep kâideleri beyân edilir. Allah ve Rasûlü’ne karşı saygısız davranan kimselerin hem dünya, hem de âhiretteki fecî sonlarından birer manzara sunularak, mü’minlerin bu hususta daha dikkatli olmaları istenir. Sûre din ve kulluk emânetini taşımanın ehemmiyeti ve zorluğunu dile getirerek nihâyete erer.
Mushaftaki sıralamada otuz üçüncü, iniş sırasına göre doksanıncı sûredir. Âl-i İmrân sûresinden sonra, Mümtehine sûresinden önce Medine’de inmiştir. İbn İshak’a göre hicretten sonra nâzil olmuştur; geliş tarihi bakımından Medine’de nâzil olan sûrelerin dördüncüsüdür.
Bu âyetlerin indiği dönemde Resûlullah (s.a.s.), bir taraftan İslâm’ın gelişmesini engelleyip İslâm toplumunu ortadan kaldırmaya çalışan kâfir ve münafıkların saldırıları ile mücâdele ediyor, bir taraftan da daha ziyâde muamelât, haram ve helâller konusunda peş peşe gelen Kur’an hükümlerini tatbik edip topluma yerleştirmeye çalışıyordu. 37. âyette geleceği üzere, toplumda bir gelenek halinde iyice yerleşmiş bulunan “evlât edinme” âdetinin kaldırılması ve buna bağlı olarak evlilik ve miras konularında yeni bir hukûkî düzenlemenin yapılması buna bir misaldir. Zira toplum hayatında bir kısım yeni düzenlemeler yaparken münafıkların dedikodularını göğüslemenin yanında mü’minlerin de bu hususlarda eğitilmeleri ve yönlendirilmeleri gerekiyordu. Ayrıca siyâsî açıdan son derece hassas noktalarda kâfir ve münafıkların barış adı altında bazı teklifleri oluyor, bunlar karşısında da dikkatli davranmak lazım geliyordu. Dolayısıyla böyle bir ortamda başarılı olabilmek için büyük bir ciddiyet, titizlik ve hassâsiyetle gayret gösterilmesi zaruri bir durumdu. Bu sebepledir ki, bütün bu mevzuların yoğunluklu bir şekilde işlendiği bu sûre söze başlarken, bizzat Peygamberimiz (s.a.s.)’e hitap ederek şunları emreder:
› Kalbin Allah’a karşı saygı ve korku hissiyâtıyla dopdolu olması. Böyle bir takvâ ile O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak suretiyle güzel bir kulluğun sergilenmesi. Çünkü takvâ; kişiyi caiz olmayan şeylerden dizginleyen bir gem, Allah’ın sevdiği şeylere çekip sürükleyen bir yular, emredilen şeyleri yapmaya sevk eden bir kamçı, Allah’ın hukûkunu yerine getirmeye teşvik eden bir sâik, düşmanların kişiye ulaşmasını engelleyen bir kalkan ve hata yapma hastalığını tedâvi eden bir tılsımdır.
› Kâfir ve münafıkların dine aykırı isteklerine ve tekliflerine asla itaat etmemek.
› İçinde bulunulan siyâsî ve içtimâî şartlar gereği zâhiren bir kısım problemlere, sarsıntılara ve dedikodulara sebep olacak gibi gözükse de Allah Teâlâ vayhettiği Kur’an’la neyi talep ediyorsa ona kayıtsız şartsız uymak.
› Başarılı olabilmek için de, gönlü yaratılmışlara dayanmaktan kurtarıp yalnızca Allah’a güvenip dayanmak.
Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerinden biri olan اَلْوَك۪يلُ (Vekîl), kulların menfaat ve maslahatlarını üstlenen, her işte onlara yeten, belâları giderip ihtiyaçları karşılayan demektir. Bu sebeple Allah’ın hakiki vekîl olduğunu bilen kişi, her işinde O’na dayanır, O’na güvenir, sadece O’nunla yetinir ve O’ndan başka şeylere iltifatı terk eder. Fânî sevdaları bırakarak kalbini sadece Allah’ın sevgisine tahsis eder:Kur’an’da şöyle buyrulur: اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ ا ...
Zebâniler, insanları cehenneme sevkeden ve cehennemi yöneten meleklerdir. Kur’an-ı Kerim’de zebânilerden bahseden ayetler şunlardır: ZEBANİLER İLE İL ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي ك ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ “Ve yüzünü hak dine çevir, sakın müşrikler ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ Asla Allah’ın âyetlerini yalan ...