Enbiyâ Sûresi 69. Ayet Tefsiri


69 / 112


Enbiyâ Sûresi Hakkında

Enbiyâ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 112 âyettir. اَلأنْبِيَاءُ (enbiyâ), kelime olarak “nebî” kelimesinin çoğulu olup “peygamberler” anlamına gelir. Bir kısım peygamberlerin kıssalarından ibretli sahneler beyân etmesi sebebiyle “Enbiyâ sûresi” ismini almıştır. Mushaf tertîbine göre 21, iniş sırasına göre 73. sûredir.

Enbiyâ Sûresi Konusu

Sûrenin başlangıcında, Resûlullah (s.a.s.) ve Kur’an’a iman etmeyenlerin, artık hesap vakitlerinin iyice yaklaşmış olmasıyla birlikte hakikat karşısındaki derin gafletleri, şaşkınlıkları, perişan âkıbetleri dile getirilir ve başlarına helak edici musîbetler geldiğinde onların bundan kurtuluşlarının mümkün olmayacağı belirtilir. Allah’ın ulûhiyette tekliğine, birliğine ve kudretine en büyük delilin, kâinattaki emsalsiz âhenk olduğuna; Allah’tan başka bir ilâhın varsayılması durumunda bu ahengin yerini anarşi ve bozukluğun alacağına dikkat çekilir. Göklerle yerin yoktan var edilmesi, her canlı varlığın sudan yaratılması, yeryüzündeki dağlar, yollar, gece, gündüz, güneş ve ay birer ilâhî kudret nişânesi olarak zikredilir. Ölüm, âhiret, hesap, cennet, cehennem vurgusu yapılır. Sonra da Hz. Mûsâ, Hz. İbrâhim, Hz. Lût, Hz. Nûh, Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman, Hz. İsmâil, Hz. İdris, Hz. Zülkifl, Hz. Yûnus, Hz. Zekeriya, Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın kıssalarından pek ibretli birer, ikişer kesit sunulur. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.s.)’in risâletinden istifade ile, göklerin kağıt tomarı gibi dürüleceği kıyamet gününde, ebedî azaba düçar olanlardan değil, o dehşetli manzaraların kendilerini tasalandırmadığı, meleklerin kendilerini cennetle müjdelediği bahtiyâr insanlardan olmak tavsiye edilir.

Enbiyâ Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada yirmi birinci, iniş sırasına göre yetmiş üçüncü sûredir. İbrâhim sûresinden sonra, Mü’minûn sûresinden önce Mekke döneminde inmiştir. Abdullah b. Mes‘ûd, “Benî İsrâil (İsrâ), Kehf, Meryem, Tâhâ ve Enbiyâ sûreleri, benim Mekke’de ilk öğrendiğim güzel sûrelerdir” demiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 21/1). Bazı müfessirler 44. âyetinin Medine döneminde nâzil olduğu kanaatindedir.

TEFSİR:

Hz. İbrâhim’in bu açık tebliğine karşı söyleyecek makul hiçbir söz bulamayan o bedbaht kavim, kuvvetçe üstünlüklerine güvenerek zorbalık yolunu tuttular ve İbrâhim (a.s.)’ı ateşte yakma kararı aldılar. Çünkü putlarını diline dolayan ve onlara hakaret eden birinin cezası ancak bu olmalıydı.

Rivayete göre putperestler durumu kralları Nemrûd’a bildirdiler. Bunun üzerine Nemrûd, İbrâhim (a.s.)’ı çağırttı. Nemrûd’un huzûruna giren herkes, öncelikle ona secde ederdi. Hz. İbrâhim ise, secde etmedi. Nemrûd, merak ve hiddetle sebebini sorunca da:

“–Seni ve beni Yaratan’dan başkasına secde etmem!” dedi. Nemrûd:

“–Senin Rabbin kim?” deyince, İbrâhim (a.s.):

“–Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allah’tır” dedi. Nemrûd:

“–Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi. Zindandan iki kişi getirtti. Birini öldürdü, diğerini ise serbest bıraktı. Sonra da:

“–Bak, ben de bu işi yapıyorum” dedi. Lâkin ahmak Nemrûd, diriltmenin rûh vermek; öldürmenin ise rûh almak ol­duğunu bilmiyordu. Bu kez İbrâhim (a.s.):

“–Benim Rabbim, güneşi doğudan doğdurur. Gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur!” dedi. O melun kâfir apışıp kaldı. (bk. Bakara 2/258)

Karşılıklı bu konuşmalar ve tartışmalar üzerine son derece hiddetlenen Nemrûd, ona nasıl bir ceza verileceği husûsunda avânesini toplayıp istişâre etti. İçlerinden biri:

“–Onu büyük bir ateşte yakalım!” teklifinde bulundu.

