Mâide sûresi 120 âyettir. Medine’de inmiştir. Sûre ismini, içinde “yemekli sofra” mânasındaki اَلْمَائِدَةُ (mâide) kelimesinin geçtiği 112. ayetten almaktadır. Esasında bu sûre İslâm nimetinin ikram edildiği ilâhî bir sofradır. Ayrıca bu sûreye, birinci âyetinde akidlerin yerine getirilmesi emredildiği için “Ukûd”, okuyanları azap meleklerinin elinden kurtaracağı için اَلْمُنْقِذَةُ (Münkıze), ve dinî hükümler çeşitli âyetlere serpiştirildiği için اَلْمُبَعْثِرَةُ (Muba‘sire) adları da verilmiştir. Bu sûre Hudeybiye anlaşmasından sonra, Hicret’in 6. senesinde veya 7. senesinin başlarında vahyolunmuştur. Mushaf tertîbine göre 5, nüzûl sırasına göre 110. sûredir.
Sûrede özetle şu mevzular ele alınmaktadır:
› Müslümanların dinî, içtimaî, iktisadî ve siyasî hayatlarını tanzim eden düzenlemelere yer verilir. Bu bağlamda akitlerin yerine getirilmesi, Allah’ın hacla ve bunun dışındaki hususlarla ilgili koymuş olduğu dinî nişânelere saygı duyulması, Kâbe’ye gelen hacılara karşı girişilecek her türlü müdahalenin yasaklanması sözkonusu edilir. Haram ve helâl olan yiyeceklerle alakalı kesin hükümler konur. Bu hususta İslâm’dan önce mevcut olan yanlış telakki ve uygulamalar kaldırılır. Ehl-i kitabın kestiklerini yeme ve iffetli hür kadınlarıyla evlenme izni verilir. Abdest, gusül ve teyemmümle ilgili hükümler; isyan, toplumun huzurunu bozma, hırsızlık ve kısası gerektiren hususlarla ilgili cezalar bildirilir. İçki içmek, kumar oynamak, putlara tapmak, fal oklarıyla iş yapmak tamamen yasaklanır. Yemin kefareti açıklanır ve şâhitlikle alakalı yeni hükümlere yer verilir.
› Hâkim duruma geçen müslümanlar, iktidarın kendilerini bozması tehlikesine karşı ikaz edilip, adâlete bağlı kalmaları, kendilerinden önce geçen kitap ehlinin hatalarına düşmemeleri, onları dost ve sırdaş edinmemeleri konusunda tekrar tekrar uyarılır. Bunu başarabilmek için de Allah ve Rasûlü’nün öğrettiklerini, emir ve yasaklarını titizlikle gözetmeleri emredilir.
› Yahudiler, ısrarla sürdürdükleri yanlış tavırlarına karşı ikaz edilir ve sırat-ı müstakim olan İslâm yoluna tabi olmaya çağrılır. Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssası bağlamında Hz. Peygamber Efendimiz ve ashâbı hakkında öldürme planlarından vazgeçilmesi ve Allah katında insanın hayatının ehemmiyeti hususuna özel bir vurgu yapılır. Aynı şekilde Hıristiyanların da içine düştükleri yanlış inançlar açıkça belirtilerek, onlara da Allah Resûlü (s.a.s.)’in rehberliğini kabul etmeleri konusunda uyarıda bulunulur. İşin ciddiyetini göstermek üzere de kıyamet gününde peygamberlerin bile zor anlar yaşayacağı ilâhî hesaptan bir tablo arzedilir. Netice olarak bütün insanlar göklerin, yerin ve her şeyin sahibi olan Allah’a kulluğa davet edilir.
Mushaftaki sıralamada 5., iniş sırasına göre 112. sûredir. Fetih sûresinden sonra, Tevbe’den önce Medine’de nâzil olmuştur. Medine döneminde bir defada indiğine ve son inen sûrelerden olduğuna dair rivayetler bulunmakla birlikte (Tirmizî, “Tefsîr”, 6/20; Müsned, II, 176; VI, 455; Hâkim, Müstedrek, II, 311), bu rivayetlerin gerek sûrenin ihtiva ettiği konulara gerekse sûre içindeki âyetlerin iniş sebebiyle ilgili bilgilere uygun düşmediğini savunan Ateş’e göre sûre, Medine döneminde uzun bir zaman dilimi içerisinde peyderpey inmiş, ancak Hz. Peygamber’in hayatının sonlarında tertip edilmiş olması sebebiyle tamamının bir defada indiği sanılarak bu rivayetler ortaya çıkmıştır (II, 448). Gösterilen gerekçeler incelendiğinde bu görüşün daha isabetli olduğu anlaşılmaktadır.
Görüldüğü üzere Mâide sûresi müslümanların dinî, içtimaî, iktisadî ve siyasî hayatlarını tanzim eden pek çok düzenlemelere yer veren mühim sûrelerden biridir. Bu açıdan büyük bir fazilete sahiptir. Hz. Aişe (r.a.): “Mâide sûresi nüzûl bakımından son inen sûrelerdendir. Şu halde onda bulduğunuz helâlleri helâl, haramları da haram tutunuz” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 188) demektedir. Abdullah b. Amr b. Âs ise: “Nebi (s.a.s.) bineği üzerinde iken ona Mâide sûresi indi. Binek taşıyamadı, bunun üzerine Efendimiz bineğinden indi” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 176) diyerek sûrenin önemini ve dindeki ağırlığını vurgular.
Bu âyetlerde içki, kumar, putlara tapmak ve falcılık kesin bir dille yasaklanmıştır. Aklı örtüp onu çalışmaz hale getirdiği için içkiye اَلْخَمْرُ (hamr); haksız ve kolay bir şekilde para kazanma yolu olması sebebiyle kumara اَلْمَيْسِرُ (meysir) denilmiştir. (bk. Bakara 2/219) اَلْاَنْصَابُ (ensâb), tapmak için dikilen taşlar, yani putlardır. اَلْاَزْلَامُ (ezlâm) ise üzerinde “hayır” ve “şer” kelimelerinin yazıldığı, câhiliye döneminde Arap geleneğinde önemli bir işe başlamadan önce, bu işin sonunun hayırlı olup olmayacağını anlamak maksadıyla kullanılan fal oklarıdır. (bk. Mâide 5/3)
İslâm’da fert ve toplum hayatı için büyük önem arzeden emirler tedricî olarak geldiği gibi, aynı şekilde toplumda iyice yerleşmiş bulunan kötülüklerin yasaklanması da yine tedricî olarak vuku bulmuştur. Çünkü insanı terbiye etme ve ona bir kısım gerçekleri kabul ettirmede tedricîlik, yani belli bir usûl çerçevesinde adım adım hareket etmek çok mühim bir yere sahiptir. Bu sebeple Kur’an, içki ve kumarı da tedricî bir yolla haram kılmıştır. İçkinin haram kılınması dört merhalede olmuş ve bu konuda belli aralıklarla dört âyet inmiştir:
› “Hurma ağaçlarının ve üzüm asmalarının meyvelerinden hem sarhoşluk veren bir içki hem de güzel bir rızık elde edersiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için kesin bir delil vardır.” (Nahl 16/67) Bu âyet inince müslümanlar içki içmeye devam etmişlerdir. Çünkü o zaman henüz içki içmek haram kılınmamıştı.
› Hz. Ömer, Muâz b. Cebel ve sahâbeden bir grup Resûlullah (s.a.s.)’e gelerek: “Ya Rasûlallah bize içki hakkında fetvâ ver. Çünkü o aklı gidermektedir” dediler. Bunun üzerine: “Rasûlüm! Sana içki ve kumarın hükmünü soruyorlar. Şöyle de: «Onlarda büyük bir günah ve zarar, bununla birlikte insanlar için birtakım faydalar da vardır; fakat günah ve zararları faydalarından daha büyüktür.»” (Bakara 2/219) âyeti indi. Bunun üzerine bir takım müslümanlar içki içmeye devam edip: “Biz faydasını alır kötülüğünü terk ederiz” dediler. Bir kısmı ise içki içmeyi terk edip: “İçinde pek büyük bir günah olan bir şeye bizim ihtiyacımız yok” dediler. (Vâhidi, s. 73)
› Abdurrahmân b. Avf (r.a.), içki içenlerden bazılarını evine davet etti. İçtiler ve sarhoş oldular. Namaz vakti olunca namaza durdular. İmam “Kâfirûn” sûresini okumaya başladı. Şöyle diyordu: “De ki: Ey kâfirler, ben sizin ibâdet ettiğinize ibâdet ederim.” Sûrenin sonuna kadar “ibâdet etmem” ifadelerini hep “ibâdet ederim” şeklinde okudu. Bunun üzerine “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilecek derecede ayıkıncaya kadar namaza yaklaşmayın...” (Nisâ 4/43) âyeti indi. (Vâhidi, s. 73) Bu âyetin inmesinden sonra içki içenler epey azaldı. İçkiyi terkedenler: “Bizi namazdan alıkoyan bir şeyde hayır yoktur” dediler. Bazı kimseler ise namaz vakti dışında olmak üzere içki içmeye devam ettiler. Meselâ yatsı namazından sonra içiyor sabahlayınca sarhoşluğu zâil olmuş oluyordu. Veya sabah namazından sonra içiyor ve öğle vakti gelinceye kadar ayılıyordu.
› Utban b. Mâlik bir ziyâfet tertip edip müslümanlardan bazılarını davet etti. Davet edilenlerin içinde Sa‘d b. Ebî Vakkâs (r.a.) da vardı. Utban misafirleri için deve kellesi kızartmıştı. Ondan doyuncaya kadar yediler ve sarhoş oluncaya kadar içki içtiler. Sonra nesepleriyle övünmeye ve bu konuda şiirler söylemeye başladılar. Bu sırada Sa‘d, ensârı hicveden, kötüleyen bir şiir söyleyip kavmiyle övününce bir adam, devenin çene kemiğini alarak Sa’d’ın başına vurdu ve yardı. Bunun üzerine Sa‘d, Resûlullah (s.a.s.)’e gelerek ensârdan olan adamı şikâyette bulundu. Bunun üzerine de içkiyi kesin olarak yasaklayan Mâide sûresinin 90-91. âyetleri nâzil oldu. (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 43; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, VII, 45-6).[1]
Bu âyet-i kerîmelerde içki ve kumarın haramlığı peş peşe dokuz tekitle beyân edilmiştir:
Cümlenin başı bu günahların büyüklüğünü ifade eden اِنَّمَا (innemâ) edâtı ile başlamıştır.
İçki ve kumar, putlar ve fal okları ile beraber zikredilerek, “İçki içen puta tapan gibidir” (İbn Mâce, Eşribe 3) hadis-i şerifi delaletince bunlar puta tapıcılık kabilinden gösterilmiştir.
Bunlara rics yani “pislik” adı verilmiştir.
Başlı başına şer veya kötülüğü galip olduğuna dikkat çekilerek bunlar “şeytan işi” olarak vasıflandırılmıştır.
“Bunlardan kaçının” emriyle bizzat kendilerinden çekinilmesi emredilmiştir.
Bu çekinme, felâha; dünya saadeti ve âhiret selâmetine ermek için bir sebep yapılmıştır.
İçki ve kumarda şeytanın gayesi, başka değil, ancak insanlar arasına kin ve düşmanlık düşürmek, onları Allah’ı zikretmekten ve namazı kılmaktan menetmektir. Allah’ı unutan ve namazdan uzaklaşan kişi artık her türlü günahı ve cinayeti işler, dinini ve imanını tehlikeye atar, hem dünyasını hem de âhiretini mahveder.
Bunların haram kılınma sebepleri açıklandıktan sonra itaat sözü alınmak üzere bir soru ile anlaşmayı belgelemek için “Artık siz şimdi bu yasaklamayı kabul ettiniz ve içki ve kumardan tamamen vazgeçtiniz mi? Elbette geçtiniz, değil mi?” buyrulmuştur.
92. âyette de itaati belgelemek ve aykırı davranışlardan sakındırmak sûretiyle bunlardan vazgeçmeleri, Allah’a ve Peygamber’e itaat etmeleri ve onların emrine karşı gelmekten çekinmeleri istenmektedir. Eğer itaatten yüz çevirecek olurlarsa, peygamberin üzerine ait olan vazifenin açık bir tebliğden ibaret olduğu, onu da yerine getirdiği, dolayısıyla bundan ötesinin sorumluluğu ve zararı ona değil, itaatten yüz çevirenlere ait olduğu vurgulanmaktadır.
Yasaklanmadan önce içki içenlerin, kumar oynayanların durumlarını aydınlatmak ve içlerinde çöreklenen soruları cevaplandırmak üzere buyruluyor ki:
[1] İçkinin kötülüğüyle ilgili âlimlerimiz çok güzel açıklamalarda bulunmuşlardır. Amr b. Edhem içkiyi kötüleyerek şöyle der: “Eğer akıl satın alınsaydı, satın alınmaya lâyık en güzel şey o olurdu. Fakat malı ile ahmaklığı satın alıp onu kafasına sokan, yakasına kusan ve eteğine pisleyen kimseye taaccüp olunur.” Hz. Ali (r.a.)’ın şöyle dediği nakledilir: “Bir kuyuya bir damla şarap düşse sonra o kuyunun yerine bir minâre inşâ edilse, o minârede ezan okumam. Denize bir damla şarap düşse sonra o deniz kuruyup yerinde ot bitse asla orada hayvanlarımı otlatmam.” İbn Ömer (r.a.) da şöyle demiştir: “Eğer bir parmağımı içkiye sokarsam o parmağı kendimden saymam”.
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ “Ve yüzünü hak dine çevir, sakın müşrikler ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ Asla Allah’ın âyetlerini yalan ...
Ayet-i kerimede buyrulur: فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْم ...
Ayet-i kerimede buyrulur: اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir ...
Ayet-i kerimede buyrulur: يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْ ...