Hadid Sûresi 17. Ayet Tefsiri


17 / 29


Hadid Sûresi Hakkında

Hadîd sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 29 âyettir. İsmini, 25. âyette geçen ve “demir” mânasına gelen اَلْحَد۪يدُ (hadîd) kelimesinden alır.  Mushaf tertîbine göre 57, iniş sırasına göre 112. sûredir.

Hadid Sûresi Konusu

Sûre Allah Teâlâ’nın azametini, ilim ve kudretinin büyüklüğünü tanıtarak insanları Allah ve Rasûlü’ne imana; İslâm yolunda vermeye ve cihada davet eder. Ömrünü Allah’a kulluk ve O’nun dinini tebliğ uğrunda değerlendirenlerin âhirette erişecekleri nimetleri hatırlatırken, buna mukâbil kalbinde nifak hastalığı taşıyanların öte dünyadaki çaresiz hallerini gözler önüne serer. Gönlü sadece Cenâb-ı Hakk’a bağlamak ve sadece O’na kulluğun derdinde olabilmek için hem dünya hayatının fâniliğini idrakin, hem de kadere teslimiyetin ehemmiyetine dikkat çeker. Ayrıca iyi bir kul olabilmek için hıristiyanların ihdas ettiği gibi ruhbanlığa gerek olmadığını; iman edip Peygambere ve ona inen Kur’an’ın talimatlarına uymanın insanı kemâle erdireceğini bildirir.

Hadid Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada elli yedinci, iniş sırasına göre doksan dördüncü sûredir. Zilzâl sûresinden sonra, Muhammed sûresinden önce nâzil olmuş ve genellikle Medine’de inen sûreler arasına yerleştirilmiştir. İbn Âşûr bunun, Mekkî mi Medenî mi olduğu hususu en tartışmalı sûre olduğunu ifade eder. Fakat hemen bütün âlimler hem Mekkî hem Medenî âyetler ihtiva ettiğini kabul ederler (bk. İbn Atıyye, V, 256; İbn Âşûr, XXVII, 353-354).

Hadid Sûresi Fazileti

Hadîd sûresi, سَبَّحَ (sebbeha) ve يُسَبِّحُ (yüsebbihu) kelimeleriyle başlayan ve اَلْمُسَبِّحَاتُ (Müsebbihât) olarak isimlendirilen sûrelerin ilkidir. Diğerleri Haşr, Saff, Cuma ve Tegâbün sûreleridir. Rivayete göre Resûlullah (s.a.s.), yatmadan önce bu sûreleri okur ve “Şüphesiz bunlar içinde bin âyetten daha faziletli bir âyet vardır” buyururdu. (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 21; Deavât 22)

TEFSİR:

“İman edenler” ifadesiyle iki farklı gruba hitap edilmiş olabilir:

Birincisi; müslüman olduklarını söyleyerek İslâm saflarına katılan, fakat İslâm’ın derdiyle dertlenmeyen, onun getirdiği mükellefiyetlere kalplerinde yer vermeyen kimselerdir. O dönemde, İslâm’ı yok etmek için hazırlanmış tüm küfür güçleri, henüz yeni teşekkül etmeye başlayan İslâm toplumunu her yanından kuşatmışlardı. müslümanlar her yerde zulüm altında inliyorlardı. Zulüm altında ezilen müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret etmişlerdi. Ensar dediğimiz Medine’deki müminler ise bir yandan muhacir kardeşlerine yardım ederlerken, diğer yandan kâfirlerle yapılan savaşlarda onca fedakârlıklarda bulunuyorlardı. İşte âyette bahsedilen kimseler, mevcut içler acısı durumu ve olanları açıkça gördükleri halde müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen, hiç aldırış bile etmiyorlardı. Dolayısıyla söz konusu kimseler “Sizler nasıl müslümansınız” denilerek utandırılmaktadırlar. İslâm’ın en nazik döneminde kalpleri Allah’ın zikri ile yumuşamayan, İslâm için kalplerinde hiç fedakârlık hissi duymayan ve İslâm tehdit altındayken bile hiçbir olumlu kıpırdanma göstermeyen bu kimseler, Allah’tan korkmaya ve imanlarının gereğini yerine getirmeye çağrılmaktadır.

İkincisi; hitap tüm sahâbe-i kirâma ve onların şahsında tüm mü’minleredir. Burada bir kınama söz konusudur. Fakat bu kınama, sahâbîlerin dinî heyecanlarında bir düşüş olduğundan dolayı değildir. Bu kınamanın gayesi, imanın kemâlini gösteren amellere sarılarak artık İslâm’ın tüm yönleriyle faaliyete geçmesi için yükseliş aşk ve heyecanını uyandırmak, gelecekte de o heyecanın sönmemesi için şart olan ruhî bir kanuna işaret etmekle yine mü’minleri bu yönde teşvik etmektir. Mü’minlerin kalpleri daima Allah’ı zikretmeye müsait halde olacak, Allah’ın zikri ile yumuşayıp saygı ile dolacak, Hakk’ın indirdiği Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri hep hatırda tutulacak, hayatımızı yönlendirici ve şekillendirici müessir bir güç olarak hep hazır bulunacaktır. Fakat zamanın geçmesiyle ve vahyin ilk indiği sıralarda uyandırdığı mânevî sıcaklık ve coşkunun zamanla soğumasıyla, kalplerdeki dinî hissiyâtın seviye kaybetmesi ve manevî duygularda bir düşüşün yaşanması söz konusu olabilir. İşte bu noktada Cenâb-ı Hak mü’minleri ikaz etmekte; dinin yaşanması, yaşatılması ve devam ettirilmesi için çok mühim bir iksir olan bu dinî heyecanın aksamadan devam ettirilmesi ve hatta daha da artırılması için yol göstermektedir. Belki ferdi planda bu heyecanı göstermek nispeten kolaydır, fakat onlardan tüm esaslarıyla teşekkül etmiş bir İslâm toplumu olarak, İslâm’ın her türlü emir ve nehiylerini yerine getirmede aynı yüksek heyecanı gösterme başarısını istemektedir. Bu sebeple, Ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanların durumunu ibretli bir misal olarak verir. Çünkü onlar, kutsal kitaplarının inişi ve peygamberlerinin gönderilişi üzerinden belli bir zaman geçince, artık vahyin sıcaklığını hissedemez olmuşlar, kalpleri katılaşmış ve pek çoğu dinîn emirlerini dikkate almaksızın günahlara dalıp doğru yoldan uzaklaşmışlardı. Aynı tehlike İslâm ümmeti için de geçerlidir. Kıyamete kadar hükmünü icrâ edecek böyle bir rûhî kanun vardır. Dikkat edilmediği takdirde bu ilâhî kanunun hükmüne mahkûm olarak, iman ve İslâm gibi en kıymetli sermayeyi elden kaçırma riski bulunmaktadır. Fakat ümitsiz olmamak da lazımdır. Bizim Allah’a ve Kur’an’a sarılıp dirilmeye niyetimiz olduğu takdirde, her ilkbaharda ölü toprağı yeniden dirilten Allah, bizi de, isteyen herkesi de mânen diriltmeye kadirdir.

Şâir Ziyâ Paşa, ilâhî kudretin akıl ötesi tecellîleri karşısında duyduğu hayreti şöyle dile getirir:

“Yâ Rab bu ne izzet-i a’lâdır!

Yâ Rab ne kemâl-i kibriyâdır!

Bir kabza türâba can verirsin,

Toprağa, taşa lisân verirsin.[1]

Ancak kalplerin dirilmesi, orada İslâm, iman ve ihsan coşkusunun oluşması için Allah yolunda fedakârlık yapmak, malı canı o uğurda harcamak lazımdır:

[1] İzzet-i a’lâ: Yüce güç, kuvvet ve kudret. Kemâl-i kibriyâ: Sınırsız büyüklükte bir kemâl, olgunluk. Kabza: Avuç. Türâb: Toprak.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2017/09/hasta_dua-702x336.jpg
Şifa Ayetleri

Şifa; deva demektir. Şifa; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına gelir. Peki hastalara ne şifa olur? KUR’AN’DA G ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2019/04/fakirlik_görmez-702x336.jpg
Vakıa Suresi

Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâk ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-79-ayeti-ne-anlatiyor-195094-m.jpg
Enâm Suresinin 79. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ Ben hakka ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-72-ayeti-ne-anlatiyor-195071-m.jpg
Enâm Suresinin 72. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Bir de bize, “Namazı dosdoğru kılın v ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...