Ankebût sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 69 âyettir. İsmini, 41. âyetinde misâli verilen örümcek mânasındaki اَلْعَنْكَبُوتُ (ankebût) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 29, iniş sırasına göre 85. sûredir.
Sûre, hak katında makbûl bir imanın özelliklerinden bahseder. Buna göre sadece dil ile “inandık” demek yeterli değildir. Dünya hayatında bir kısım imtihan ve sorumluluklarla imanlar sınanacak, yalancılarla doğru söyleyenler birbirinden tefrik edilecek ve bu imtihanlardan başarıyla geçenlere “mü’min mührü” vurulacaktır. Sûrede Hz. Nûh, Hz. İbrâhim, Hz. Lût, Hz. Şuayb ve Hz. Mûsâ’nın kıssalarından kısa kısa tesirli alıntılar yapılarak “iman-küfür” ayırımı iyice netleştirilir. Son olarak hakiki imanın meyveleri sadedinde Allah’tan başka bir şeye gönül bağlamamak; namazı dosdoğru kılmak; Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük mûcize olduğunu kabulle onun getirdiği hidâyetten istifade etmek; sadece gerçek bir iman ve ona bağlı sâlih amellerin, sabır ve Allah’a tevekkül gibi ahlâkî güzelliklerin fayda vereceği âhiret gününe hazırlanmak hususları hatırlatılır. Yaşanılan ülkedeki şartlar, dinî vecîbeleri yerine getirmeye müsait değilse, Allah’ın arzının geniş olduğu hatırlatılarak daha iyi bir müslümanlık için hicret tavsiye edilir. Hepsinin ötesindeki en büyük gâye ise Allah’ın varlığını, birliğini ve sonsuz kudretini tanımak, gerçek hayatın âhiret hayatı olduğunu bilmek ve sadece başımız dara düşünce değil dâimâ halisane bir şekilde olarak O’nun huzurunda boynu bükük bir kul olabilmektir. Niyet ve iradesini bu istikâmete yönlendiren kullarına Rabbimiz başarı müjdesi vermektedir.
Mushaftaki sıralamada yirmi dokuzuncu, iniş sırasına göre seksen beşinci sûredir. Rûm sûresinden sonra, Mutaffifîn sûresinden önce ağırlıklı görüşe göre– Mekke’de inmiştir. Tamamının Medine’de indiği de söylenmektedir. Bir rivayete göre büyük bir bölümü Mekke’de, baş tarafından on veya on bir âyeti de Medine’de inmiştir. Aksine ilk dokuz âyetinin Mekke’de, daha sonraki kısmının Medine’de indiği de söylenmiştir. Bu rivayetlerden çıkan sonuca göre tamamı hicretin hemen öncesine ve/veya sonrasına denk gelen bir zaman dilimi içinde inmiştir.
Dârekutnî’nin Sünen’inde (II, 64) nakledilen bir hadise göre Hz. Âişe, “Resûlullah aleyhisselâm, güneş ve ay tutulmalarında dört rükûlu, dört secdeli iki rek‘at namaz kılar, bu namazın ilk rek‘atında Ankebût veya Rûm sûresini, ikinci rek‘atında Yâsîn sûresini okurdu” demiştir.
Kur’an konuşan nasihatçidir; insanın dünya ve âhiret faydasına ne varsa onları yapmayı, zararına olan şeyleri de terk etmeyi öğütler. Bütün şartlarına dikkat ederek hakkiyle kılınan namaz da insanı her türlü hayasızlıktan, çirkinlik ve edepsizlikten, dînin ve akl-ı selîmin kabul etmediği şeylerden, bütün kötülüklerden engeller. Onda böyle bir şuur ve dikkatin oluşmasına yardım eder.
Bir gün Resûlullah (s.a.s.) ashâbına:
“–Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir aksa, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, vücûdunda kirden bir eser kalır mı?” diye sorunca Ashâb-ı kirâm:
“–O kimsede kirden hiçbir iz kalmaz” dediler. Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.):
“–Beş vakit namaz da işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder” buyurdu. (Müslim, Mesâcid 283; Buhârî, Mevâkît 6)
Çünkü namaz kılan kişi kıbleye yönelip Rabbine ibâdet niyetiyle huşû‘ ve zillet içinde eğilince Allah’ın huzurunda bulunduğunu anlar. Rabbinin her halini görüp gözettiğini hatırlar. Cenâb-ı Hakk’ın murâkabesi altında olduğunu yakından hisseder. Bu hissiyâtın heybet ve korkusu onun azaları üzerinde tesirini gösterir. Bu şekilde kıldığı bir namazdan daha aradan fazla bir vakit geçmeden yeni bir namazın gölgesi üzerine düşer. Bu kez öncekinden daha güzel bir halet-i rûhiye içinde sıradaki namazı kılar. Böylece kul, kıldığı namaz sâyesinde küçük günahlardan arındığını bilip sevinirken, aynı zamanda büyük günahlara düşmemek için de bir irade eğitimi almış olur. Hâsılı hakkıyla kılınan namaz, sahibine rûhî bir olgunluk kazandırır ve kalbinin huşû ile dolmasını sağlar. Kalbi huşû ile dolan kişi de Allah’ın râzı olmadığı şeylerden büyük bir titizlikle sakınır ve böylece günahlardan arınır.
Selef-i sâlihîn (r.h.), namaza kalktıklarında titrer, renkleri sararırdı. Onlardan birine bunun sebebi sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
“Ben namazda Yüce Allah’ın huzurunda duruyorum. Dünya sultanları karşısında bile insanlar böyle davranırken, titreyip sararırken, bütün hükümdarların mutlak hakimi olan Allah huzurunda başka nasıl davranabilirim?” (Kurtubî, el-Câmi‘, XIII, 348)
Yine Hz. Ali’ye:
“–Ey mü’minlerin emîri! Namaz vakti gelince niçin yüzünüzün rengi değişiyor ve titremeye başlıyorsunuz?” diye sordular. Şöyle cevap verdi:
“–Yerin ve göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan âciz kaldığı bir emâneti edâ etme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım, bilemiyorum.”
Peygamberimiz (s.a.s.)’in torunu Hz. Hasan’ın, abdest esnâsında rengi değişirdi. Bunu gören bir kimse:
“–Yâ Hasan! Abdest alırken niçin böyle sararıp soluyorsun?” diye sordu. O da şöyle cevap verdi:
“–Yegâne kudret sahibi, Azîz ve Celîl olan Allah’ın huzûruna çıkma vakti gelmiştir.”
Âyet-i kerîmenin, “Allah’ı zikretmek ise en büyük ibâdettir” (Ankebût 29/45) kısmı pek şumüllü bir muhtevâya sahiptir. Bu ifadede hem kulun Allah’ı zikretmesini, hem de Allah’ın kulunu zikretmesini anlamak mümkündür. Buna göre âyetten şu mânalar anlaşılabilir:
Allah’ın zikri, yaratıkların zikrinden daha büyüktür. Çünkü Allah’ın zikri kadîm, yaratıkların zikri ise sonradandır.
Allah’ın, kullarını övgü, sevap ve mükâfâtla anması, kulların ibâdet ve namazlarla O’nu zikretmesinden çok daha büyüktür.
Kılınan namazlar içinde ve okunan Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ı zikretmek kullar için her şeyden daha faziletlidir.
Namazın hayâsızlık ve kötü şeylerden alıkoymasının devamıyla birlikte Allah’ı zikretmek en büyüktür.
Haram kılınan şeylerle karşılaşıldığında Allah’ı hatırlayarak, o haramı terk etmek zikrin en büyüğüdür.
Allah’ı zikretmek, hatırdan çıkarmamak insanı günahlardan korur. Çünkü Allah’ı zikredip unutmayan kimse O’nun emirlerine aykırı davranmaz.
Allah’ı zikretmek mutlak olarak en büyüktür. İnsanı gerçekte hayâsızlıktan ve kötülüklerden alıkoyan budur. İster namazda olsun, ister namazın dışında olsun en kıymetli husus, Allah’ı hatırda tutmaktır.
Allah Resûlü (s.a.s.) buyurur:
“Rabbini zikredenle zikretmeyen arasındaki fark, ölüyle diri arasındaki fark gibidir.” (Buhârî, Deavât 65)
Rivayete göre bir kişi Peygamber Efendimiz’e geldi ve:
“–Hangi cihâdın ecri daha büyüktür?” diye sordu. Resûlullah (s.a.s.):
“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” buyurdu. O zât:
“–Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?” diye sordu. Efendimiz (s.a.s.):
“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” buyurdu. Bundan sonra o sahâbî namaz kılan, zekât veren, hacca giden ve sadaka verenler için de aynı soruyu tekrarladı. Fahr-i Kâinat Efendimiz bunların hepsi için de:
“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” cevabını verdi. Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a.), Hz. Ömer’e:
“–Ey Ebû Hafs! Allah’ı zikredenler, hayrın tümünü alıp götürdü!” dedi. Bunu duyan Resûlullah (s.a.s.), onlara doğru yöneldi ve:
“–Evet, öyledir!” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 438; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, X, 74)
Çünkü ancak Allah’ı hatırlayan, O’nun murâkabesi altında olduğunun şuuruna varan kimse için günahlardan uzak durmak mümkün olabilir. Bunun mükâfatı da yüce Allah’ın o kimseyi hatırlamasıdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Beni anın, ben de sizi anayım” (Bakara 2/132).
Bir hadis-i kudsîde de şöyle buyrulur:
“Ben kuluma, hakkımdaki zannına göre muamele ederim. Beni zikrettiğinde ben onunla beraberim. O beni kendi içinde zikrederse, ben de onu kendi nefsimde zikrederim. O beni bir cemaat içinde zikrederse, ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim.” (Buhârî, Tevhîd 15; Müslim, Zikir 2, 19, 50)
Kur’an, namaz ve zikir sayesinde imanımızı kökleştirip ahlâken olgunlaştıktan sonra, kurtuluşumuza vesile olan bu yüce İslâm dinini başka insanlara da ulaştırmak gibi bir sorumluluğumuz bulunmaktadır. Ancak bu sorumluluğu yerine getirirken şu önemli noktalara dikkat etmeliyiz:
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي ك ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ “Ve yüzünü hak dine çevir, sakın müşrikler ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ Asla Allah’ın âyetlerini yalan ...
Ayet-i kerimede buyrulur: فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْم ...