Abese sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 42 âyettir. İsmini, “yüzünü ekşitmek, buruşturmak, surat asmak, bir şeyden hoşlanmadığını yüz ifadeleriyle belirtmek” mânalarına gelen عَبَسَ (‘abese) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 80, iniş sırasına göre ise 24. sûredir.
İslâm tebliğinin kimlere ve ne şekilde yapılması gerektiğine dâir temel esaslar beyân edilir. Kur’ân-ı Kerîm’in yüceliğine dikkat çekilerek, onun insanların imanına değil, insanların ona imana muhtaç oldukları ima edilir. Allah Teâlâ’nın, başta yaratma olmak üzere türlü ikram ve ihsanları hatırlatılarak, insana bu nimetlerin hakiki sahibi olan Rabbini tanıyıp O’na yönelmesi telkin edilir. Kıyâmet gününün dehşeti çok canlı manzaralar halinde tasvîr edilerek, mü’minin sevindirici, kâfirin ise hazin âkıbeti gözler önüne serilir.
Mushaftaki sıralamada sekseninci, iniş sırasına göre yirmi dördüncü sûredir. Necm sûresinden sonra, Kadir sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Rivayete göre bir gün Hz. Peygamber müşriklerin ileri gelenlerinden bir gruba dini tebliğ ederken yanlarına müminlerden olup gözleri görmeyen Abdullah İbn Ümmî Mektûm gelmiş ve Hz. Peygamber’e yaklaşarak Kur’an âyetlerinden bir kısmını kendisine tekrarlamasını veya açıklamasını istemişti. Etkisi azalacağı için konuşmasının kesilmesinden rahatsız olan Hz. Peygamber Abdullah’a ilgi göstermemiş, bunun üzerine bu sûrenin Resûlullah’ı uyaran ilk on âyeti inmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 73; Taberî, XXX, 32-33).
“Kahrolası insan!” sözü, elbette Allah’ı tanımayan, O’nun nimetlerine nankörlük eden kişi ve kişilere aittir. Çünkü Allah’a inanan ve O’na gerçek kul olan mü’min, Hak katında şerefli ve değerlidir. O, Cenâb-ı Hakk’ın azarını değil, takdirini kazanmıştır.
Allah’ın insana en büyük ikramı, onu yaratıp varlık âlemine getirmesidir. Bu vesileyle burada insanın nutfeden başlayarak, ana rahminde biçimlendirilip dünyaya gelmesinden, ölüp kabre konulması ve tekrar diriltilmesine kadar tüm hayat serüveni ana çizgileriyle ortaya konulmakta, ondan, kendi yaratılışı hakkında derinden derine tefekkür etmesi ve bizzat kendi varlığı üzerinde bunca tasarruflarda bulunan o Yüce Kudret’i tanıması istenmektedir. Çünkü insan, bu kadar nimetler karşısında nankörlük yapmakta, Rabbini tanımamakta ve O’nun emirlerini tam olarak yerine getirmemektedir. Nitekim:
“Hâtırından çıkmasın dünyaya üryân geldiğin”[1] diyeren şâir Bâkî insanı aslını düşünmeye yönlendirir.
Yûnus Emre de:
“Ana karnından geldik pazara
Bir kefen aldık döndük mezara” diyerek insana hem başlangıç noktasını hem de sonunu hatırlatır.
Şimdi de insanın içine batıp kaybolduğu o derin gaflet çukurundan kurtulabilmesi için buyruluyor ki:[1] Üryân: Çıplak, hiçbir şeyi olmayarak.
Kur’an’da şöyle buyrulur: اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ Takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pın ...
Bizler için örnek şahsiyetler olan ashâb-ı kirâmın ve evliyâullâhın Kur’ân-ı Kerîm’e karşı hissettikleri büyük mes’ûliyet duygusu, onu ne derecede hay ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ Her şeyin hazineleri sade ...
Kur’ân-ı Kerîm’i, her devirde milyonlarca hâfız ezberlemiştir. Müsteşriklerin dahî îtirâf ettikleri gibi[1] bu durum, yeryüzünde hiçbir kitaba nasîb o ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ...
Hakîkaten Hazret-i Âdem’le başlayan ve Âhir Zaman Nebîsi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de kemâle eren İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’le vâsıl oldu ...