Nisâ sûresi Medine’de nâzil olmuştur, 176 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “kadınlar” mânasına gelen اَلنِّسَاءُ (Nisâ) kelimesinden alır. Ayrıca bu kelime sûre boyunca sıkça tekrar edilmektedir. Mushaf tertîbine göre 4, nüzûl sırasına göre 98. sûredir. Kur’ân-ı Kerîm’in 114 sûresi içinde اَلرِّجَالُ (ricâl) yani “Erkekler” ismini taşıyan bir sûre olmayıp, “Nisâ” ismiyle anılan bir sûrenin olması ve sûrede daha çok kadınlarla alakalı konuların ele alınması, İslâm’ın kadına verdiği değer açısından dikkat çekicidir. Daha önce hep ikinci planda tutulmuş ve hakları yenmiş kadınları onurlandırmanın ve onları İslâm toplumu içinde layık oldukları yere oturtmanın açık bir işaretidir.
Sûrede öncelikle toplumun temeli olan ailenin istikrarı için gereken tavsiye ve direktifler verilir. Bu açıdan bilhassa nikah ve mirasla alakalı hükümler açıklanır. Kadından ve kadınların toplum içindeki yerinden bahsedilir. Kadınlarla erkeklerin aynı asıldan geldiklerine vurgu yapılarak, akrabalık haklarına riayet emredilir. Emanetin ehline verilmesinin ve adâletin lüzumu hatırlatılır. Ayrıca vakit namazı, korku namazı, namaz için gerekli taharet ve teyemmüm gibi konulara temas edilerek insanların sağlam ve sıhhatli bir kulluk şuuru oluşturmalarında önemli hususlara yer verilir. Mü’minler kendilerini savunmaya teşvik edilir. Bununla birlikte onlara İslâm’ı tebliğ etmenin ehemmiyeti de öğretilir. Hicretin hükmü açıklanır. Mü’minlerle “münafıklar, yahudiler ve müşrikler” arasındaki münâsebetlere ait hükümler getirilir. Yahudilerin bazı yanlış inanç, tutum ve davranışları tenkit ve tashih edilir. Her şeyin ötesinde en çok müslüman fert ve toplumu kuvvetlendirme ve sağlam bir birlik oluşturma gayesiyle, müslüman şahsiyetinin ve ahlâkî karakterinin mükemmel, yüksek ve güçlü olması yönünde telkinler yapılır.
İbn Abbas (r.a.) şöyle der:
Nisâ suresinde bulunan sekiz âyet, bu ümmet için güneşin üzerine doğduğu ve battığı şeylerin hepsinden hayırlıdır:
“Allah, haramları ve helâlleri size apaçık bildirerek yolunuzu aydınlatmak istiyor …” (Nisâ 4/26)
“Allah sizi günahlardan, yanlış yollara gitmekten koruyup affına ve rahmetine yöneltmek diliyor.…” (Nisâ 4/27)
“Allah sizin yükünüzü hafifletip dinî hayatı yaşanılır kılmak istiyor. …” (Nisâ 4/28)
“Siz eğer yasaklanan büyük günahlardan sakınırsanız, biz sizin küçük günahlarınızı örteriz…” (Nisâ 4/31)
“Allah zerre kadar bile olsa kimseye zulmetmez.” (Nisâ 4/40)
“Allah, kendisine şirk koşulmasını kesinlikle bağışlamaz. Bunun altındaki günahları ise dilediği kimse için affeder…” (Nisâ 4/48)
“Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, şüphesiz Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olarak bulur.” (Nisâ 4/110)
“Eğer siz şükredip inanırsanız Allah size ne diye azap etsin.” (Nisâ 4/147) (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, I, 448)
Nisâ sûresi, içerisinde hukukî ve ahlâkî hükümlerin en çok bulunduğu sûrelerden birisidir. Kulların bütün bu ağır hükümlerin üstesinden gelebilmeleri için sûreye takvâdan ve Allah’ın her şeyi görüp bildiğinden söz edilerek başlanmaktadır.
