İsrâ Sûresi 29. Ayet Tefsiri


29 / 111


İsrâ Sûresi Hakkında

İsrâ sûresi Mekke’de inmiştir. 111 âyettir. Sûre ismini, birinci âyette geçen ve “gece yürütmek” mânasına gelen اَلإسْرَاءُ (isrâ) kelimesinden alır. Bu kelime, Resûlullah (s.a.s.)’in Mirâç gecesi Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya geceleyin götürülmesini beyân eder. Sûrenin bundan başka Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzîh ederek başlaması sebebiyle سُبْحَانَ (Sübhân) ve İsrâiloğulları’nın iki defa sürgün edilmelerinden bahsetmesi sebebiyle de بَن۪يۤ اِسْرَاۤء۪يلَ  (Benî İsrâîl) gibi isimleri vardır. Mushaf tertîbine göre 17, nüzûl sırasına göre 50. sûredir.

İsrâ Sûresi Konusu

İsrâ sûresi ağırlıklı olarak Resûlullah (s.a.s.)’in İsrâ mûcizesinden ve Miraç gecesi Efendimize verilmiş olup İslâm’ın esasını teşkil eden bir kısım dinî ve ahlâkî tâlimatlardan bahseder. Bununla birlikte İsrâiloğulları’nın fıtratı ve isyan edip fitne çıkarmaları sebebiyle iki defa sürgüne gönderilmeleri; Yüce Allah'ın varlığına, birliğine ve kudretine dair deliller; Peygamber Efendimizin risâleti, Kur’ân-ı Kerîm’in mûcize oluşu ve bir kısım hususiyetleri üzerinde durulur. Sûrenin muhtevâsına uygun bir tarzda Hz. Âdem ile İblîs ve Hz. Mûsâ ile Firavun kıssalarından kısa kısa kesitler sunulur. Ayrıca mü’minlerin ve kâfirlerin âhiretteki durumları beyân edilir. Son olarak da tekrar Kur’ân-ı Kerîm’in, ona tâzimin, namazın, dua ve hamdin ehemmiyeti dikkatlere arz edilir.

İsrâ Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada on yedinci, iniş sırasına göre ellinci sûredir. Kasas sûresinden sonra, Yûnus sûresinden önce Mekke döneminde inmiştir. 26, 32-33, 60, 73-74, 80, 107-111. âyetlerle diğer bazılarının Medine’de indiği yolunda değişik rivayetler varsa da, büyük ihtimalle tamamı Mekke’de nâzil olmuştur. İbn Âşûr, bu rivayetlerin, söz konusu âyetlerin içerdiği hükümlerin Medine dönemindekilerin muhtevasını hatırlatmasından ileri gelmiş olabileceğini, fakat bunun sağlam bir gerekçe olmadığını ifade eder (XV, 6).

İsrâ Sûresi Fazileti

Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, Resûl-i Ekrem  (s.a.s.)’in her gece İsrâ sûresiyle Zümer sûresini okur, bunları okumadan uyumazdı. (Tirmizî, Deavât 22)

 Abdullah b. Mesud (r.a.) İsrâ, Kehf ve Meryem sûreleri hakkında şöyle derdi: “Bu sûreler ilk inen sûrelerdendir ve bunlar benim ilk öğrendiğim sûreler arasında yer alır.” (Buhârî, Tefsir 17)

TEFSİR:

Rızkı veren Allah’tır; dilediğine bol verir, dilediğine az verir. Bu gerçekten hareketle insanlardan bir kısmı verecek durumda, bir kısmı ise alacak durumdadır. Öncelikle malî imkânları bakımından veya toplum içindeki mevkii itibariyle verecek durumda olanlara, ihtiyaç beyân eden kimselere karşı nasıl muamele edecekleri bildirilir. Buna göre eğer imkânlar müsaitse verilip ihtiyaçlar karşılanacak, değilse o kırık gönüllü insanlar, “Allah bize de size de ihsanda bulunsun”, “inşallah imkân olunca gereği yapılacak” gibi tatlı sözlerle ve güler yüzle uğurlanacaktır. Onurlarını rencide edici ve gönüllerini incitici küçük-büyük her türlü hareket ve sözden kaçınılacaktır. Yûnus Emre ne güzel söyler.

“Fukarâ kalbine her kim dokuna

Dokuna sînesi Allah okuna.”

Bu hususta en güzel örnek şüphesiz Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’dir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), verme husûsunda insanların en eli açık olanı idi. Onun cömertliği bizim akıl ve hayâlimizin ötesinde idi. Onun bu yönünü Enes (r.a.) şöyle anlatır:

“Peygamber Efendimiz, İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele bir keresinde yanına gelen birisine iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü vermişti… Adam kabilesine dönünce:

«– Ey kavmim! Koşun, müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor» dedi. Kimileri, sırf dünyalık elde etmek için müslüman olurlardı. Fakat çok geçmeden müslümanlık onların gözünde, dünyadan ve üzerindeki her şeyden daha değerli bir hâle gelirdi.” (Müslim, Fezâil 57-58)

Efendimiz’in bu yüce ahlâkıyla ilgili diğer bir rivayet de şöyledir:

Medineli müslümanlardan bir kısmı Resûlullah (s.a.s.)’den bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Efendimiz, elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince, onlara şöyle hitâb etti:

“Yanımda bir şey olsaydı, sizden esirgemez verirdim. Kim dilenmekten çekinir ve iffetli davranırsa, Allah onun iffetini artırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lutufta bulunulmamıştır.” (Buhârî, Zekât 50; Müslim, Zekât 124)

İhtiyacı açıkça belli olduğu halde, iffetinden dolayı isteyemeyen kimseler bulunduğu gibi, ihtiyacını çekinmeden arz edenler de olabilir. Bunları da kırmamak, güzellikle ve gönüllerini hoş ederek göndermek gerekir. “Ben cimri değilim” (Müslim, Zekât 127) buyuran ve cömertliği kendisine şiâr edinen Allah Resûlü (s.a.s.), bu âyet-i kerîmelerinde öğrettiği edep çerçevesinde kendisinden isteyen kimseleri geri çevirmeyi hiç arzu etmez, elinde varsa verir, yoksa, onlara güzellikle muamele eder ve “geldiği zaman vereceğine” dâir vaatte bulunurdu.

Resûlullah (s.a.s.) vermenin ölçüsünü şöyle belirlemektedir:

“Ey insanoğlu! İhtiyacından fazla olan malını insanlara vermen senin için iyi, vermemen kötüdür. İhtiyacını yetecek kadarını elinde tutmandan dolayı ayıplanmazsın. Geçimini üstlendiklerinden başlamak suretiyle iyilik et. Veren el alan elden üstündür.” (Müslim, Zekât 97)

Ancak verirken veya ihtiyaçlar için harcama yaparken itidalli hareket etmek, orta yolu tutmak, cimrilik ve İsrâftan kaçınarak İslâm’ın emrettiği cömertliğe uygun davranmak lazımdır. müslümanın, yaptıklarına pişman olmadan infak hayatına devam edebilmesi için bu ölçü şarttır. Zaten bütün ahlâkî güzellikler, ifrat ve tefrit noktalarından uzak durarak orta yolu bulmakla gerçekleşir.

Unutmamak gerekir ki, rızkı veren Allah’tır. Dilediğine bol, dilediğine az verir. Bunun için, sahip olduğu nimetlerden dolayı hiç kimsenin bir başkasına üstünlük taslamaya hakkı yoktur. Elindeki imkânlar az olanlar da, bunu bir ayıp ve aşağılık vesilesi görmemelidirler. Netice itibariyle herkes hakkına razı olmalı, elindeki nimetleri artırma hırsıyla başkalarının hakkına göz dikmemeli, hele hele rızık endişesiyle çocukların canlarına kıymak gibi bir cinâyete asla teşebbüs etmemelidir:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/10/hud-suresinin-41-ayeti-ne-anlatiyor-196993-m.jpg
Hud Suresinin 41. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ Nuh, “Haydi gemiye bin ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/10/hud-suresinin-35-ayeti-ne-anlatiyor-196984-m.jpg
Hud Suresinin 35. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ Yoksa “Bu ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/10/hud-suresinin-23-ayeti-ne-anlatiyor-196969-m.jpg
Hud Suresinin 23. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/10/hud-suresinin-13-ayeti-ne-anlatiyor-196940-m.jpg
Hud Suresinin 13. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ ا ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/10/zebaniler-ile-ilgili-ayetler-196930.jpg
Zebaniler ile İlgili Ayetler

Zebâniler, insanları cehenneme sevkeden ve cehennemi yöneten meleklerdir. Kur’an-ı Kerim’de zebânilerden bahseden ayetler şunlardır: ZEBANİLER İLE İL ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/10/hud-suresinin-6-ayeti-ne-anlatiyor-196929-m.jpg
Hud Suresinin 6. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي ك ...