Bu teklif kabul edildi. Ateş için hazırlıklar başlatıldı. Bir ay odun taşındı. Câhil ve ahmak halk, “Bu, bizim putlarımıza karşı çıkıyor!” diye odun taşıma işinde seferber oldular. Dağ gibi odun yığıldı. Yakılan ateşin alevleri semâlara çıkıyordu. Harâretinden dolayı, kuşlar yakınından bile geçemiyordu. Bütün hazırlıklar bitince halk, ateşin başına toplandı. Hz. İbrâhim elleri kelepçeli ve ayakları prangalı bir şekilde oraya getirildi. Ancak o büyük peygamber “Halîl” olduğu için çok zor bir durumda olmasına rağmen büyük bir teslîmiyet ve tevekkül içinde idi. Gönlünde en ufak bir korku ve endişe yoktu. Nemrûd ve cemâati, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler. Yerdeki ve gökteki melekler, hayret içinde:

“–Aman yâ Rabbî! Seni en çok zikreden İbrâhim (a.s.) ateşe atılıyor! O seni bir an bile unutmayan bir peygamberdir. Ona yardım etmek için bize izin verir misin Allahım?” diye yalvardılar. Allah Teâlâ’nın izin vermesi üzerine bir melek Hz. İbrâhim’e gelerek:

“–Rüzgârlar emrime verildi. Arzu edersen ateşi darmadağın edeyim!” dedi.

Diğer bir melek:

“–Sular emrime verildi. İstersen ateşi bir anda söndüreyim!” teklifinde bulundu.

Bir başka melek:

“–Toprak emrime verildi. Dilersen ateşi yere batırayım!” dedi.

İbrâhim (a.s.) ise, bu meleklere:

“–Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona râzıyım! Kurtarır ise, lutfundandır. Eğer yakar ise, kusûrumdandır. Sabredici olurum inşallah!” diye mukâbelede bulundu. Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken de İbrâhim (a.s.):

حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

“Allah bize yeter, o ne güzel vekîldir” diyordu. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVII, 57-58; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 162-163; Kurtubî, el-Câmi‘, XI, 303)

İbn Abbâs (r.a.)’ın rivayetine göre Hz. İbrâhim bu sözü, ateşe atılırken söylemiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.) de bu sözü, “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakın!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine müslümanların imanları artmış ve hep birlikte: “Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek (bk. Âl-i İmrân 3/173) Allah’a karşı eşsiz bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir. (Buhârî, Tefsir 3/13)

İbrâhim (a.s.) tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâil (a.s.) geldi ve:

“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. Hz. İbrâhim:

“–Evet, bir dileğim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi.

Cebrâil, İbrâhim (a.s.)’a hayretle:

“–Niçin Allah’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi.

O da:

“–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 162)

Şâir bu cevâbı, “Âgâh olunca hâle, hâcet mi kalır suâle!” şeklinde mısrâya dökmüştür.

Allah Teâlâ, Hz. İbrâhim’in meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, onu Kur’ân-ı Kerîm’de: “O çok vefakâr İbrâhim” (Necm 53/37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, O’nu:Rabbi ona: «Teslim ol!» buyurmuş, o da: «Bütün varlığımla Âlemlerin Rabbine teslim oldum» demişti (Bakara 2/131) âyet-i kerîmesiyle de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.

İbrâhim Halîlullâh’ın bu yüce teslîmiyeti ve yalnız Hakk’a tevekkülü üzerine, o daha ateşin içine düşmeden Allah Teâlâ, ateşe “Ey Ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ 21/69) diye emretti. Bu emirle birlikte İbrâhim (a.s.)’ın düştüğü yer bir anda gülistâna döndü. Hatta bu emirle birlikte, yeryüzünde bütün ateşlerin belli bir müddet serin hâle geldiği söylenir. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVII, 58)

Nakledildiğine göre orada tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı. Bir rivayete göre, cennetten bir gömlek indirildi ve İbrâhim (a.s.)’a giydirildi. Bu gömlek, daha sonra İshâk (a.s.)’a, ondan Yâkub (a.s.)’a, ondan da Yûsuf (a.s.)’a intikâl etti. Hz. Yâkub’un gözleri âmâ olduğu zaman, Yûsuf (a.s.)’ın gönderip de gözlerinin açılmasına vesîle olan gömlek, işte bu gömlekti.

Hz. İbrâhim’i ateşe atmalarından sonra Allah onların üzerine en zayıf yaratığı olan sivrisine­ği Musallat etti. Aradan vakit geçmeden Nemrut, arkadaşlarının ve atlarının parıldayan kemiklerini gördü. Bu sinekler onların etlerini yemiş, kanlarını iç­mişti. Bir tanesi de Nemrud’un burun deliğine girdi ve beynine ulaşıncaya kadar önüne geleni kemirip durdu. İnsanlar arasında en değerli kabul ettiği ki­şi, demir bir balyozla kafasına vuran kişi oluyordu. O yaklaşık kırk yıl bu şe­kilde kaldı ve sonunda telef olup gitti.

Allah’ın Halîli’ne düşmanlığın sonu böylesine felâket oldu. Cenâb-ı Hak dostu İbrâhim’e ve onun amcası oğlu Lût (a.s.)’a ise şu ihsanlarda bulundu:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2017/09/hasta_dua-702x336.jpg
Şifa Ayetleri

Şifa; deva demektir. Şifa; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına gelir. Peki hastalara ne şifa olur? KUR’AN’DA G ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2019/04/fakirlik_görmez-702x336.jpg
Vakıa Suresi

Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâk ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-79-ayeti-ne-anlatiyor-195094-m.jpg
Enâm Suresinin 79. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ Ben hakka ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-72-ayeti-ne-anlatiyor-195071-m.jpg
Enâm Suresinin 72. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Bir de bize, “Namazı dosdoğru kılın v ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...