Mâide Sûresi 54. Ayet Tefsiri


54 / 120


Mâide Sûresi Hakkında

Mâide sûresi 120 âyettir. Medine’de inmiştir. Sûre ismini, içinde “yemekli sofra” mânasındaki اَلْمَائِدَةُ (mâide) kelimesinin geçtiği 112. ayetten almaktadır. Esasında bu sûre İslâm nimetinin ikram edildiği ilâhî bir sofradır. Ayrıca bu sûreye, birinci âyetinde akidlerin yerine getirilmesi emredildiği için “Ukûd”, okuyanları azap meleklerinin elinden kurtaracağı için اَلْمُنْقِذَةُ (Münkıze), ve dinî hükümler çeşitli âyetlere serpiştirildiği için اَلْمُبَعْثِرَةُ (Muba‘sire) adları da verilmiştir. Bu sûre Hudeybiye anlaşmasından sonra, Hicret’in 6. senesinde veya 7. senesinin başlarında vahyolunmuştur. Mushaf tertîbine göre 5, nüzûl sırasına göre 110. sûredir.

Mâide Sûresi Konusu

Sûrede özetle şu mevzular ele alınmaktadır:

Müslümanların dinî, içtimaî, iktisadî ve siyasî hayatlarını tanzim eden düzenlemelere yer verilir. Bu bağlamda akitlerin yerine getirilmesi, Allah’ın hacla ve bunun dışındaki hususlarla ilgili koymuş olduğu dinî nişânelere saygı duyulması, Kâbe’ye gelen hacılara karşı girişilecek her türlü müdahalenin yasaklanması sözkonusu edilir. Haram ve helâl olan yiyeceklerle alakalı kesin hükümler konur. Bu hususta İslâm’dan önce mevcut olan yanlış telakki ve uygulamalar kaldırılır. Ehl-i kitabın kestiklerini yeme ve iffetli hür kadınlarıyla evlenme izni verilir. Abdest, gusül ve teyemmümle ilgili hükümler; isyan, toplumun huzurunu bozma, hırsızlık ve kısası gerektiren hususlarla ilgili cezalar bildirilir. İçki içmek, kumar oynamak, putlara tapmak, fal oklarıyla iş yapmak tamamen yasaklanır. Yemin kefareti açıklanır ve şâhitlikle alakalı yeni hükümlere yer verilir.

Hâkim duruma geçen müslümanlar, iktidarın kendilerini bozması tehlikesine karşı ikaz edilip, adâlete bağlı kalmaları, kendilerinden önce geçen kitap ehlinin hatalarına düşmemeleri, onları dost ve sırdaş edinmemeleri konusunda tekrar tekrar uyarılır. Bunu başarabilmek için de Allah ve Rasûlü’nün öğrettiklerini, emir ve yasaklarını titizlikle gözetmeleri emredilir.

Yahudiler, ısrarla sürdürdükleri yanlış tavırlarına karşı ikaz edilir ve sırat-ı müstakim olan İslâm yoluna tabi olmaya çağrılır. Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssası bağlamında Hz. Peygamber Efendimiz ve ashâbı hakkında öldürme planlarından vazgeçilmesi ve Allah katında insanın hayatının ehemmiyeti hususuna özel bir vurgu yapılır. Aynı şekilde Hıristiyanların da içine düştükleri yanlış inançlar açıkça belirtilerek, onlara da Allah Resûlü (s.a.s.)’in rehberliğini kabul etmeleri konusunda uyarıda bulunulur. İşin ciddiyetini göstermek üzere de kıyamet gününde peygamberlerin bile zor anlar yaşayacağı ilâhî hesaptan bir tablo arzedilir. Netice olarak bütün insanlar göklerin, yerin ve her şeyin sahibi olan Allah’a kulluğa davet edilir.

Mâide Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada 5., iniş sırasına göre 112. sûredir. Fetih sûresinden sonra, Tevbe’den önce Medine’de nâzil olmuştur. Medine döneminde bir defada indiğine ve son inen sûrelerden olduğuna dair rivayetler bulunmakla birlikte (Tirmizî, “Tefsîr”, 6/20; Müsned, II, 176; VI, 455; Hâkim, Müstedrek, II, 311), bu rivayetlerin gerek sûrenin ihtiva ettiği konulara gerekse sûre içindeki âyetlerin iniş sebebiyle ilgili bilgilere uygun düşmediğini savunan Ateş’e göre sûre, Medine döneminde uzun bir zaman dilimi içerisinde peyderpey inmiş, ancak Hz. Peygamber’in hayatının sonlarında tertip edilmiş olması sebebiyle tamamının bir defada indiği sanılarak bu rivayetler ortaya çıkmıştır (II, 448). Gösterilen gerekçeler incelendiğinde bu görüşün daha isabetli olduğu anlaşılmaktadır.

