Fussilet Sûresi 44. Ayet Tefsiri


44 / 54


Fussilet Sûresi Hakkında

Fussılet sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 54 âyettir. İsmini 3. ayette geçen ve “bir şeyi açıklamak, iki şeyi birbirinden ayırmak, iyice detaylandırmak” mânalarına gelen فُصِّلَتْ (fussilet) kelimesinden alır. Burada kelime Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin iyice açıklandığını beyân etmek üzere kullanılır. Sûrenin ayrıca اَلسَّجْدَةُ “Secde”, “Hâ. Mîm” ve اَلْمَصَاب۪يحُ “Mesâbih” gibi isimleri de vardır. Resmî tertîbe göre 41, iniş sırasına göre ise 61. suredir.

Fussilet Sûresi Konusu

Sûrede Kur’ân-ı Kerîm’in Allah kelâmı olduğu bildirilerek söze başlanır. Gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunan varlıkları altı günde yaratan, Âd ve Semûd gibi azgın kavimleri dehşetli azaplarla helak eden Allah Teâlâ öldükten sonra insanları diriltmeye ve insanın kulak, göz ve deri gibi azalarını konuşturup şâhit kılmaya muktedirdir. Ayrıca geceyle gündüz, güneşle ay, kurumuş toprağın Allah’ın indirdiği yağmurla dirilmesi, yine hem Allah’ın kudretine, hem de ölüleri dirilteceğine dair açık delillerdir. Bunun sonucu olarak inkârcılar mahşerde devâsız horluk, rezillik ve pişmanlık manzaraları oluştururken, iman ve istikâmet üzere hayat süren bahtiyarlar, hem ölürken hem de dirilirken meleklerin selamlamaları ve müjdelemeleri arasında gönül hoşluğu içinde cennete girerler. Bu hayırlı sonuca ulaşmanın şartı, itikat, ibâdet ve ahlâkî güzellikleriyle İslâm’ı bilen, yaşayan ve tebliğ eden, “ben müslümanım” diyerek İslâm’ı hayatının her alanına aksettiren kâmil bir mü’min olabilmektir. Esasen İslâm da, ancak böyle ahlâkî kemâl sahibi mü’minler vesilesiyle yayılma, neşv ü nemâ bulma imkânına sahip olacaktır. Netice itibariyle Kur’ân-ı Kerîm, bâtılın hiçbir taraftan kendine yanaşamadığı gerçek bir Allah kelâmıdır. Dünya ihtiyarladıkça Kur’an gençleşmektedir. Gerek dış âlem gerek insanın iç âlemiyle alakalı meydana gelen ilmî gelişmeler, Kur’an’ın ilâhî bir gerçek olduğunu gün be gün, an be ân ortaya koymaktadır.

Fussilet Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada kırk birinci, iniş sırasına göre altmış birinci sûredir. Mü’min (Gâfir) sûresinden sonra, Şûrâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. “Hâ-mîm” harfleriyle başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ikincisidir.

Fussilet Sûresi Fazileti

         İbn Âşûr’un Beyhak’den naklettiğine göre (XXIV, 227) Hz. Peygamber’in Tebâreke (Mülk) ve Hâ-mîm es-secde (Fussılet) sûrelerini okumadan uykuya yatmadığı rivayet edilmiştir.

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰنًا اَعْجَمِيًّا لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟ ﴿٤٤﴾
Karşılaştır 44: Biz o Kur’an’ı yabancı bir dilde indirseydik, onlar elbette: “Onun âyetleri anlayacağımız bir dille iyice açıklanmalı değil miydi? Arap olmayana yabancı dilde bir kitap olur mu?” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenlere doğru yolu gösteren bir rehber ve eşsiz bir şifa kaynağıdır.” İnanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır; Kur’an kendilerine kapalı ve karanlık gelir. Onlara sanki çok uzak bir yerden sesleniliyor da söyleneni duymuyorlar!

TEFSİR:

Resûlullah (s.a.s.) Arap asıllı ve hitap ettiği toplum da Arap olduğu için Kur’ân-ı Kerîm de Arapça olarak ihsan edilmiştir. Hikmete uygun olan da budur. Çünkü peygamber göndermenin ve kitap indirmenin hedefi, insanları Allah’ın yoluna çağırmak ve onları manevî karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır. Bu da ancak insanlara gerçekleri anlayacakları bir dille izah etmekle mümkün olabilir. (bk. İbrâhim, 14/1-4) Bu tıpkı bir doktorun hastaya ne yapacağını anlayacağı bir dille açıklamasına benzer. Çünkü mühim olan hastalığı tedavi ederek kişinin en kısa zamanda sağlığına kavuşmasını sağlamaktır. Bu gerçekler dikkate alındığında, eğer Kur’an yabancı bir dilde indirilseydi, müşriklerin eline sağlam bir gerekçe geçmiş olacak ve “Araplara yabancı dilde bir kitap, öyle mi? Bunu nasıl anlayacağız?” diyeceklerdi. Kur’ân-ı Kerîm’in mesajı açıktır. Bunu anlamak için sadece iman şartı vardır. İman olduktan sonra Arapça biliyorsak Arapça aslından, başka bir dili konuşuyor ve anlıyorsak onun tercüme ve tefsirlerinden Kur’an’ın bizden ne istediğini anlar, doğru yolu bulur, tüm manevî hastalıklarımızı Kur’an eczânesinden alacağımız ilaçlarla tedavî edebiliriz. Çünkü o, iman edenlere doğru yolu gösteren bir rehber ve sınırsız bir şifa kaynağıdır. Eğer iman yoksa, kişinin Arapça bilip bilmemesinin bir faydası yoktur. Çünkü iman nurundan mahrum olan kişinin kulakları Kur’an hakikatlerini dinlemeye karşı sağırdır, basîret gözü de Kur’an’ın hakikatlerine karşı kördür. Kur’an o tür insanlara kapalı ve karanlık gelir; onlar için bir mâna ifade etmez.

Âyetin sonunda Kur’an’a inanmayan müşrikler, kendilerine uzaktan seslenilen kimselere benzetilir. Uzaktan bağırılan kimseler bir ses duysalar da, bağıranın sözlerini anlayamazlar, kelimeleri seçemezler. O sesle neyin söylendiğini bilemezler. Esasen burada uzaktan seslenilen kimselerle insanlardan çok hayvanların kastedildiği anlaşılmaktadır. Hayvanlara uzaktan bağırılır ve onlar bağırtıdan başka bir şey anlamazlar. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Allah’ın daveti karşısındaki tavırları itibariyle kâfirlerin hâli, tıpkı çobanın çağrısını duyduğu halde, bu sözleri mânasız bir ses ve gürültü olarak algılayan sürünün durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Çünkü akıllarını kullanmazlar.” (Bakara 2/171)

Görüldüğü üzere bu âyetlerde kâfirlerin Kur’an’ı anlamak istemeyişleri tasvir edilmekte ve Kur’an çağrısına karşı söz anlamayan, sadece bir bağırtı duyan hayvanlar gibi davrandıkları haber verilmektedir. Ancak kâfirlerin sergilediği bu durum sadece Kur’an’a mahsus değildir:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-82-ayeti-ne-anlatiyor-195113-m.jpg
Enâm Suresinin 82. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟ İman edip ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2017/09/hasta_dua-702x336.jpg
Şifa Ayetleri

Şifa; deva demektir. Şifa; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına gelir. Peki hastalara ne şifa olur? KUR’AN’DA G ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2019/04/fakirlik_görmez-702x336.jpg
Vakıa Suresi

Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâk ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-79-ayeti-ne-anlatiyor-195094-m.jpg
Enâm Suresinin 79. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ Ben hakka ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-72-ayeti-ne-anlatiyor-195071-m.jpg
Enâm Suresinin 72. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Bir de bize, “Namazı dosdoğru kılın v ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...