Rûm sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 60 âyettir. İsmini, 2. âyetinde yer alan اَلرُّومُ (Rûm) kelimesinden alır. Mushaf tertibine göre 30, nüzûl sırasına göre 84. sûredir.
Rûm sûresi, çok mühim bir gaybî hâdiseyi haber vererek başlar. Bu hâdise, Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek savaşta Bizanslıların galip gelmesidir. Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiği şekilde gerçekleşen bu hâdise, Kur’an’ın en büyük mûcizelerinden biri olup Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği vahyin doğruluğunu ispat eder. Rûm sûresinde; bir taraftan mü’minleri seven, onlara yardım eden, onları zafere eriştireceğini va‘deden ve onları cennetle müjdeleyen; diğer taraftan da âhirete inanmayıp hayatı sadece dünyadan ibaret sayan kâfirleri cehennemle korkutan Yüce Allah’ın varlığının, birliğinin, nihâyetsiz kudret ve azametinin delilleri peş peşe serdedilir. İnsanlar böyle bir Allah’ın dinine girmeye ve o dinin itikâdî, amelî ve ahlâkî gereklerini yapmaya davet edilir. Bu münâsebetle şirkin tutarsızlığı misallerle izah edilirken, şirke bulaşmış hastalıklı ruhların içler acısı halleri ortaya konur. Bunların tedavisi için açık ve anlaşılır reçeteler sunulur. Yine mecbûri istikâmet olan âhiretin varlığı, tabiatta ve insanlarda durmadan cereyan eden ölme ve yeniden dirilme delilleriyle ispat edilir. Mahşerdekilerin diliyle dünyanın bir gün, hatta bir saat gibi çok kısa olduğuna temas edildikten sonra, gönüller o dehşetli ve sonsuz âhiret âleminin manzalarını ibretle temâşâya, kulaklar da, bütün bu hususlarda en doğru bilgiyi ve misalleri veren Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemeye yönlendirilir.
Mushaftaki sıralamada otuzuncu, iniş sırasına göre seksen dördüncü sûredir. İnşikak sûresinden sonra, Ankebût sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 17. âyetinin Medine’de nâzil olduğuna dair bir rivayet de vardır (nüzûl sebebi için bk. 2-6. âyetlerin tefsiri).
İnsanların işlediği kötülüklerin, yaptıkları günah, haksızlık ve yanlışların hem dünyada hem de âhirette fenâ neticeleri olmaktadır. Burada sadece olayın dünya kısmından söz edilir. Ancak ibret olsun diye dünyada iken verilen cezalar için “bir kısmı” denmekle, esas cezanın âhirette olacağına işaret edilir. Cezanın bir kısmının dünyada verilmesi, zâhiren musîbet gibi gözükse de bir ilâhî rahmet tecellisidir. Çünkü Allah, bu vesileyle kullarının günahları terk edip doğru yola gelmelerini istemektedir.
“Kara ve deniz” lafızları umûmi bir mâna ifade etmekte olup, yeryüzünde, denizde, havada; ferdî, ailevî ve içtimâî hayatta; devletler arası iktisâdî, siyâsi ve askerî münâsebetlerde; bilim ve teknoloji ile alakalı gelişmelerin hayata menfi yansımalarında tezâhür eden tüm bozulmaları ve çürümeleri içine almaktadır. Buna göre insanların yaptıkları yanlış uygulamalar neticesinde dünya hayatında karşımıza çıkan bozulma ve çürümeye şu misalleri verebiliriz:
› Karada ve denizde tufan çıkması endişesi; bazı arazilerin bitki bitirmez duruma gelmesi, tatlı suların tuzlu su haline dönüşmesi ve kaynak sularının azalması.
› Gerek şehirlerde gerekse kırsal kesimde bozulmanın yaşanması; kıtlık, yangın, sel gibi felâketlerin ve ölümlerin çoğalması; geçim sıkıntısının artması ve her şeyin bereketinin kaçması.
› Tamamen maddeci bir anlayışa dayanan teknolojik gelişmelerin ve çılgınca faaliyetlerin insanlığı daha önce hayal bile edemediği çevresel felâketlerle karşı karşıya getirmesi. Bu bağlamda toprağın, havanın ve suyun sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi; bitki örtüsü ve denizlerin artan bir şekilde zehirlenip yok olması.
› Dehşet verici sonuçlarıyla dünya gündeminden düşmeyen bir husus olan ozon tabakasının delinmesi.
› Yaygın uyuşturucu ve görünürde faydalı gibi gözüken ilaç kullanımı sebebiyle insanın kendi bedeninde ortaya çıkan her türlü genetik bozukluklar ve insanlara yararlı birçok hayvan türünün giderek yok olması. Bütün bunlara, insanın sosyal hayatındaki hızlı bozulma ve çürüme, cinsî sapıklıklar, suçlar ve şiddet ve son safhada nükleer dehşet de ilave edilebilir.
Bunların tümü, netice itibariyle insanın Allah’a ve manevî ve ahlâkî değerlere karşı umursamazlığının ve bunun yerine, “maddî ilerleme”yi tek mühim hedef sayan telakkilere mahkûmiyetinin fecî bir âkıbetidir.
Eğer insanlar Allah Teâlâ’nın tâlimatları istikâmetinde bir hayat sürebilseler ve dünya imkânlarını, onları yaratıp meccânen hizmetlerine âmâde kılan Yüce Yaratıcı’nın emir ve yasakları doğrultusunda yerli yerince kullanabilecek olsalar, şüphesiz ki bu yöndeki başarıları nispetinde bozulmanın daha az olması ve dünya hayatının bir cennet hayatına dönüşmesi ihtimalden uzak değildir. Yoksa buradan Kur’an’ın bilim, teknoloji ve maddî ilerlemeye karşı olduğu tarzında bir netice çıkarmak doğru değildir. Eğer insanlar bu dünyada yaşayacaklarsa, dünyanın her türlü imkânını kullanacaklardır. Kur’an’ın onlardan istediği, ister maddî ister manevî olsun hayatın her sahasıyla alakalı ilâhî ölçülere dikkat etmeleri, günümüzde karşımıza çıkan acı manzaralar gibi, ölçüleri tanımayıp bir bozgunluk ve çürümeye sebebiyet vermemeleridir. Bunun faydası kendilerine döneceği gibi, attığı taş dönüp kafasına çarpan kişi misâlinde olduğu üzere, bunun zararı da yine dünyada kısmen, âhirette ise bütünüyle kendilerine dönecektir. Dolayısıyla tek kurtuluş yolu, tüm insanlık olarak Allah’a dönmek, Allah’ın dinine sarılmak, tüm varlığı O’nun bir emâneti olarak algılamak ve her birini yaratılış gâyesi istikâmetinde yerli yerince kullanmaktır. Ancak daha önce gelip geçmiş toplumlara baktığımızda pek müspet sonuçlarla karşılaşmak mümkün olmamaktadır. Onların çoğunun müşrik oldukları, kâinattaki ilâhî nizamı görmezden gelen çok yanlış bir anlayışa saptıkları ve bu sebeple hem dünya hem de âhiretlerini mahvettikleri görülmektedir. Günümüz insanına ve bundan sonra geleceklere düşen onların bu hazin âkıbetlerinden gereken dersi alabilmek ve Hakk’ın nizamına tâbi olabilmektir:Zebâniler, insanları cehenneme sevkeden ve cehennemi yöneten meleklerdir. Kur’an-ı Kerim’de zebânilerden bahseden ayetler şunlardır: ZEBANİLER İLE İL ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي ك ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ “Ve yüzünü hak dine çevir, sakın müşrikler ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ Asla Allah’ın âyetlerini yalan ...
Ayet-i kerimede buyrulur: فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ ...