Müzzemmil sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 20 âyettir. İsmini birinci âyette geçen ve “örtünüp bürünen” mânasına gelen اَلْمُزَّمِّلُ (müzzemmil) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 73, iniş sırasına göre ise 3. sûredir.
Resûlullah (s.a.s.)’in şahsında tüm müslümanlara geceleyin kalkıp ibâdet etmek, Kur’ân-ı Kerîm okumak, Allah’ı zikretmek, din düşmanlarının sözlerine karşı sabırlı olmak ve onları Allah’a havale etmek emredilir. Çünkü kısa bir müddet sonra dünya hayatı sona erecek, Peygamber’e düşmanlık yapanlar acı bir azaba maruz kalacaklardır. Bu vesileyle kıyâmet ve âhiretin dehşetli manzaraları hatırlatılarak, insanlar ondan korkmaya ve Allah’a varacak bir yol tutmaya yönlendirilir. Gece ibâdetine tekrar yer verilen son âyette, sûrenin başında bu ibâdetle alakalı gelen hükümlerin tahfif edildiği görülür.
Mushaftaki sıralamada yetmiş üçüncü, iniş sırasına göre üçüncü sûredir. Kalem sûresinden sonra, Müddessir sûresinden önce Mekke’de inmiştir; 20. âyetinin Medine’de indiğine dair bir rivayet de vardır (Kurtubî, XIX, 30). Müddessir sûresinden sonra indiği, dolayısıyla dördüncü sırada yer aldığı görüşünde olanlar da vardır (bk. İbn Âşûr, XXIX, 254; Esed, III, 1199).
Allah Teâlâ, ilk âyette Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in bir vasfını öne çıkararak ona hitap eder. Bu, اَلْمُزَّمِّلُ (müzzemmil) vasfıdır. Bu vasıfta iki esas mâna vardır. Birincisi “örtünme”, ikincisi “yüklenme”. Buna göre kelimeye şu mânalar verilebilir:
Birincisi; “Ey örtüsüne bürünen Rasûlüm, geceleyin kalk ibâdet et.” Nitekim Resûlullah (s.a.s.), Hira dağında ilk vahyi aldığı esnâda Cebrâil (a.s.)’ı aslî suretinde görmüş, bu hâdiseden fevkalâde etkilenmiş, korkulu bir halde doğruca hanımı Hz. Hatice’nin yanına vararak: زَمِّلُون۪ي زَمِّلُون۪ي (zemmilûnî, zemmilûnî) “Beni örtün, beni örtün!..” buyurmuştu. Örtünüp bir müddet istirahata çekilmişti. (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 3; Müslim, İman 252) İşte “müzzemmil” kelimesi onun bu haline işaret eder. Bunun üzerine Cebâil (a.s.) gelip: “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla Efendimiz’e yeni vahiyler, yeni tâlimatlar getirdi. Bundan böyle artık rahat yatma zamanının geçtiğini, büyük bir emânet yüklendiğini, bu işin mesuliyetinin çok ağır olduğunu, bunu taşıyabilmek için uzun uzun gece ibâdetlerine, Kur’an’ı tertille okumaya, zikre, tefekküre ve bütün varlığıyla Allah’a yönelmeye ihtiyaç olduğunu bildirdi.
İkincisi; “Ey namaz kılmak, ibâdet etmek için giyinip hazırlanan Rasûlüm!”
Üçüncüsü; اَلزِّمْلُ (ziml) kelimesinin “büyük bir yük yüklenme” mânasına göre: “Ey peygamberlik gibi pek ağır bir emânet yükünü yüklenen Rasûlüm, artık kalk da bu yükü taşıyabilecek kuvvet elde edebilmek için gayret göster.” Bu açıdan “müzzemmil” vasfı, yoğun bir şuur hâline ve derin bir aydınlanmaya işaret eder.