Mâide Sûresi Fazileti

Görüldüğü üzere Mâide sûresi müslümanların dinî, içtimaî, iktisadî ve siyasî hayatlarını tanzim eden pek çok düzenlemelere yer veren mühim sûrelerden biridir. Bu açıdan büyük bir fazilete sahiptir. Hz. Aişe (r.a.): “Mâide sûresi nüzûl bakımından son inen sûrelerdendir. Şu halde onda bulduğunuz helâlleri helâl, haramları da haram tutunuz” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 188) demektedir. Abdullah b. Amr b. Âs ise: “Nebi (s.a.s.) bine­ği üzerinde iken ona Mâide sûresi indi. Binek taşıyamadı, bunun üzerine Efendimiz bineğinden indi” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 176) diyerek sûrenin önemini ve dindeki ağırlığını vurgular.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٥٤﴾
Karşılaştır 54: Ey iman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, Allah onların yerine yakında öyle bir nesil getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihâd ederler ve kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın öyle bir lutfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, lutfu ve rahmeti pek geniş olan, her şeyi hakkiyle bilendir.

TEFSİR:

Din, Allah Teâlâ’nın insanlığa ihsan ettiği en büyük emanetidir. Bu emaneti yüklenme ve taşıma sorumluluğu varlıklar arasında sadece insana verilmiştir. Hz. Âdem’den beri insanlar içinde bu din emanetine sahip çıkanlar olduğu gibi, sahip çıkmayanlar da olmuştur. Bir dönem bu emaneti elinde bulundurduğu halde, hakkını veremediği için onu elinden kaçıranlar da bulunmaktadır. Önceki âyetlerde beyân edildiği gibi kalplerinde nifak hastalığı bulunan ve bozuk bir karaktere sahip olan münafık tipli kimselerin İslâm emanetini taşımalarını, sıhhatli bir toplum düzeni oluşturmalarını ve hayırlı bir netice elde etmelerini beklemek mümkün değildir. Dolayısıyla Allah Teâlâ mü’minleri bu tür zaafiyetlerden arındırmak, dinde sâbit-kadem olmalarını sağlamak ve istediği mü’min şahsiyetini elde etmelerine yardımcı olmak üzere sevdiği ve razı olduğu insanların vasıflarını saymaktadır. Onlar da şu hususiyetlerin bulunduğunu beyân etmektedir:

Birincisi; Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Allah’ın hususi olarak seçtiği bu toplumun karakter yapısında sevgi ön plana çıkmaktadır. Bu kimseler;

“Mâsivâ hubbün et gönülden dûr,

Kalbin etsin muhabbetin pür nûr” (Fuzûlî)

“Allah’tan başka tüm varlıkların ve fânî sevdaların sevgisini gönlünden uzaklaştır ki, kalbindeki Allah sevgisi tertemiz hâle gelsin ve güneş gibi parıldasın” beytinde işaret edildiği biçimde gönül âlemlerini masivânın kirlerinden arındırmışlar, ilâhî muhabbete engel olacak her türlü arızâyı gidermişler, mânevî hastalıklarını tedavi etmişler ve hakiki mânada sevme ve sevilme derecesine ulaşmışlardır. Bu derece, Allah’ın onları sevmesi, onların da Allah’ı sevmesidir. Nitekim bir diğer âyet-i kerîmede, “Gerçek mü’minlerin Allah’a olan sevgileri, her şeyden daha sağlam ve daha kuvvetlidir” (Bakara 2/165) buyrularak bu gerçeğe temas edilmektedir.

Nitekim İbrâhim Düsukî (k.s.), Allah Teâlâ’ya kulları arasında en sevgili olanların özeliklerini şöyle sayar:

  “Kalbi en temiz olan,

  Edep yerlerini koruyan,

  Dilini kötülükten saklayan,

  Elini kötülükten çeken,

  En çok iffetli olan ve affetmeyi pek seven,

  Bir de iyilik etmeye ve ikrama koşan,

  Sonra gönlü geniş, zikri pek çok olan.” (Velîler Ansiklopedisi, II, 603)

İkincisi; onlar, mü’minlere karşı son derece alçak gönüllü ve şefkatli, kâfirlere karşı da şiddetli ve onurludurlar. İlâhî muhabbeti kalplerine yerleştiren bu mümtaz kimseler, taşıdıkları iman ve muhabbetin saikıyla mü’minlere karşı çok mütevazi ve şefkatli, kâfirlere karşı ise izzetli ve kuvvetli davranırlar. Bir taraftan sahip oldukları istidat, ilim, makam, mevki, mal ve serveti müslümanların lehine kullanırken, diğer taraftan İslâm düşmanlarına karşı sert, dirençli ve tavizsiz bir duruş sergilerler. Fani menfaatler karşısında izzet, şeref ve onurlarına leke sürdürmezler. Zaten imanın ilk meyvesi, sevdiğini Allah için sevmek, buğzettiğine Allah için buğzetmek ve ehline merhametli olmaktır. Nitekim mü’minlerin özelliklerini beyân eden bir diğer âyet-i kerîmede, “Peygamber’in beraberinde bulunan mü’minler kâfirlere karşı çok sert ve tavizsiz, kendi aralarında gayet merhametlidirler” (Feth 48/29) buyrulur.

Mü’minin mü’min kardeşine göstermesi gereken merhamet ve muhabbetin ölçüsünü anlayabilme bakımından İbrâhim b. Edhem (k.s.)’un şu davranışı pek güzeldir:

O, bir adamla arkadaş oldu. Zamanı geldi, ayrılmaları gerekti. Arkadaşı sordu:

“- Uzun zaman arkadaşlık yaptık. Benim bir aybımı gördünse söyle ondan vazgeçeyim, beni ikaz et, uyandır…”

Dinledi; şu cevabı verdi:

“Kardeşim, sende bir ayıp görmedim. Beni seni dâimâ sevgi gözüyle gördüm. Onun için iyi buldum. Senden her gördüğüm de hoştu. Ayıp soruyorsan bana sorma; başkasına sor…” (Velîler Ansiklopedisi, I, 227)

Üçüncüsü; onlar Allah yolunda cihâd ederler. Mallarını ve canlarını seferber ederek ve ellerinde bulunan her türlü imkânları kullanarak Allah’ın dininin tebliğ edilmesi, öğrenilmesi ve yaşanmasını sağlamak için gayret gösterirler. Resûlullah (s.a.s.)’in şu davranışı bu hususta ne güzel bir örnektir:

Bir gün Resûlullah (s.a.s.), Muhâcirler ve Ensâr’dan bâzılarıyla birlikte Muâz b. Cebel (r.a.)’ı Yemen’e vâli olarak uğurlamaya çıkmıştı. Muâz (r.a.) binek üzerinde, Allah Resûlü ise onun yanında yaya olarak gidiyordu. Hz. Muâz:

“–Yâ Resûlallah! Ben binitliyim, Siz ise yayasınız! Ben de inip sizinle ve ashâbınızla birlikte yürüsem olmaz mı?” diye mahcûbiyetini dile getirdi. Onu teskîn eden Efendimiz, kendisini meşgûl eden esas düşüncenin ne olduğunu şöyle ifade buyurdu:

“–Ey Muâz! Bu adımlarımın, Allah yolunda atılan adımlar olmasını arzu ediyorum.” (Diyârbekrî, Târihu’l-hamîs, Beyrut, ts, II, 142)

Dördüncüsü; Allah’ın dinini yaşarken ve tebliğ ederken hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Korku, bir şeyi yanlış yapma ve neticesinin ne olacağını kestirememe düşüncesinden doğar. Bu kimseler, yaptıklarını bilinçli olarak yaptıklarından, Allah’ın emrine uygun davrandıkları hususunda şüpheleri olmadığından ve akıbetin kendi lehlerine tecelli edeceğine inandıklarından dolayı onlarda masiva korkusu ömrünü tüketmiştir. Dolayısıyla kimsenin kınamasına da aldırış etmezler. Onların kalplerinde sadece Rablerini razı etme arzusu ve farkında olmadan bu rızâya mani herhangi bir şey yapma korkusu vardır. Şu beyit âyetin bahsettiği toplumun güzel hâlini anlatır:

“Bir kavm ki ciddiyet ile hâdim-i Hak’tır,

Her türlü fütûhât-ı ilâhîye ehaktır.” (Üsküdarlı Tal’at Bey)

“Eğer bir toplum bütün gayret ve ciddiyetiyle Cenâb-ı Hakk’ın dinine hizmete sarılırsa, şüphesiz onlar her türlü ilâhî fetihlere layık olurlar.”

Peki, Allah’ın sevgi ve hoşnutluğunu kazanmış bu seçkin mü’min topluluğun dostları kimdir, kimler olmalıdır:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-59-ayeti-ne-anlatiyor-195002-m.jpg
Enâm Suresinin 59. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 59. ayetinde buyrulur: وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا ت ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/kaf-suresinin-tefsiri-195001-m.jpg
Kaf Suresinin Tefsiri

Kâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ق (Kāf) harfinden alır. Resmî tertîbe göre 50, iniş sırasına göre 34. sûredir. ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2020/03/yasin-suresinin-okunusu-ve-anlami-171428-m.jpg
Yasin Suresinin Okunuşu ve Anlamı

Yasin suresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayettir. İsmini birinci ayette geçen يٰسٓ (Yasin) kelimesinden alır. Resmî sıralamada 36, nüzul (İniş) sırası ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-46-ayeti-ne-anlatiyor-194995-m.jpg
Enam Suresinin 46. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/hz-ibrahim-as-ile-ilgili-ayetler-194966-m.jpg
Hz. İbrahim (a.s.) ile İlgili Ayetler

İbrâhim Âleyhisselâm; Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın müştereken kabul ettiği büyük peygamberdir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’den (a.s.) birçok ...