Tahrîm sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 12 âyettir. “Tahrîm”, “haram kılmak” demektir. Birinci âyette Resûlullah (s.a.s.)’in, bazı helâl gıdaları, geçici bir süre kendine haram kılmasından bahsedildiği için bu ismi almıştır. Mushaf tertîbine göre 66, nüzûl sırasına göre ise 106. sûredir.
Resûlullah (s.a.s.) ile hanımları arasında vuku bulan bir hâdiseden hareketle aile içi münâsebetler ele alınır. Hem Efendimiz (s.a.s.)’in hanımları, hem de diğer mü’minlere öğütler verilir. Dikkat çekici iki örnekle, inanan ve inanmayan kadınların âkıbetleri gözler önüne serilir.
Mushaftaki sıralamada altmış altıncı, iniş sırasına göre yüz yedinci sûredir. Hucurât sûresinden sonra, Tegåbün sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.
“Nasûh tevbe”, samimiyetle yapılan, sahibine günahları terk etmesini çokça öğütleyen, böylece onu günahtan kurtaran temiz, hâlis bir tevbedir. “Nasûh” kelimesinin “elbiseyi dikmek” anlamı da vardır. Buna göre “nasûh tevbe”, yırtılan dini buyrukları diken, ruh elbisesinde açılan yırtıkları onaran bir tevbedir. Günahlara bir daha dönmemek üzere yapılan tevbedir. Rivayete göre Hz. Ali, bedevînin birinin istiğfar kelimelerini çabuk çabuk tekrarladığını işitince “Bu sahte bir tevbe!” dedi. Bedevî “Peki gerçek tevbe nasıl olur?” deyince, Ali (r.a.) “Tevbenin sahih olması için altı şart vardır” buyurdu ve şunları saydı:
İşlenen günahlardan dolayı ciddî mânada pişman olmalı,
Farz olan vazifeleri yerine getirmeli, kaçırdıklarını kaza etmeli,
Üzerinde bulunan hakları, hak sahiplerine geri vermeli,
Eziyet ettiğin ve düşmanlık yaptığın kimselerle özür dileyip helâlleşmeli,
Bir daha günah işlememeye karar vermeli,
Nefsini isyanda büyüttüğün gibi, Allah’a itaatte de eritmeli ve ona günahların tadını tattırdığın gibi ibâdetlerin acısını da tattırmalısın. (Alûsi, Rûhu’l-me‘ânî, XXVIII, 160)
Şâir ne güzel söyler:
“Bir günah eden kişi bin gün âh etmek gerek,
Bin günahım var iken bir gün âhım yok benim.”
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri ilâç yaparken rastladığı bir hekime:
“–Ey hekim! Sende benim hastalığıma da ilâç var mı?” dedi. Hekim:
“–Hastalığın nedir?” diye sorunca Bâyezîd Hazretleri:
“–Günah hastalığı...” cevabını verdi. Hekim ellerini iki yana açarak:
“–Ben günah hastalığının ilâcını bilmem” dedi. O esnâda orada bulunmakta olan meczûb bir genç söze karışıp:
“–Baba, senin hastalığının ilâcını ben biliyorum” dedi. Bâyezîd Hazretleri de sevinçle:
“–Söyle ey delikanlı!” dedi. Halkın meczûb gördüğü, ancak hakîkatte ârif biri olan genç, günah hastalığının ilâcını şöyle tarif etti:
“–On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istiğfar yaprağı al! Bunları kalp havanına koy! Tevhîd tokmağı ile döv! İnsaf eleğinden geçir! Gözyaşlarıyla yoğur! Aşk ve nedâmet fırınında pişir! Böylece oluşacak olan macundan her gün beş kaşık al; hastalığından eser kalmaz!..”
Bunları dinleyen Bâyezîd-i Bistâmî, içini çekti ve:
“–Senin gibi âriflere mecnûn diyerek kendilerini akıllı sananlara eyvahlar olsun!..” dedi.
İnsanlara gerçek bir tevbenin ve bunun hayırlı bir sonucu olarak cennetin kapılarını açmak için:Kur’an’da şöyle buyrulur: سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّك ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًاۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ Al ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ Ancak Allah’ı ...
Zengin kelimesi sözlükte, “Parası, malı çok olan; varlıklı, yokluksuz, variyetli” demektir. Fıkıhta ise zenginlik, “aslî ihtiyaçlardan fazla mala sah ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ Kur’an okuyacağın vakit, o kovulmuş şeyt ...