Fâtır Sûresi 27-28. Ayet Tefsiri


27-28 / 45


Fâtır Sûresi Hakkında

Fâtır sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen Cenâb-ı Hakk’ın اَلْفَاطِرُ (Fâtır) sıfatından alır. Buna “Melâike” sûresi de denilir. Resmî tertîbe göre 35, iniş sırasına göre 43. sûredir.

Fâtır Sûresi Konusu

Sûre ağırlıklı olarak Allah’ın varlığı, birliği ve kudretinin kâinatta tecelli eden pek çok delillerinden söz ederek, O’nun kulluğa lâyık tek ilâh olduğu fikrini işler. Yaratan O’dur, rızık veren O’dur, izzet ve şeref veren O’dur. O zengin ve müstağnî, insanlar ise O’na sonsuz derecede muhtaçtır. Bütün izzet ve şeref yalnızca O’na mahsus olduğundan, izzet ve şeref isteyenler için O’na inanmak, O’na teslim olmak, yalnızca O’na kul köle olmak zarûrîdir. Acı ve tatlı deniz, gece ile gündüz, âmâ ile gören, karanlıkla aydınlık, ölü ile diri gibi âlemde birbirinin zıddı olarak tecelli eden varlık ve olaylar, iman ile küfrün hakikatini anlamak için birer misaldir. İman güzelliklerin, küfür ise kötülüklerin temsilcisidir. Bu sebeple sûrede iman ehlinin nâil olacağı ebedi mutlulukla, küfür ehlinin feci halleri canlı birer tablo halinde arz edilir. İnsanların zulmü ve nankörlüğüne rağmen Cenâb-ı Hakk’ın onlara mühlet verdiği, dolayısıyla bu mühletin iyi değerlendirilmesi gereği üzerinde durulur.

Fâtır Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada otuz beşinci, iniş sırasına göre kırk üçüncü sûredir. Furkan sûresinden sonra, Meryem sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهَاۜ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ ب۪يضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهَا وَغَرَاب۪يبُ سُودٌ ﴿٢٧﴾
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ ﴿٢٨﴾
Karşılaştır 27: Görmez misin ki, Allah gökten bir su indiriyor? Biz onunla renkleri çeşit çeşit meyveler, sebzeler çıkarıyoruz. Dağlarda da toprağın rengine göre beyaz, kırmızı, daha farklı renklerde ve simsiyah yollar vardır.
Karşılaştır 28: İnsanlar, yerde yürüyen canlılar ve sağmal hayvanlar da aynı şekilde çeşit çeşit renklerdedir. Gerçek şu ki, kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan gerektiği gibi korkarlar. Şüphesiz Allah, karşı konulamaz kudret sahibidir, çok bağışlayıcıdır.

TEFSİR:

Allah Teâlâ’nın ilim, hikmet, kudret ve azametinin tecelli ettiği yerlerden biri de bitkiler, dağlar ve yollar, insanlar ve hayvanlardaki renklilik ve çeşitliliktir. Aynı sudan sulanıp aynı topraktan çıkan bitkiler, meyveler, sebzeler ve çiçekler türlü türlü renk, desen, şekil, koku, tat ve özelliktedir. Bunlardan göze ilk çarpan “renkleri” olduğu için, burada nazar-ı dikkate renkler verilmektedir. Dağlar da öyledir. Onların üzerindeki yollar, kısımlar ve taşlar da rengârenktir. Bunlardan beyaz, kırmızı ve simsiyah olanları bulunduğu gibi, bunların karışımından oluşan daha çeşitli renkler dikkatimizi çekmektedir. Dağlar aynı zamanda madenlerin depolarıdır. Buralarda demir, bakır, altın, gümüş, krom, çinko, kurşun, fosfat, kalay, uranyum, bor, kömür ve benzeri maden yatakları yer almaktadır. Bu madenlerin bulunduğu yataklar da rengârenktir. Nazarımızı insanlar âlemine çevirdiğimiz zaman onların da tenleri itibariyle beyaz, kırmızı, siyah ve muhtelif renklerde olduğunu görürüz. Buna göz ve saç renklerini de eklersek manzara daha da zenginleşir.  Sivrisinekten file, kelebekten kuşlara, kediden aslanlara kaplanlara kadar yeryüzünde yürüyen tüm canlıların; eşek, katır, at gibi binek hayvanlarının; aynı şekilde deve, sığır, koyun, keçi gibi sağmal hayvanların da rengârenk oldukları görülür. Bu özellikleri itibariyle hiçbir varlık tam olarak diğerine benzemez. Aklını kullanıp bu gerçekler üzerinde düşünenler, araştırma ve inceleme yapanlar, gerek tabiatta gerek canlılar âleminde bu kadar renk ve çeşitteki varlıkları yaratan Allah’ın kudret ve ilminin sonsuzluğunu, yalnızca O’nun kulluğa ve hamde layık olduğunu anlarlar. İşte Kur’an, böyle bir anlayış, kavrayış ve idrake sahip olanları “gerçek âlim” olarak tanıtmaktadır. Ancak böyle olan âlimler, Allah’tan hakkiyle korkar, O’na derin bir saygı duyar ve O’nun sonsuz kudret ve azameti karşısında hayranlıktan başka bir şey yapamazlar.

Bu âyetlerden Kur’ân-ı Kerîm’in tabiatı, dağları, bitkileri, hayvanları, insanları inceleme ve araştırma konusu yapan fizik, kimya, biyoloji, botanik, jeoloji, zooloji… gibi tabiat bilimlerini teşvik ettiği söylenebilir. Zira iman gözüyle bunları inceleyen âlimler, sonsuz bir ilim, hikmet, irade ve kudret gerektiren bu varlıkların kör bir tesadüfün eseri olamayacağını; bu ince ve hassas nizamın, bu renk renk canlıların, mahsullerin kendi kendilerine var olamayacağını anlar ve bunları yaratan Allah’a gönülden saygı ile yönelerek O’na samimiyetle kulluk eder. Dolayısıyla âyet-i kerîmeler, tabiat ve varlıklar üzerinde derin araştırmaların insanı Allah’a inanmaya ve ibâdete götüreceğini anlattığı gibi, ilmin de ehemmiyetine dikkat çeker. Böylece Kur’an açısından bakıldığında, insanı Allah’ı tanımaya, O’na saygı ve kulluğa götürmeyen, aksine insanı kibre sürükleyen ilim, gerçek ilim değildir. Nitekim Abdullah b. Mesud (r.a.):

“İlim, çok rivayetle olmaz; Allah korkusu ile olur” der. (Velîler Ansiklopedisi, I, 70)

Hint âlimlerinden Doktor İnâyetullâh el-Maşrikî’nin anlattığı şu hâdise bu âyetin tefsiri bakımından ne kadar câlib-i dikkattir:

1909 yılında yağmurlu bir Pazar günü Cambridge Üniversitesi profesörlerinden meşhur astronomi âlimi Sir James Jones’i gördüm. İncil ve şemsiyesi koltuğunun altında olduğu hâlde kiliseye gidiyordu. Ona yaklaşarak selâm verdim, cevap vermedi. Tekrar selâm verince:

“–Benden ne istiyorsun?” dedi.

“–İki şey istiyorum beyefendi! Birincisi, yağmurun bu şiddetine rağmen şemsiyeniz neden koltuğunuzun altında duruyor?” dedim. Gülümseyerek derhâl şemsiyesini açtı. Devamla dedim ki:

“–İkincisi de, sizin gibi dünya çapında söz sahibi olan bir âlimi kiliseye gitmeye sevk eden şey ne olabilir?”

Sir James, bu suâlim karşısında kısa bir duraklamadan sonra:

“–Bugün bize gel de akşam çayını birlikte içelim!” dedi.

Akşam evine gittiğimde, bana semâvî cisimlerin yaratılışından, onlardaki müthiş sistemlerden, aralarındaki korkunç uzaklık ve farklardan, bu cisimlerin mâcerâlarından, mihverlerinden, çekimlerinden, akıllara durgunluk veren ışık tufanlarından vs. bahseden bir konferans vermeye başladı ki, o anda kalbimin Allah’ın azamet ve heybetinden titrediğini hissediyordum. Sir James’in ise Allah korkusuyla saçları diken diken olmuş, gözlerinden yaşlar boşanmış ve elleri tir tir titriyordu. Bir ara durdu ve sözlerine şöyle devam etti:

“İnâyetullâh dostum! Allah’ın yaratmış olduğu bütün bu güzelliklere bir göz attığımda, Allah’ın celâlinden vücûdum titremeye başlar. Allah’ın huzûrunda eğilerek O’na: “Allahım! Sen büyüksün!” diye seslendiğim zaman da, benim şu varlığımın her bir parçasının, bu duada beni desteklediğini görürüm. İşte o zaman ben, büyük bir huzur ve saadet hissederim ve benim bu saadetimin, diğerlerinin saadetinden bin defâ daha üstün olduğunu bilirim.”

Bunun üzerine ben de kendisine, o anda hatırıma gelen şu âyet-i kerîmeyi okudum:

“Gerçek şu ki, kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan gerektiği gibi korkarlar.” (Fâtır 35/28)

Sir James, âyet-i kerîmeyi işitince birdenbire haykırdı:

“–Ne diyorsun, «Gerçek şu ki, kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan gerektiği gibi korkarlar» öyle mi? Bu çok müthiş, aynı zamanda çok garip ve cidden acâyip!.. Benim elli yıldır devam eden uzun araştırma ve tecrübelerim neticesinde keşfettiğim şey, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in önceden haber verdiği şeyler arasında mı? Bu âyet hakîkaten Kur’ân’da var mı? Eğer öyleyse, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah tarafından vahyedilmiş bir kitap olduğuna şâhitlik ettiğimi yaz! Hz. Muhammed ümmî idi, okuma-yazma bilmiyordu. Bu yüzden O’nun bu sırrı kendi kendine keşfetmesi mümkün değildir. O hâlde bu sırrı O’na bildiren Cenâb-ı Allah’tır.” (Vahidüddin Han, İslâm Meydan Okuyor, s. 251-253)

Şimdi de, Allah’tan gereğince korkan gerçek âlimlerin önemli hususiyetlerini ve aslâ zarara uğramayacak ebedî ticâretin yollarını bildirmek üzere buyruluyor ki:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2017/09/hasta_dua-702x336.jpg
Şifa Ayetleri

Şifa; deva demektir. Şifa; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına gelir. Peki hastalara ne şifa olur? KUR’AN’DA G ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2019/04/fakirlik_görmez-702x336.jpg
Vakıa Suresi

Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâk ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-79-ayeti-ne-anlatiyor-195094-m.jpg
Enâm Suresinin 79. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ Ben hakka ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-72-ayeti-ne-anlatiyor-195071-m.jpg
Enâm Suresinin 72. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Bir de bize, “Namazı dosdoğru kılın v ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...