Kasas sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 88 âyettir. İsmini 25. âyette yer alıp Hz. Mûsâ’nın doğumundan Medyen’e gelişine kadar başından geçen olayları ifade eden “Kasas” kelimesinden alır. اَلْقَصَصُ (kasas), sözlükte hâdiseleri uygunluk sırasına göre zikretmek mânasına gelir. Mushaf tertibine göre 28, iniş sırasına göre 49. sûredir.
Kasas sûresinin esas hedefi, Resûlullah (s.a.s.)’in nübüvveti etrafında çoğalan şüphe ve itirazları bertaraf edip, ona inanmamak için ileri sürülen mazeretleri geçersiz kılmaktır. Bu sebeple sûrede Hz. Mûsâ’nın kıssası, nâzil olduğu dönemin dinî, siyâsî, ahlâkî ve içtimâî problemlerine ışık tutacak yönleriyle en geniş bir tarzda anlatılır. Annesi tarafından Nil’e bırakıldıktan sonra Firavun’un sarayına alınıp orada yetiştirilmesi; yanlışlıkla kıptıyi öldürüp, öldürülme korkusuyla Mısır’dan Medyen’e kaçması; Hz. Şuayb’e damat olması ve ona hizmet etmesi; Mısır’a dönüş esnâsında Tur dağında vahye nâil olup, kendine verilen mûcizelerle Firavun’a gönderilmesi; Firavun’un tavrı ve meydan okuması en dikkat çekici yönleriyle nazarlara sunulur. Bunlar anlatılırken Allah Teâlâ’nın peygamberini muzaffer kılmak için hangi görünmez kuvvetleri, vasıta ve sâikleri devreye soktuğu; din düşmanlarına ise nasıl tahmin edemedikleri noktalardan müdâhale edip onların çabalarını boşa çıkardığı ve neticede kendi iradesini gerçekleştirdiği gösterilir. Bu kıssadan hareketle Kur’an karşısında Ehl-i kitabın ve müşriklerin halleri mizan olunur. Kur’an’ın gerçekliği, âhiretin varlığı can alıcı ifadelerle beyân edildikten sonra Allah Teâlâ’nın azamet ve kudret nişânelerine şöyle bir atf-ı nazarda bulunulur. Dünyanın fâniliği, âhiretin ebedi ve gerçek hayat oluşuyla ilgili Kârun misali verilir. Bütün hazineleriyle birlikte bir gecede yerin dibine geçirilen Karun, Allah’ı bırakıp dünya malını putlaştıranlara ve ona aldananlara ne müthiş bir misaldir. Ne malı ne de Hz. Mûsâ’ya yakınlığı ona bir fayda sağlamaz. Sûre, İslâm’ın kemâle ereceği ve dünyaya hâkim olacağı müjdesiyle nihâyete erer. Fakat bu kutlu davayı omuzlanacak Peygamberimiz (s.a.s.)’in izinden yürüyen, kâfirlere arka çıkmayan, Allah’ın âyetlerine göre hareket eden, gerçek tevhid ehli civanmertlere, cengâverlere, mücâhitlere gerek olduğu belirtilir.
Mushaftaki sıralamada yirmi sekizinci, iniş sırasına göre kırk dokuzuncu sûredir. Neml sûresinden sonra, İsrâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 85. âyetinin hicret esnasında Cuhfe denen yerde,52-55. âyetlerinin de Medine’de indiğine dair bir rivayet bulunmaktadır (Şevkânî, IV, 152).
Hakkında idam fermanı verilen Hz. Mûsâ, hiç vakit kaybetmeden Medyen’e doğru hareket etti. Aslında o, şehir dışına hiç çıkmamıştı ve nereye gideceğini de bilmiyordu. Hattâ yanına yiyecek bile almamıştı. Medyen, o zaman Mısır’dan sekiz günlük bir mesâfede idi. Ancak Medyen halkı ile Mûsâ (a.s.) arasında akrabâlık bulunduğu rivayet edilir. Zira Medyenliler de Hz. Mûsâ da İbrâhim (a.s.)’ın evlatlarındandı. Hattâ Medyen, Hz. İbrâhim’in oğullarından birinin adı idi ve bu şehir Firavun’un idâresi altında değildi.
Nihâyet Mûsâ Medyen’e ulaştı. Halk, Medyen kalesinden sürülerini çıkarıyordu. Hz. Mûsâ’nın durduğu yerde bir su kuyusu vardı ve kaleden çıkan sürüler, oraya doğru geliyorlardı. Biraz sonra, herkes koyunlarını sulamak için kuyunun etrafına üşüşmüştü. Ancak iki kızcağızın koyunlarını alıp kenarda durmaları ve kalabalığa karışmamaları, Hz. Mûsâ’nın dikkatini çekti. Onlara sordu:
“–Siz niye bekliyorsunuz? Hayvanlarınızı niçin sulamıyorsunuz?” Kızlar:
“–Çobanlar işlerini bitirip gitmedikçe hayvanlarımızı sulayamıyoruz” dediler. Mûsâ:
“–Kimseniz yok mu?” dedi. Bunun üzerine:
“–Babamız çok yaşlı ve hâlsiz. Bu sebeple koyunları biz sulayıp otlatmak zorunda kalıyoruz. Erkeklerin içine girmek istemediğimiz için onlar çekilip gidince sürülerimize su veriyoruz. Fakat bazan de önce onlar suladığı için kuyuda su bitmiş oluyor; hayvanlarımızı sulayamıyoruz!” dediler.
Bir rivayete göre bunlar, Şuayb (a.s.)’ın kızları Safûra ile Süfeyrâ idi.
Mûsâ, sekiz gündür aç olmasına rağmen çok güç de olsa kuyudan su çekti, Safûra ile Süfeyrâ’nın hayvanlarını suladı. Açlığını, yorgunluğunu, yabancı sahipsiz bir kimse olduğunu, peşinden düşmanların kovaladığını bahane ederek, yapması gereken iyiliği yapmaktan vazgeçmedi. Çünkü aldığı terbiye, sahip olduğu ahlâkî anlayış ve bozulmamış tertemiz fıtratı bunu gerektiriyordu. Kızlar teşekkür edip oradan ayrıldılar. Mûsâ ise günlerdir bir şey yememişti; çok açtı. “Rabbim! Şüphesiz, bana lütfedeceğin her iyiliğe öylesine muhtacım ki!” sözleriyle de Rabbinden kendisine maddi-manevî lutufta bulunmasını, hususiyle azık ihsân etmesini niyâz etmekteydi. Mûsâ’nın bu duasını: “Doğrusu bana indirdiğin hayırdan dolayı muhtaç duruma düştüm!” şeklinde mânalandırmak da mümkündür. Buna göre Mûsâ, kendisine tevdî edilen yüce vazîfeye ve bu sebeple dünyada fakir düşüşüne işaret ediyordu. Çünkü o, Firavun’un yanında bolluk içinde idi. Fakat bu sözler, şikâyet için değil, Cenâb-ı Hakk’ın kendisini selâmete eriştirmesine bir teşekkür ve açlığını gidermesi için de bir nâz ve niyâz kabîlindendi.
Şuayb (a.s.), kızlarının davarları sulamaktan erken döndüklerini görünce şaşırdı ve bunun sebebini sordu. Kızları da, daha önce o beldede hiç görmedikleri sâlih bir insanın kendilerine yardım ettiğini söylediler:
İbrahim suresinin 3. ayetinde şöyle buyrulur: “Onlar, dünya hayatını sevip âhiret hayatına tercih ederler. İnsanları Allah yolundan uzaklaştırmaya ve ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَ ...
Âhiret kazancının dünya kazancına göre ölçüye sığmaz kıymette ve ebedî olduğunu bilen ashâb-ı kirâm, ebedî saâdet sermâyesi kazanmanın lezzet ve halâv ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ Eğer şükreder ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ...
“Sen elbette büyük ahlâk sahibisin.” (Kalem sûresi (68), 4) Allah Teâlâ en güzel şekilde yaratıp kendisine en güzel ahlâkı öğrettiği sevgili p ...