İsrâ sûresi Mekke’de inmiştir. 111 âyettir. Sûre ismini, birinci âyette geçen ve “gece yürütmek” mânasına gelen اَلإسْرَاءُ (isrâ) kelimesinden alır. Bu kelime, Resûlullah (s.a.s.)’in Mirâç gecesi Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya geceleyin götürülmesini beyân eder. Sûrenin bundan başka Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzîh ederek başlaması sebebiyle سُبْحَانَ (Sübhân) ve İsrâiloğulları’nın iki defa sürgün edilmelerinden bahsetmesi sebebiyle de بَن۪يۤ اِسْرَاۤء۪يلَ (Benî İsrâîl) gibi isimleri vardır. Mushaf tertîbine göre 17, nüzûl sırasına göre 50. sûredir.
İsrâ sûresi ağırlıklı olarak Resûlullah (s.a.s.)’in İsrâ mûcizesinden ve Miraç gecesi Efendimize verilmiş olup İslâm’ın esasını teşkil eden bir kısım dinî ve ahlâkî tâlimatlardan bahseder. Bununla birlikte İsrâiloğulları’nın fıtratı ve isyan edip fitne çıkarmaları sebebiyle iki defa sürgüne gönderilmeleri; Yüce Allah'ın varlığına, birliğine ve kudretine dair deliller; Peygamber Efendimizin risâleti, Kur’ân-ı Kerîm’in mûcize oluşu ve bir kısım hususiyetleri üzerinde durulur. Sûrenin muhtevâsına uygun bir tarzda Hz. Âdem ile İblîs ve Hz. Mûsâ ile Firavun kıssalarından kısa kısa kesitler sunulur. Ayrıca mü’minlerin ve kâfirlerin âhiretteki durumları beyân edilir. Son olarak da tekrar Kur’ân-ı Kerîm’in, ona tâzimin, namazın, dua ve hamdin ehemmiyeti dikkatlere arz edilir.
Mushaftaki sıralamada on yedinci, iniş sırasına göre ellinci sûredir. Kasas sûresinden sonra, Yûnus sûresinden önce Mekke döneminde inmiştir. 26, 32-33, 60, 73-74, 80, 107-111. âyetlerle diğer bazılarının Medine’de indiği yolunda değişik rivayetler varsa da, büyük ihtimalle tamamı Mekke’de nâzil olmuştur. İbn Âşûr, bu rivayetlerin, söz konusu âyetlerin içerdiği hükümlerin Medine dönemindekilerin muhtevasını hatırlatmasından ileri gelmiş olabileceğini, fakat bunun sağlam bir gerekçe olmadığını ifade eder (XV, 6).
Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in her gece İsrâ sûresiyle Zümer sûresini okur, bunları okumadan uyumazdı. (Tirmizî, Deavât 22)
Abdullah b. Mesud (r.a.) İsrâ, Kehf ve Meryem sûreleri hakkında şöyle derdi: “Bu sûreler ilk inen sûrelerdendir ve bunlar benim ilk öğrendiğim sûreler arasında yer alır.” (Buhârî, Tefsir 17)
Bu âyet-i kerîme mü’minlere umûmî mânada mü’min-kâfir herkese sözün en güzelini söylemelerini emrettiği gibi, husûsî mânada da kendi aralarında edebi elden bırakmamalarını, yumuşak söz söylemelerini, birbirlerine alçak gönüllü davranmalarını, şeytanın vesvese ve tahriklerini bir kenara atmalarını emretmektedir.
“Güzel söz”, söylenmesi normal karşılanan sözdür. “En güzel söz” ise terk edilmesi caiz olmayan sözdür. Yine “en güzel söz”, terk edildiğinde cezalandırılmaktan korkulan sözdür. Aslında “en güzel söz”, sevenin sevdiğine karşı söylediği kulluk sözleridir. Buna göre günahkârın en güzel sözü, günahını itiraf etmesi; ârifin en güzel sözü ise, Allah’ı tanımaktan âciz olduğunu ikrar etmesidir. Nitekim Resûlullah (s.a.s.):
“Ya Rabbi! Sen her türlü noksan sıfatlardan uzaksın, yücesin! Seni layık olduğun şekilde övmem mümkün değildir. Sen kendi zâtını nasıl övüyorsan öylesin!” buyurmuştur. (Müslim, Salât 222)
Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz, merhametli, kibar, nâzik, ince ruhlu ve rikkat-i kalbiyye sahibi bir insandı. Kaba bir kimse O’na:
“–Ey Muhammed, ey Muhammed!” diye defâlarca bağırmasına rağmen o, her defasında yumuşak bir üslûpla:
“–Buyur, isteğin nedir?” diye mukâbelede bulunmuştur. (Müslim, Nüzür 8; Ebû Dâvûd, Eymân, 21/3316; Tirmizî, Zühd 50)
Yani muhâtabının kabalığına rağmen her seferinde âyetin emrettiği şekilde sözün en güzelini söylemiş, hiçbir zaman nezâket ölçüleri dışına çıkmamıştır.
Bu bakımdan mü’minler hem kendi aralarındaki münâsebetlerde güzel olanı söylemeli, hem de câhillerle, nâdânlarla münâsebetlerinde güzel olanı söylemelidirler. Nitekim Furkân sûresinde Rahmân’ın has kullarının vasıfları sayılırken:
“Rahman’ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürürler; kendini bilmez kimseler onlara laf attığında incitmeksizin «Selâmetle!» derler, geçerler” (Furkān 25/63) buyrulur. Resûlullah (s.a.s.) de, insanlara edep ve ahlâk bakımından kardeşliği sağlayacak esasları talim edip: “Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz!” (Buhârî, Edeb 57; Müslim, Birr 23) tavsiyesinde bulunur.
Rabbimiz her zman ve zeminde güzel konuşmamızı istemektedir. Çünkü şeytan insanların arasını en fazla konuştukları faydasız ve gönül incitici sözlerle bozar. Zaten o insanın apaçık düşmanı olup, bulduğu her fırsatı bu yönde değerlendirmekten bir an geri durmaz. Bu sebeple de sözün en güzelini söylemeye ve şeytana ip ucu vermemeye gayret etmek gerekir.
Söz vardır, düşmanları dost eder. Söz vardır dostları düşman eder, büyük kavgalara sebep olur. Bu sebeple Rabbimiz insanları birbirine düşürecek, yanlış anlamalara sebep olacak kaba çirkin sözlerden kaçınılmasını ve en güzel biçimde konuşulmasını ister.
Yûnus Emre (r.h.) ne güzel söyler:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ahulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz!”
Kemâlzâde Ekrem de sözün gücüyle ilgili şu hikmetleri dile getirir:
“Âşıklığı meftûn edecek bir söz işittim,
Bir söz ki eder sâmi’a-i kalbime tesir,
Bir söz ki kılar rûhuma cânânımı tasvîr,
Bir söz ki duyunca anı ben göklere gitti,
Bir söz ki işitseydi cihân-ı melekiyet,
Eylerdi güzel kâline arz-ı muhabbet.”[1]
Bu bakımdan, Rabbimiizn bizi bizden daha iyi bildiği şuuru içinde hep güzelliklerin peşinde olup son nefesimizi imanla vermenin gayretiyle hareket etmeliyiz:
[1] Sâmi’a-i kalb: Kalbin kulağı. Cihân-ı melekiyet: Melekler alemi. Güzel kâl: Güzel söz. Arz-ı muhabbet: Sevgi gösterisi.
Sabiîlik, El-Cezîre’de ortaya çıkan ve Hz. Yahyâ’ya (as.) bağlı olduğu ileri sürülen bir Yahûdi-Hristiyan mezhebi veya ışık-karanlık düalizmine dayalı ...
Ayet-i kerimede buyrulur: اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ ...
Peygamberimizin (s.a.v.) ismi Kur’an-ı Kerim’de beş defa geçmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’an’da dört defa “Muhammed”, bir defa da “Ahmed” olara ...
Ayet-i kerimede buyrulur: لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَ ...
"O, suyu acı ve tatlı iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir." (Rahmân Sûresi 19) "Fakat aralarında bir engel vardır; onu aşıp da birbi ...
Ayet-i kerimede buyrulur: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten ...