Vâkıa sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 âyettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki اَلْوَاقِعَةُ (vâkıa) kelimesinden alır. Mushaftaki sıralamada 56, iniş sırasına göre 46. suredir.
Kıyâmetin kopuşuyla beraber insanların, sâbikûn, ashâb-ı meymene ve ashâb-ı meş’eme olmak üzere üç gruba ayrılacağı ve bunların âhirette karşılaşacakları iyi ya da kötü neticeler dikkat çekici bir üslup ve tablolarla haber verilir. Allah Teâlâ’nın bunları yapabilecek kudrete sahip olduğunun açık delilleri bildirilir. Kur’an’ın belli vasıfları ve büyük bir nimet olduğu hatırlatıldıktan sonra, kaçınılmaz ölüm gerçeği akılları susturacak ve hisleri donduracak dehşetli yönleriyle dikkatlere sunulur. Başta bahsedilen üç grubun âkıbeti tekrar hülâsa edilerek sûre nihâyete erer.
Mushaftaki sıralamada elli altıncı, iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sadece 81-82. âyetlerinin Medine’de indiği rivayet edilmiştir; fakat bunların önceki ve sonraki âyetlerle konu ve üslûp açısından bir bütün oluşturması bu rivayetin gerçekliğinde tereddüt uyandırmaktadır (Derveze, III, 100). İbn Atıyye de bu sûredeki bazı âyetlerin Medine’de veya bir sefer sırasında indiğine dair rivayetlerin sağlam olmadığını belirtir (V, 238).
Abdullah b. Mesud (r.a.)’ı ölüm hastalığında ziyaret eden Hz. Osman:
“- Sana beytülmalden bir bağışta bulunulmasını emredeyim mi?” diye sorar. İbn Mesud buna ihtiyacı olmadığını söyler. Osman (r.a.):
“- Senden sonra hiç olmazsa kızlarına kalır” deyince İbn Mesud (r.a.):
“- Sen kızlarımı merak etme. Ben onlara her gece Vâkıa sûresini okumalarını öğrettim. Zira ben Resûlullah (s.a.s.)’in «Her kim her gece Vâkıa sûresini okursa ona fakirlik dokunmaz» buyurduğunu işitmiştim” der. (İbn Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, II, 726)
Kur’ân-ı Kerîm’in bir vasfı olarak كَر۪يمٌ (kerîm) şu mânaları ifade eder:
Çok şerefli, yüce ve övgüye değer,
Faydalı ve feyizli. Çünkü o, dünya ve âhirete ait pek çok mühim bilgilerin esaslarını ihtiva etmektedir.
Gayet güzel, hoş, tekrîm ve ihtirama layık.
Allah Teâlâ katında mükerrem; değerli, şerefli.
Kur’ân-ı Kerîm, Kitâb-ı Meknûn’dadır. اَلْمَكْنُونُ (meknûn), “korunmuş, saklanmış” demektir. Bu kitap’tan maksat Levh-i Mahfûz’dur. İşte Kur’an, hiç kimse el değmesin, zayi edilmesin, kirletilmesin, lekelenmesin ve muhafaza edilsin diye böyle bir kitapta saklanmaktadır. Dünyada Kur’ân-ı Kerîm’in yazıldığı Mushaf-ı şerifler de, aslına uygun tarzda böyle mahfuz tutulmalıdır.
Bununla birlikte, “Tertemiz olanlardan başkası ona dokunamaz” (Vâkıa 56/79) âyet-i kerîmesi iki önemli hususu dikkatlerimize sunmaktadır.
Birincisi; Kur’ân-ı Kerîm’in Levh-i Mahfuz’da bulunuşu ve oradan melekler tarafından alınıp Peygamberimiz (s.a.s.)’e indirilişi safhalarında cinlerin ve şeytanların onunla hiçbir teması, müdahalesi ve ilgisi olmamıştır. Sadece vazifeli melekler onu alıp en emin yollarla Resûlullah (s.a.s.)’in kalbine indirmişlerdir. Melekler için اَلْمُطَهَّرُونَ (mutahharûn) ifadesinin kullanılmasının sebebi ise, Cenâb-ı Hakk’ın onları her türlü kötülükten arınmış varlıklar kılmış olmasıdır. Bu izaha göre âyet-i kerîme, “Kur’ân-ı Kerîm’i Muhammed’e Allah değil de, cinler ve şeytanlar getiriyorlar” diye iddiada bulunan kâfirlere bir cevaptır. Nitekim bu hususta başka bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Bu Kur’an’ı şeytanlar indirmemiştir. Bu onların yapabileceği bir iş değildir; isteseler de buna güçleri yetmez. Çünkü onlar vahyi dinlemekten tamâmen menedilmişlerdir.” (Şuarâ 26/210-212)
İkincisi; Kur’ân-ı Kerîm Resûlullah (s.a.s.)’e indirilmiş, binlerce hafızlar tarafından ezberlenmiş, mushaflara yazılmış ve bir harfi bile bozulmadan günümüze kadar gelmiştir. O, Allah kelâmıdır ve mü’minler için çok şerefli ve yüce bir kitaptır. Dolayısıyla âyet-i kerîme, Mushaf-ı Şerif’lere, Kur’an âyetlerinin yazıldığı sayfalara dokunmakla alakalı da bir düzenleme yapmaktadır. “Taharetsiz kirli eller ona dokunmasın, ancak maddi ve manevî pislikten taharetle temizlenmiş, imanlı ve abdestli kimseler dokunsun” buyurmaktadır. Dolayısıyla Hanefi mezhebi bu âyet-i kerîme ve ilgili hadis-i şeriflerden hareketle, “cünüp olanın ezber ya da yüzünden asla Kur’ân-ı Kerîm okuyamayacağı ve abdestsiz olanın da ezberden Kur’an okuması caiz olmakla birlikte Mushaf-ı Şerif’e dokunamayacağı” hükmünü çıkarmıştır.
Kur’an bu kadar yüksek bir değere sahip olmakla birlikte:İbrahim suresinin 3. ayetinde şöyle buyrulur: “Onlar, dünya hayatını sevip âhiret hayatına tercih ederler. İnsanları Allah yolundan uzaklaştırmaya ve ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَ ...
Âhiret kazancının dünya kazancına göre ölçüye sığmaz kıymette ve ebedî olduğunu bilen ashâb-ı kirâm, ebedî saâdet sermâyesi kazanmanın lezzet ve halâv ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ Eğer şükreder ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ...
“Sen elbette büyük ahlâk sahibisin.” (Kalem sûresi (68), 4) Allah Teâlâ en güzel şekilde yaratıp kendisine en güzel ahlâkı öğrettiği sevgili p ...