Furkân sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 77 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ve Kur’ân-ı Kerîm’in isimlerinden biri olan اَلْفُرْقَانُ (Furkân) kelimesinden alır. Furkân ismi, Kur’an’ın hakla bâtılı birbirinden ayırması ve parça parça inmesi husûsiyetlerine dikkat çeker. Mushaf tertibine göre 25, iniş sırasına göre 42. sûredir.
Furkân sûresi ağırlıklı olarak müşriklerin Kur’ân-ı Kerîm ve Resûlullah (s.a.s.)’in nübüvvetine karşı ileri sürdükleri şüphe ve itirazları dile getirerek bunlara lâzım gelen cevâbı verir. Buna göre Hz. Muhammed (s.a.s.) gerçek bir peygamber, Kur’ân-ı Kerîm de Allah’tan gelen ilâhî bir kelâmdır. Bunların haber verdiği şekilde Allah Teâlâ sonsuz kudret, ilim ve hikmet sahibi en yüce yaratıcıdır. Ayrıca kâinatta tezâhür eden ilâhî kudret akışları ve azamet tecellileri bu hakîkatin apaçık delilleridir. Yine bu sağlam bilgi kaynaklarının bildirdiği gibi âhiret, cennet ve cehennemin varlığı kesindir. Bu gerçeklere sırt çevirenleri dünyada hazin bir son beklediği gibi, onlar mahşer günü büyük bir pişmanlık duyacak ve cehennemde can yakıcı bir azaba düçâr olacaklardır. Kur’an ve sünnet karşısında nefsinin arzularını putlaştırıp onların zebûnu olan akılsızların ulaşacağı sonuç bundan başka ne olabilir ki? Sûrenin sonunda ise Kur’ân-ı Kerîm’in terbiye edip yetiştirmeyi hedeflediği, “Rahmân’ın has kulları” diye vasfedip insanlığa örnek gösterdiği model insan şahsiyetinin mühim husûsiyetleri beyân edilir. Mü’minlerin, sadece kendilerini düşünen hodgâm bir ruh halinden kurtularak, sulblerinden kıyâmete kadar gelecek zürriyetlerinin derdinde olmaları, hayattayken onları İslâm ahlâkıyla ve takvâ ölçüleri içinde yetiştirmeye çalışmaları, kendilerinden sonra gelecek nesilleri için de dua etmeleri istenerek sûre sona erdirilir.
Mushaftaki sıralamada yirmi beşinci, iniş sırasına göre kırk ikinci sûredir. Yâsîn sûresinden sonra, Fâtır sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir rivayette 68-70. âyetlerin Medine’de indiği belirtilirse de Buhârî’nin kaydettiği bir rivayette (“Tefsîr”, 25), 68. âyetin Mekke’de indiğini belirten bir bilginin yer alması, bu üç âyetin de Mekke’de indiği ihtimalini güçlendirmektedir. Sûrenin ilk üç âyetinin Medine’de indiği yolunda da bir rivayet vardır (İbn Âşûr, XVIII, 313).
Müşrikler nefislerinin istediği şekilde putlara tapıyorlardı. Bir putu diğeriyle değiştiriyorlar, kafalarına göre takılıyorlardı. Allah’ın hükmünü hiçe sayıyorlardı. Mü’min ise nefsinin hükmüne değil Allah’ın hükmüne göre amel eder. İnanç bakımından iki kişi arasındaki fark böyle ortaya çıkar. Buna göre aklına düştüğü ve nefsinin arzu ettiği şekilde yaşayan “hevâsının kulu” olur ve bunun acı sonucuna katlanır. Nitekim Hz. Mevlânâ şöyle ikaz eder:
“İnsanın nefsinin zevk sandığı şeyler, gelip geçicidir. Çorak yere ekilmiş tohum gibidir. Bitmez, meyve vermez. Ondan elde edilecek mahsul pişmanlıktır. Kârı da zarardan başka bir şey değildir.” (Mevlânâ, Mesnevî, 486-487. beyitler)
Mevlânâ (k.s.), nefsin putlaştırılmasıyla ilgili olarak da şu muhteşem izahta bulunur:
“Bütün putların anası, sizin nefsinizin putudur. Dışarıda görülen putlar, birer yılandır, halbuki nefis putu bir ejderhadır. Nefis, çakmak taşı ile demirdir. Put ise, çakmak taşından sıçrayan kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner. Kıvılcım söner ama, çakmak taşı ile demir su ile söndürülebilir mi? İnsan oğlu, bu ikisi kendisiyle beraber oldukça nasıl emîn olabilir? Çakmak taşı ile demirin ateşi, kendi içlerinde gizlenmiştir. Onların içlerine su girmez ki ateşi söndürsün. Su, ancak, dışarda bulunan ateşi söndürür. O, taşın ve demirin içine nasıl girer? Nefsin ve şehvetin sembolü olan çakmak taşı ile demirden, küfrün ve bütün kötülüklerin kıvılcımları sıçrar. Dumanları yükselir. Kaptaki, küpteki su bitse de, nefis çeşmesinin suyu tazedir, kesilmeden akar durur… Nefsin, her anda bir hilesi vardır ki, onun her hilesi ile isyan denizinde yüzlerce Firavun ile o Firavun’a uyanlar batmadadır. Sen, kurtulmak istiyorsan, Mûsâ’nın Rabbi’ne sığın. Benliğe kapılıp, firavunluk ederek imanını kaybetme. Ey kardeş! Sen Allah’ın emrine ve Azîz Peygamberimizin sünnetine uy da, ten Ebû Cehli’nden ve nefsânî isteklerden kurtul...” (bk. Mevlânâ, Mesnevî, 371-383. beyitler)
Bu bakımdan, Peygamberin vazifesi sadece tebliğ etmektir. Onun kimse üzerinde baskı yapma veya kimseyi zorla müslüman yapma yetkisi yoktur. Çünkü hidâyet ve sapıklık peygamberin elinde değildir; o sadece gerçeği bildirmekle mesuldür.
Nefsânî arzularını putlaştıran, onun peşinden koşan ve başka bir şey düşünemeyen kimselerin, bu durumları devam ettiği müddetçe Peygamber (s.a.s.)’in davetine kulak vermeleri, onu anlamaları ve akıllarını kullanarak sıhhatli bir neticeye ulaşmaları zordur. Bu tutum ve davranışlarıyla onlar, ancak düşünme melekesi bulunmayan hayvanlardan daha şaşkın ve daha iz’ansız bir duruma düşmektedirler. Koyunların ve sığırların, çobanlarının kendilerini nereye: otlağa mı yoksa kesimhaneye mi götürdüğünü bilmedikleri gibi, böyle ahmaklar da nereye: felakete mi yoksa kurtuluşa mı sürüklendiklerini bilmezler. Aradaki tek fark, hayvanların aklının olmaması ve götürüldükleri yer konusunda sorumluluklarının bulunmamasıdır. Fakat, ne yazık ki, akıl nimetiyle donatılmış insanlar da hayvanlar gibi davranabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, durumlarının hayvanlarınkinden çok daha kötü olduğu anlaşılır. Yine hayvanlar Rablerini bilir, O’nu tesbih eder, gidip otlayacakları yerleri bulur, bilip tanıdıkları sahiplerinin arkasından giderler. Bu ahmaklar ise kendilerini hakka yöneltenin arkasından gitmezler. Kendilerini yaratıp rızıklandıran Rablerini de tanımazlar. Bu açıdan da onların hayvanlardan daha şaşkın ve aşağı seviyede oldukları anlaşılır.
Oysa varlık âleminde aklını kullanabilen insana gerçeği gösteren nice deliller ve işaretler vardır:
Ayet-i kerimede buyrulur: فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْم ...
Ayet-i kerimede buyrulur: اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir ...
Ayet-i kerimede buyrulur: يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـًٔا وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ Gerçek şu ki Allah insanlara hi ...
Saff Sûresi 1. Ayet: "Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam ola ...