Bu hitaptan sonra Allah Resûlü (s.a.s.)’e verilen ilk tâlimat gece ibâdetidir. Başta namaz olmak üzere geceyi ibâdetle ihyâ etmektir. Ancak gecenin ne kadarını ibâdetle geçirmek gerektiği hususunda net bir rakam verilmemektedir. Bazı miktarlar belirtilmekte, tercih hakkı Efendimiz (s.a.s.)’e bırakılmak üzere, belirtilen bu miktarlara göre ibâdet edilmesi emredilmektedir. Belirtilen miktarlar şunlardır:
Az bir kısmı hâriç bütün gece.
Gecenin yarısı.
Yarısından biraz azı.
Yarısından biraz fazlası.
12 saatlik bir gece üzerinden hesap edilecek olsa yaklaşık: Az bir kısmı hâriç bütün gece: 9-11 saat; gecenin yarısı: 6 saat; yarısından biraz azı: 4-5 saat; yarısından biraz fazlası: 7-8 saat.
Nitekim 20. âyette haber verildiği üzere Resûlullah (s.a.s.) ve bir grup mü’minler tarafından bu süre, yine 12 saat üzerinden gecenin üçte ikisine yakın: 7 saat, yarısı: 6 saat ve gecenin üçte biri: 4 saat şeklinde tatbik edilmiştir. Başlangıçta gece ibâdeti hem Peygamberimiz (s.a.s.)’e hem de müslümanlara farz kılınmıştı. Kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kıldılar. 20. âyetle bu ibâdet müslümanlara tahfif edilmiş, Efendimiz (s.a.s.)’e “Rasûlüm! Gecenin bir kısmında uyanıp sana mahsus bir ibâdet olmak üzere teheccüd namazı kıl” (İsrâ 17/79) emriyle farziyeti devam etmiştir. Daha çok “teheccüd” olarak bilinen bu ibâdet, diğer müslümanlar için mühim bir sünnet kabul edilmiştir.
Efendimiz (s.a.s.)’e verilen ikinci tâlimat, Kur’ân-ı Kerîm’i “tertîl” ile okumaktır. Tertîl; tecvidine, harflerin çıkışına dikkat ederek Kur’ân-ı Kerîm’i ağır ağır, tane tane, mânasını düşünerek okumaktır. Böylece âyetlerin mânası zihne iyice yerleşir ve muhtevası ruha tesir eder. Âyetlerde geçen Allah Teâlâ’nın zat ve sıfatlarının zikri kalbe kök salar. O’nun büyüklüğünü ve heybetini hissettirir. Rahmet müjdeleri, gönüllerde şükran cezbesi uyandırır. Azap ve gazap ikazları kalpleri dehşete düşürür. Emir ve nehiylerin mâna ve hikmeti tam olarak anlaşılır.
Resûlullah (s.a.s.), Kur’an okumaktan zevk alan kimselerin bu zevki cennette de devam ettireceklerini ve Kur’an okudukça derecelerinin artacağını şöyle ifade buyurmuştur:
“Her zaman Kur’an okuyan kimseye şöyle denecektir: «Oku ve yüksel! Dünyada kurallarına tam uyarak, tertîl ile okuduğun gibi burada da kurallarına tam uyarak, tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben okuduğun âyetin son noktasındadır.»” (Ebû Dâvûd, Vitr 20; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 18)
Peygamberimiz (s.a.s.)’e pek büyük bir sorumluluk yükleyen Kur’ân-ı Kerîm’le gece ibadeti arasındaki derin irtibata gelince:Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ Her şeyin hazineleri sade ...
Kur’ân-ı Kerîm’i, her devirde milyonlarca hâfız ezberlemiştir. Müsteşriklerin dahî îtirâf ettikleri gibi[1] bu durum, yeryüzünde hiçbir kitaba nasîb o ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ...
Hakîkaten Hazret-i Âdem’le başlayan ve Âhir Zaman Nebîsi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de kemâle eren İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’le vâsıl oldu ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يب ...
Kur’ân hizmetine koşan bu Kur’ân âşıkları, Rabbimiz’in rızâsına ve hatıra gelmeyecek ilâhî lûtuflara nâil olmuşlardır. Bu ilâhî lûtuf manzaralarından ...