Mushaftaki sıralamada dördüncü, iniş sırasına göre doksan ikinci sûredir. Mümtehine sûresinden sonra, Zil âl’den önce inmiştir. Bakara, Enfâl, Âl-i İmrân, Ahzâb ve Mümtehine sûreleri Medine’de Nisâ’dan önce nâzil olmuştur. Sûrenin, hicretten sonra 5 veya 6. yılda, Müreysî Gazvesi’nde dinî hükümler ve uygulamalar arasına girdiği bilinen teyemmüm âyetini ihtiva etmesi ağırlıklı olarak bu yıllarda indiğini düşündürmektedir. Buhârî’de yer alan (“Ferâiz”, 14) Nisâ sûresinin 176. âyetinin Kur’an’ın son âyeti olduğu yönündeki rivayet dikkate alındığında, başka bazı sûreler gibi bunun da nüzûlünün geniş bir sürede tamamlandığı söylenebilir. Sûrenin hicret günlerinde veya Mekke’de nâzil olduğunu ifade eden rivayetler zayıf bulunmuştur. “Ey insanlar!” hitabıyla başlayan sûrelerin Mekke’de vahyedildiği yönündeki kabulden hareketle ileri sürülen son iddiaya şöyle karşı çıkılmıştır: Medine’de geldiği bilinen birçok âyette benzer hitaplar bulunmaktadır ve Medine’de “ey insanlar!” denildiğinde bununla yalnızca Medineliler kastedilmez; dolayısıyla bu hitap Mekke’de inişin işareti değildir (İbn Âşûr, IV, 212).
İbn Abbas (r.a.) şöyle der:
Nisâ suresinde bulunan sekiz âyet, bu ümmet için güneşin üzerine doğduğu ve battığı şeylerin hepsinden hayırlıdır:
“Allah, haramları ve helâlleri size apaçık bildirerek yolunuzu aydınlatmak istiyor …” (Nisâ 4/26)
“Allah sizi günahlardan, yanlış yollara gitmekten koruyup affına ve rahmetine yöneltmek diliyor.…” (Nisâ 4/27)
“Allah sizin yükünüzü hafifletip dinî hayatı yaşanılır kılmak istiyor. …” (Nisâ 4/28)
“Siz eğer yasaklanan büyük günahlardan sakınırsanız, biz sizin küçük günahlarınızı örteriz…” (Nisâ 4/31)
“Allah zerre kadar bile olsa kimseye zulmetmez.” (Nisâ 4/40)
“Allah, kendisine şirk koşulmasını kesinlikle bağışlamaz. Bunun altındaki günahları ise dilediği kimse için affeder…” (Nisâ 4/48)
“Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, şüphesiz Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olarak bulur.” (Nisâ 4/110)
“Eğer siz şükredip inanırsanız Allah size ne diye azap etsin.” (Nisâ 4/147) (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, I, 448)
Bu âyet-i kerîme Mıkyes b. Subâbe’nin, kardeşinin öldürülmesi üzerine işlediği cinayet hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki; Mıkyes ve kardeşi Hişâm müslüman olmuşlardı. Bir gün Mıkyes, kardeşi Hişâm’ı, Neccâr oğulları içinde öldürülmüş olarak buldu ve gelip Resûlullah (s.a.s.)’e durumu bildirdi. Peygamberimiz de yanına Fihr oğullarından ve Bedir ashâbından Zuheyr b. İyâz’ı katarak:
“–Eğer kâtili biliyorsanız kısas yapılmak üzere bunlara teslim edin, bilmiyorsanız diyetini verin” diye Neccâr oğullarına gönderdi. Neccâr oğulları o zaman Kubâ’da oturuyorlardı. Bunlar Neccâr oğullarına geldiler ve Resûlullah (s.a.s.)’in emrini tebliğ ettiler. Onlar da:
“–Allah Resûlü’nün emri başımız üstüne. Kâtili bilmiyoruz, fakat diyetini verelim” dediler. Hişâm’ın diyeti olarak yüz deveyi o ikisine teslim ettiler. Mıkyes ve Zubeyr de develeri alarak Medine’ye doğru yola çıktılar. Kubâ-Medine arası yaklaşık bir saatlik yoldu. Yolda şeytan Mıkyes’e vesvese verdi. Mıkyes kendi kendine: “Sen ne yapıyorsun? Kardeşinin diyetini alıp da insanları kendi aleyhine mi konuşturacaksın? Yanındakini öldür, cana can olsun, aldığın diyet de kâr kalsın” deyip bir gaflet anında Zubeyr’in başını bir taşla parçaladı. Develerden birine binerek, diğerlerini de alıp götürdü. Bir şiir söyleyerek dinden döndüğünü îlân etti ve Mekke’ye kaçtı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 174)
Kasten adam öldürmenin dünya hayatıyla ilgili hükmü Bakara sûresinde, “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas emredildi” (Bakara 2/178) âyetiyle beyân buyrulmuştur. Âhiretle ilgili hükmü de şudur: Mümin veya kâfir kim bir mü’mini kasten, bile bile, hayatına kasdederek öldürürse onun cezası cehennemdir. Orada pek uzun müddet ve belki sonsuza kadar cezalandırılır. Çünkü Allah ona gazab etmiş, onu lanetlemiş, merhamete layık görmeyip onun için büyük bir azab hazırlamıştır. Zira böyle bir cinâyet, imanla birlikte işlenmeyecek kadar büyük bir günahtır. Bu sebeple diyet ödemek ve köle azat etmek bu suça bir ceza olarak kabul edilmemiş, bilakis onun akibeti Allah’a bırakılmıştır.
İbn Abbas gibi bazı sahabîler bu suça tevbenin kabul olunmayacağını söylemişlerdir. Bazıları da yüce Allah’ın “Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ama dilediği kimselerin bunun dışındaki günahlarını bağışlar” (Nisâ 4/116) ayetine dayanarak tevbe eden kâtilin de bağışlanacağı görüşündedirler. Buna göre âyette geçen الخلد (huld) “sonsuzluk” kelimesi “uzun bir zaman dilimi” olarak tefsir edilmiştir.
Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm’de cehennemde ebedi kalışı bildiren ne kadar ayet varsa hepsi kâfirlere ait olduğu halde Sadece “Bir mü’mini kasten öldürenin cezası ise, içinde ebedi kalacağı cehennemdir” (Nisâ 4/93) âyet-i kerîmesi, bir mü’mini kasten öldüren mü’minleri de kapsamaktadır. Fakat konuyu derinlemesine tetkik eden âlimler, şirk ve küfrün dışındaki günahların eninde sonunda bağışlanacağına dair âyet ve hadisleri daha kuvvetli bulmuşlardır. Dolayısıyla bu âyetten maksat, insanları bir mü’mini kasten öldürmekten şiddetle menetmektir.
İkinci olarak da “Mü’mini, sırf mü’min olduğu için öldürme” mânası kastedilmektedir.
Âyet-i kerîmenin tefsiriyle ilgili rivayetler ve açıklamalar değerlendirildiğinde şöyle bir neticeye varılabilir:
“Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ama dilediği kimselerin bunun dışındaki günahlarını bağışlar.” (Nisâ 4/116)
“Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, şüphesiz Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olarak bulur” (Nisâ 4/110) âyetleri, tevbe edildiği takdirde bütün günahların bağışlanacağını beyân buyurmaktadır. Ehl-i Sünnet âlimleri bu görüşte ittifak etmektedirler. Bu hükme aykırı düşen rivayetler, haksız yere cana kıyma fiilini, şiddetli ve korkutucu bir üslûp ile yasaklamaya hamledilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın af kapısı her tevbekâra açıktır. Bu hususta, İsrâiloğullarından yüz kişiyi öldüren bir kâtilin affedilip cennete gitmesiyle alâkalı Resûlullah Efendimiz’in naklettiği kıssa mühim bir delildir. (bk. Buhârî, Enbiyâ 50; Müslim, Tevbe 46; İbn Mâce, Diyât 2)
Mü’mini kasten öldürme günahının affedilebileceğine dâir âlimlerimiz üç delil serdetmişlerdir:
› Küfür, mü’mini kasten öldürmeden daha büyük bir günahtır. Küfrün tevbesi kabul edildiğine göre bu günahın tevbesi öncelikle kabul edilir.
› Furkan Sûresi 68-69. âyetlerde büyük günahlar sayılmakta, bunlardan birisi olarak da haksız yere adam öldürmek zikredilmekte ve bunlara verilecek uhrevî ceza bildirilmektedir. 70 ve 71. âyetlerde ise bu günahların hepsini işleyenin bile tevbesinin kabul edileceği haber verilmektedir. Dolayısıyla sadece adam öldürme günahını işleyenin tevbesinin makbul olması daha evlâ olur.
› Nisâ Sûresi 48 ve 116. âyetlerde tekraren Allah Teâlâ’nın şirk hâriç diğer bütün günahları dileyeceği kimseler için, tevbe şartı zikredilmeksizin bağışlayacağı bildirilir. Dolayısıyla Allah’ın o günahları kul tevbe ettikten sonra bağışlaması ihtimali daha kuvvetlidir. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, X, 191)
Cana kıymanın büyük bir günah olması ve savaş ortamlarında bu ihtimalin daha da artması sebebiyle Allah Teâlâ mü’minleri şöyle ikaz buyurur:
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ Yoksa “Bu ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪ ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ ا ...
Zebâniler, insanları cehenneme sevkeden ve cehennemi yöneten meleklerdir. Kur’an-ı Kerim’de zebânilerden bahseden ayetler şunlardır: ZEBANİLER İLE İL ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي ك ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪ ...