Zümer Sûresi 8-9. Ayet Tefsiri


8-9 / 75


Zümer Sûresi Hakkında

Zümer sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 75 âyettir. İsmini 71 ve 73. âyetlerde geçen “zümreler, gruplar, bölükler” mânasına gelen اَلزُّمَرُ (zümer) kelimesinden alır. 22. âyette geçen ve “köşkler, odalar” mânasına gelen اَلْغُرَفُ (ğuref) kelimesi de sûreye isim olmuştur. Resmî tertîbe göre 39, iniş sırasına göre 59. sûredir.

Zümer Sûresi Konusu

Sûrede ağırlıklı olarak tevhid inancının ve Allah’a ihlasla kulluk yapmanın ehemmiyeti ele alınır. Bir taraftan da şirkin bâtıllığı, saçmalığı ve kötü neticeleri geniş izahlarla beyân edilir. Mekke’de müşriklerin mü’minlere şiddetli baskı uyguladıkları bir dönemde indiği anlaşılan sûre, müslümanların gerektiğinde hicret etmelerine kapı aralar. Peygambere ve mü’minlere, ne tür zor şartlar altında olurlarsa olsunlar, dinlerinden asla taviz vermemeleri hatırlatılır. Çünkü tevhid inancının zedelenmesi, sonuç itibariyle bütün amellerin boşa çıkması gibi ağır kayıplara yol açabilecektir. Bu hususta peygamberin durumu bile diğerlerinden farksızdır. Sûre kıyâmetten bahsederek; tevhid ehlinin erişeceği hayırlı netice ile, şirke düşenlerin düçar kalacakları kötü sonu tesirli bir şekilde sahneleyip, dinleyenlerine hem iki farklı neticeyi mukayese etme, hem de ikisi arasında tercihte bulunma fırsatı sağlayarak son bulur.

Zümer Sûresi Nuzül Sebebi

          Mushaftaki sıralamada otuz dokuzuncu, iniş sırasına göre elli dokuzuncu sûredir. Sebe’ sûresinden sonra, Mü’min (Gåfir) sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi gerektiğini belirten 53. âyetten itibaren üç veya yedi âyetin Medine döneminde indiği yolunda rivayetler varsa da bu rivayetler zayıf bulunmaktadır (bk. İbn Âşûr, XXIII, 311).

Zümer Sûresi Fazileti

Hz. Aişe, Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in her gece yatmadan evvel Zümer ve İsrâ sûrelerini okuduğunu rivayet eder. (Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’an 21)

وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلًاۗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ ﴿٨﴾
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَٓائِمًا يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟ ﴿٩﴾
Karşılaştır 8: İnsanın başı derde düştüğünde, gönülden Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra Allah, kendi katından ona bir nimet verdiğinde, önceki yalvarış ve yakarışını unutur da, insanları O’nun yolundan saptırmak için Allah’a ortaklar koşar. De ki: “Küfür ve nankörlüğün içinde hayattan biraz daha kâm al bakalım. Nasıl olsa sonunda cehennemi boylayanlardan olacaksın!”
Karşılaştır 9: Şimdi düşünün, bu cehennemlik kimse mi daha iyidir; yoksa gece saatlerinde secde ederek ve ayakta durarak ibâdet eden, âhiret azabından sakınan ve Rabbinin rahmetini uman tertemiz bir mü’min mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak gerçek akıl ve idrâk sahipleri düşünüp ders çıkarırlar.”

TEFSİR:

Bu iki âyet-i kerîmede bilenle bilmeyen, gerçeği idrak edenle edemeyen iki insanın şahsiyet yapıları izah edilir. Birbirine tam tekabül edecek iki farklı tablo çizilir:

 Birinci tablonun ilk kısmında bir insandan bahsedilmektedir. Onun başına hastalık, kıtlık, ölüm gibi bir takım sıkıntılar geliyor. Her taraftan zorluklarla kuşatıldığını görüyor. Kalbinin sıkıştığını ve ruhunun daraldığını hissediyor. Bu durumda o insanın hemen Rabbine yöneldiği, el açıp dua ettiği görülür. Yalnız Allah’a yönelmiş, artık O’ndan başkasının kendisini bu sıkıntıdan kurtaramayacağını kavramıştır. Aynı tablonun ikinci kısmında yine aynı şahıs yer almaktadır. Fakat bu kez sıkıntılar kaybolmuş, yerine bolluk ve rahat gelmiştir. Korku yerini emniyete, açlık yerini tokluğa, sıkıntı yerini ferahlığa bırakmıştır. Değişen şartlara göre sahnedeki adamın halinin de değiştiğini görmekteyiz. Bu tabloda sıkıntının dokunmasıyla fıtratı yalın halde ortaya çıkan bu insanın tekrar geriye döndüğü, fıtratının üzerini tortuların kapladığı; Rabbine dönüşünü, O’na yalvarışını ve sınanma sırasında yalnız O’na kulluk ettiğini, O’ndan başka kimsenin bu belayı başından savmaya gücünün yetmediğini unuttuğu görülmektedir. O insan bunların hepsini unutmakta ve Yüce Allah’a ortak koşmaya başlamaktadır.

9. ayette ise birinci tablonun mukabilinde gerçek bir mü’min şahsiyetinin tablosu çizilir. Bu, sürekli Allah korkusu ve ürpertisi ile dolu olan, Allah’ı dâimâ zikreden, sıkıntıda ve bollukta O’nu hiç unutmayan, gecelerini secde ve kıyamla geçiren, yeryüzündeki hayatını âhiret endişesiyle yaşayan, Rabbinin rahmetine ve ihsanına ulaşmak isteyen mü’min insan tipidir. Bu insan, varlığın gerçeklerini anlamayı sağlayacak ve sağlıklı bir bilgiyi meydana getirecek olan Allah Teâlâ’yla sürekli bağı bulunan bir gönül sahibidir. Bu tablo, insandaki şeffaf ve derin hisleri harekete geçirecek bir tablodur. Bu tablo, önceki ayetin çizmiş olduğu çirkin ve silik tablonun tam zıddıdır.

Allah Teâlâ, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 39/9) beyanıyla bu iki tabloyu mukayese etmekte ve karşı karşıya koymaktadır. Zira hakiki ilim, mârifettir, tanımaktır; gerçeği kavramaktır. Bu ilim, insanın kalp gözünü açarak onun kâinatta var olan değişmez kanunlarla sıkı bir bağ kurmasını sağlar. Başka bir ifadeyle eserden eserin sahibine götürür. Bir ilim sahası kişiyi Hâkim-i Mutlak olan Allah’a götürüyorsa hakiki ilim sayılır. Yoksa ilim, sadece zihni dolduran, fakat eşyanın hakikatine ulaştırmayan dağınık bilgiler değildir. Kur’an’ın buradaki beyânına göre gerçek ilme ve mârifete ulaşmanın yolu, yüce Allah’a boyun eğip O’na ibâdet etme, kalbin hassasiyeti, âhiret korkusunun şuuruna varma, Allah’ın rahmetine ve ihsanına umut bağlama, bu korku ve ürperti içinde Allah’ın kendisini her an görüp işittiğini hatırda tutmadır. Ancak bu yolla hakikat kavranabilir. (bk. Seyyid Kutub, Fî Zılâl, V, 3042) Bu gerçekleri de ancak “akl-ı selim sahipleri” düşünüp idrak edebilir. Sadece akıllı, şuurlu, basîreti açık, eşyanın hakikatini kavrayan, gördüğü ve bildiği şeylerden yararlanan, gördüğü ve dokunduğu her şeyde Allah’ı hatırlayan; Allah’ı da, O’nun huzuruna çıkarılacağı günü de unutmayan bahtiyar kimseler bilebilirler.

Kâinattaki fizikî kanunlarla ve çeşitli ilimlerle meşguliyet de böyledir. Bunlar insanı mârifetullaha ulaştırmak için birer vasıta olmalıdır. Aksi takdirde bunlar da perde Allah ile kul arasında olmaktan öteye geçemezler. Zâhiren kişinin bilgisi artıyor fakat manevî hallerinde bir terakki görülmüyorsa; burada tehlikeli bir durum var demektir. Halbuki insanın ilmi arttıkça, Allah Teâlâ’ya karşı olan takvâsı, saygısı ve haşyeti de artmalıdır. Hakiki âlimler, Cenâb-ı Hakk’ı nasıl bilip tanımak gerekirse öylece bilirler. Gönüllerinde Allah’a sonsuz tâzim ve muhabbet hisleri taşırlar. Âyet-i kerîmede:

“Gerçek şu ki, kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan gerektiği gibi korkarlar” (Fâtır 35/28) buyrulur.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de:

“Sizin Allah’ı en çok tanıyanınız ve O’ndan en çok korkanınız benim” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Sıyâm 74) buyurarak bu gerçeğe işaret eder.

Resûl-i Ekrem (s.a.s.), ölmek üzere olan bir genci ziyaret etti ve ona:

“- Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu. Genç:

“- Rabbimin rahmetini umuyor, günahlarımdan korkuyorum” diye cevap verince Efendimiz (s.a.s.):

“- Böyle durumlarda bir kulun kalbinde ümit ile korku birleşince, Allah Teâlâ ona umduğunu verir, onu korktuğundan da emin kılar” buyurdu. (Tirmizî, Cenâiz 11; İbn Mâce, Zühd 31)

Zünnûn-ı Mısrî (k.s.) bir gün: “İrfan sahibi için ne devamlı hüzün vardır; ne de devamlı sürûr” der ve şöyle devam eder:

“İrfan sahibinin hâli ona benzer ki; başında kerâmet tâcı vurulu olarak tahtına çıkar oturur. Ama o bu hâlinde iki korkunç manzara karşısında titrer. Şöyle ki; başında bir kılıç asılı durur. O kılıç bir kılla tutturulmuştur. Kapı önündeyse iki yırtıcı hayvan bekler… O, bir yandan başına vurulan kerâmet tâcını ve kurulduğu tahtı görüp mesrûr olurken, beri yandan da kapıda bekleyen yırtıcı hayvanları ve baş ucunda asılı kılıcı hatırlar, ürperir… Bu durumda o irfan sahibi nasıl sevinir ve nasıl korkar bir düşünün?”

Sonra da şöyle devam etti:

“Onun baş ucunda asılı duran kılıç, dinî hükümlerin bütünüdür. Kapıda bekleyen iki yırtıcı hayvan ise ilâhî emir ve yasaklardır.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 233-234)

O hâlde insanlara gerçek ilim, irfan ve idrakin ve bunların neticesi olarak tam bir teslimiyet ve samimiyet içinde Allah’a kulluğun yolunu göstermek üzere:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/kaf-suresinin-tefsiri-195001-m.jpg
Kaf Suresinin Tefsiri

Kâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ق (Kāf) harfinden alır. Resmî tertîbe göre 50, iniş sırasına göre 34. sûredir. ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2020/03/yasin-suresinin-okunusu-ve-anlami-171428-m.jpg
Yasin Suresinin Okunuşu ve Anlamı

Yasin suresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayettir. İsmini birinci ayette geçen يٰسٓ (Yasin) kelimesinden alır. Resmî sıralamada 36, nüzul (İniş) sırası ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-46-ayeti-ne-anlatiyor-194995-m.jpg
Enam Suresinin 46. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/hz-ibrahim-as-ile-ilgili-ayetler-194966-m.jpg
Hz. İbrahim (a.s.) ile İlgili Ayetler

İbrâhim Âleyhisselâm; Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın müştereken kabul ettiği büyük peygamberdir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’den (a.s.) birçok ...