A‘râf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 206 âyettir. İbretli “Ashâb-ı sebt” kıssasını anlatan 163-170. âyetlerin Medine’de indiğine dair rivayetler vardır. Mushaf tertibine göre 7, iniş sırasına göre 39. sûredir. İsmini 46 ve 48. âyetlerde geçen اَلأعْرَافُ (A‘râf ) kelimesinden alır. “A‘râf ”, cennetle cehennem arasında bulunan yerin ismidir. Bu sûrenin ayrıca اَلْم۪يثَاقُ (Mîsâk) ve اَلْم۪يقَاتُ (Mîkat) diye isimleri olmasına rağmen daha çok “A‘râf ” ismiyle anılmıştır.
A‘râf sûresi, hacmine uygun genişlikte ele aldığı Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. Hud, Hz. Sâlih, Hz. Şuayb ve Hz. Mûsâ kıssaları çerçevesinde Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimiz’in getirdiği Kur’an’ın gerçek bir kitap olduğunu, ona iman ve itaatin gerekli olduğunu; çünkü âhiretin, hesabın, cennet ve cehennemin kaçınılması imkânsız bir akıbet olduğunu son derece tesirli misallerle ve ibretli tablolarla beyân eder. Ehl-i kitaba da yer yer atıflarda bulunarak, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in sadece Araplara gönderilmiş bir peygamber olmadığını, onun tebliğinin kıyamete kadar bütün insanlığı içine aldığını vurgular. Resûlullah (s.a.s.) ve ona inananlara da, İslâm’ı tebliğ ederken dikkat etmeleri gereken hususları hatırlatır. Özellikle din düşmanlarının tahriklerine karşı sabırlı ve tahammüllü olmalarını; hissî davranıp hedeflerine zarar verecek herhangi bir yanlış adım atmamalarını öğütler.
Mushaftaki sıralamada 7., iniş sırasına göre 39. sûredir. Sâd sûresinden sonra, Cin sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. 163-170. âyetlerinin Medine’de indiği de rivayet edilir. Âyet sayısı itibariyle Mekke’de inen sûrelerin en uzunudur, Kur’an’da da en uzun sûrelerin üçüncüsüdür. Bu sebeple “es-seb‘u’t-tıvâl” (yedi uzun sûre) arasında gösterilir. Ayrıca En‘âm sûresiyle birlikte “iki uzun sûre” diye de anılır (İbn Âşûr, VIII/2, s. 5-6).
Rivayete göre Allah Resûlü (s.a.s.), A‘râf sûresini ikiye bölerek akşam namazında tilâvet etmiştir. (Buhârî, Ezan 98; Nesâî, İftitah 67)
Gerçekten yahudiler, zulüm ve isyanları sebebiyle Mûsâ (a.s.)’dan Peygamberimiz (s.a.s.)’e, asr-ı saadetten de günümüze kadar âyette haber verilen şiddetli sıkıntılara mâruz kalmışlar, özellikle çeşitli vergi yükleri altına sokulmuşlardır. İnsanlık tarihinde ilk defa Hz. Mûsâ yahudilere yedi veya on üç yıl süreyle vergi yüklemiştir. (bk. Kurtubî, el-Câmi‘, VII, 310) Daha sonraki dönemlerde Yunan ve Keldânî krallarının, ardından hıristiyanların boyunduruğu altına girip onlara vergi ödemişler; Peygamberimiz zamanında da müslümanların hükümranlığı altında bulunarak onlara haraç ve cizye ödemişlerdir. Sonraki dönemlerde vuku bulan, hatta Almanya’daki Nazilerin yahudi düşmanlığından kaynaklanan ceza ve baskılara kadar dünyanın çeşitli yerlerinde ve çeşitli dönemlerde yahudilerin mâruz kaldıkları her türlü baskı ve sıkıntıları bu âyet çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Âyetin açık beyânına göre, zulüm ve azgınlıkta devam ettikleri takdirde, kıyâmete kadar bu durum sürecektir. Çünkü Allah, istediği zaman çok çabuk cezalandırmaktadır. Ancak O’nun bağış ve merhameti de sınırsızdır. İster yahudi ister başkalarından olsun tevbe edip hakka dönenleri bağışlayacak, onlara merhamet edecek; çok güzel ikram ve ihsanlarda bulunacaktır.
Yahudiler, yine bu inkârcı ve ısyancı tutum ve davranışları sebebiyle parça parça gruplar halinde dünyanın her bir tarafına dağılmışlardır. Kurulan İsrâil devleti, bu parçalanmış grupları toplamak için yıllardır büyük harcamalar yapmakla birlikte hâlâ bunu tam olarak başaramamıştır. Yalnız bu durum, onlar içinde hiç iyilerin olmadığı mânasına gelmemelidir. Onlar içinde gerçekten çok iyi kimseler vardır. Nitekim “Mûsâ’nın kavmi içinde hakkı anlatıp onunla insanlara doğru yolu gösteren ve yine hakka dayanarak doğruluğu ve adâleti uygulayan bir topluluk vardı” (A‘râf 7/159) âyetiyle bunlara işaret edilmişti. Peygamber Efendimiz’e iman edenler bunlardandı. Fakat içlerinde iyiliğe yakın olanlardan başlayıp derece derece en alt basamaklara kadar son derece bayağı kimseler bulunmaktaydı. Bunlar hem sayıca çok, hem de yönetimi elinde tutan kimselerdi. Esas sıkıntılar da buradan kaynaklanmaktaydı. Cenâb-ı Hak onları, uyanıp kendilerine gelmeleri ve Allah yolunu tutmaları için tarih boyunca böyle zaman zaman sıhhat, servet ve refah gibi iyiliklerle; zaman zaman da hastalık, kıtlık ve yokluk gibi sıkıntılarla imtihan etmiştir.
Daha sonra:
Kur’an’da şöyle buyrulur: رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ “Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni ...
Âyet-i kerîmede buyrulur: “Andolsun ki Biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’ân’da insanlara her türlü misâli verdik.” (ez-Zümer, 27) Yine Cenâb-ı Hak âye ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْل ...
Âyet-i kerîmede buyrulur: “…Kur’ân’ı tâne tâne oku.” (el-Müzzemmil, 4) KUR’AN’I YÜZÜNDEN DOĞRU BİR ŞEKİLDE OKUMAK Hadîs-i şerîfte de Kur’ân’ı güzel ...
Ahzâb Suresi 70. Ayetinin Arapçası: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ Ahzâb Suresi 70. Ayetinin Meali ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّم ...