Hucurât sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 18 âyettir. İsmini, 4. âyette geçen ve “odalar” mânasına gelen اَلْحُجُرَاتُ (hucurât) kelimesinden alır. Bu kelime, Resûlullah (s.a.s.)’in Mescid-i Nebevî’nin etrafında ev olarak kullandığı odalara işaret eder. Resmî tertîbe göre 49, nüzûl sırasına göre 105. sûredir
Sûrede üç mühim konu işlenir. Birincisi mü’minlerin Allah ve Rasûlü’ne karşı olan vazifeleridir. Mü’minler Allah’ın ve Rasûlü’nün buyruklarına inanıp tam teslim olacaklar, hiçbir hususta onların önüne geçmeyeceklerdir. Huzurunda konuşmanın ve ses tonunu ayarlamanın ölçüsüne varıncaya kadar Allah’ın Peygamberi’ne karşı son derece tâzim, hürmet ve bağlılıklarını devam ettireceklerdir. İkincisi mü’minlerin kendi aralarındaki beşeri münâsebetlerdir. Hülasa olarak mü’minler arası kavgayı körükleyecek fitnelere karşı uyanık olmanın, sulh ve sükûneti temin etmenin, İslâm kardeşliğinin hukukunu yerine getirmeye çalışmanın ve bu kardeşliğe halel getirecek alay, kınama, sû-i zan, tecessüs ve gıybet gibi kötü ahlâktan uzak durmanın lüzûmu bildirilir. Üçüncüsü mü’minlerin diğer insanlarla münâsebetleridir. Onları insan olarak sevecek, tanışmaya öncelik verecek, onların da doğru yolu bulmaları için mallarıyla ve canlarıyla cihad edeceklerdir. Ulaştıkları her insana, en büyük nimetin İslâm’la şereflenmek olduğunu, bunun hiçbir dünyevî nimetle mukayese edilmeyeceğini öğreteceklerdir.
Hucurât sûresi, Tahrîm sûresinden önce ve Mücâdele’den sonra Medine’de, hicretin 9. yılında nâzil olmuştur. Sûrelerin ve âyetlerin gelmesi için mutlaka özel bir sebebin bulunması gerekmemekle beraber bir olay, soru ve beklenti üzerine gelmiş birçok âyet ve sûrenin de bulunduğunu biliyoruz. Bu sûrenin ilk âyetinin, sözde veya davranışta Hz. Peygamber’in önüne geçerek veya onun sözünü keserek edebe aykırı davrananları uyarmak için geldiği nakledilmiştir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1712).
Bazı insanlar müslüman olmalarını Resûlullah (s.a.s.)’in başına kakmaya çalışmışlardı. Âyetlerde onların böyle bir hakkı olmadığı ve yaptıklarının çok yanlış bir tavır olduğu bildirilmektedir. Çünkü müslüman olmaları Peygamberimiz yararına değil, kendi yararlarına olan bir şeydir. Esasen minnet etme, başa kakma hakkı Allah’a aittir. Zira lütfedip onları iman etmeye muvaffak kılmıştır. Dileseydi kılmayabilirdi. O halde başa kakmayı bırakıp, verdiği iman nimeti ve diğer nimetleri için Allah’a şükretmeye çalışmak gerekir. Allah ise göklerin ve yerin bütün gizliliklerini, insanların yaptıkları her şeyi hakkiyle bilmektedir. O, gönüllerden geçeni de bilir. İşte insan Allah Teâlâ’ya böyle inanır ve O’nu böyle tanırsa hem kalbini yanlış inanç ve düşüncelerden hem de dış azalarını her türlü çirkin fiil ve davranışlardan koruma gayreti içine girer. Allah’ı aldatmasının mümkün olmadığını bilince, bu kez O’nun razı olacağı güzel bir kul olmaya çalışır.
Hucurât suresinin sonunda yer alan “Allah, sizin bütün yaptıklarınızı görmektedir” (Hucurât 49/18) ifadesi, insanlığa mühim bir geleceği, ebedî bir âhiret hayatını ihtar etmektedir. Şimdi gelmekte olan Kaf sûresi ise, o geleceğin sorumluluğunu hatırlatmak üzere o sınıra açılan bir kapı olacaktır:İbrahim suresinin 3. ayetinde şöyle buyrulur: “Onlar, dünya hayatını sevip âhiret hayatına tercih ederler. İnsanları Allah yolundan uzaklaştırmaya ve ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَ ...
Âhiret kazancının dünya kazancına göre ölçüye sığmaz kıymette ve ebedî olduğunu bilen ashâb-ı kirâm, ebedî saâdet sermâyesi kazanmanın lezzet ve halâv ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ Eğer şükreder ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ...
“Sen elbette büyük ahlâk sahibisin.” (Kalem sûresi (68), 4) Allah Teâlâ en güzel şekilde yaratıp kendisine en güzel ahlâkı öğrettiği sevgili p ...