Fussılet sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 54 âyettir. İsmini 3. ayette geçen ve “bir şeyi açıklamak, iki şeyi birbirinden ayırmak, iyice detaylandırmak” mânalarına gelen فُصِّلَتْ (fussilet) kelimesinden alır. Burada kelime Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin iyice açıklandığını beyân etmek üzere kullanılır. Sûrenin ayrıca اَلسَّجْدَةُ “Secde”, “Hâ. Mîm” ve اَلْمَصَاب۪يحُ “Mesâbih” gibi isimleri de vardır. Resmî tertîbe göre 41, iniş sırasına göre ise 61. suredir.
Sûrede Kur’ân-ı Kerîm’in Allah kelâmı olduğu bildirilerek söze başlanır. Gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunan varlıkları altı günde yaratan, Âd ve Semûd gibi azgın kavimleri dehşetli azaplarla helak eden Allah Teâlâ öldükten sonra insanları diriltmeye ve insanın kulak, göz ve deri gibi azalarını konuşturup şâhit kılmaya muktedirdir. Ayrıca geceyle gündüz, güneşle ay, kurumuş toprağın Allah’ın indirdiği yağmurla dirilmesi, yine hem Allah’ın kudretine, hem de ölüleri dirilteceğine dair açık delillerdir. Bunun sonucu olarak inkârcılar mahşerde devâsız horluk, rezillik ve pişmanlık manzaraları oluştururken, iman ve istikâmet üzere hayat süren bahtiyarlar, hem ölürken hem de dirilirken meleklerin selamlamaları ve müjdelemeleri arasında gönül hoşluğu içinde cennete girerler. Bu hayırlı sonuca ulaşmanın şartı, itikat, ibâdet ve ahlâkî güzellikleriyle İslâm’ı bilen, yaşayan ve tebliğ eden, “ben müslümanım” diyerek İslâm’ı hayatının her alanına aksettiren kâmil bir mü’min olabilmektir. Esasen İslâm da, ancak böyle ahlâkî kemâl sahibi mü’minler vesilesiyle yayılma, neşv ü nemâ bulma imkânına sahip olacaktır. Netice itibariyle Kur’ân-ı Kerîm, bâtılın hiçbir taraftan kendine yanaşamadığı gerçek bir Allah kelâmıdır. Dünya ihtiyarladıkça Kur’an gençleşmektedir. Gerek dış âlem gerek insanın iç âlemiyle alakalı meydana gelen ilmî gelişmeler, Kur’an’ın ilâhî bir gerçek olduğunu gün be gün, an be ân ortaya koymaktadır.
Mushaftaki sıralamada kırk birinci, iniş sırasına göre altmış birinci sûredir. Mü’min (Gâfir) sûresinden sonra, Şûrâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. “Hâ-mîm” harfleriyle başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ikincisidir.
İbn Âşûr’un Beyhak’den naklettiğine göre (XXIV, 227) Hz. Peygamber’in Tebâreke (Mülk) ve Hâ-mîm es-secde (Fussılet) sûrelerini okumadan uykuya yatmadığı rivayet edilmiştir.
11. âyette geçen اَلدُّخَانُ (duhān), sözlükte “duman” anlamına gelir. Tefsirlerde bu kelime “su buharı” olarak izah edilir. Günümüz ilmî gelişmeleri ışığında “hidrojen gazı” olarak yorumlanmaktadır. İşte kâinatın başlangıcını teşkil eden madde budur. Cenâb-ı Hak önce bu maddeyi yaratmış, bundan da tüm kâinatı var etmiştir. Bilim adamlarının izahına göre, gök cisimleri gazların yoğunlaşması ile yaratılmıştır. Önceleri uzayı dolduran gayet sıcak bir gaz bulutu vardı. Bu gaz kütlesinin parça parça yoğunlaşıp sıkışmasıyla yıldızlar meydana geldi. Kâinatta hâlâ bir kısım yıldızlar doğarken bir takımları dağılmakta ve başka yıldızlar tarafından yutulmaktadır. Aslında yaratılışın başlangıcını teşkil eden bu gazın hadsiz hesapsız güçteki bir enerji bulutu olduğu anlaşılıyor. Zaten maddenin de enerjinin yoğunlaşmasından oluştuğu artık bilinmektedir. İşte Kur’an’ın beyânına göre gök cisimleri, duman görünümündeki bu gaz (enerji) bulutundan yaratılmıştır. Yalnız gökleri ve yeri yaratırken Allah Teâlâ için bir zorluk ve bir yorulma söz konusu değildir. O sadece onlara “emrime gelin”, yani “olun, varlık sahnesine çıkın” diye emretmiş, onlar da belirlenen ilâhî program dâhilinde oluvermişlerdir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık. Ama bize en küçük bir yorgunluk bile dokunmadı.” (Kāf 50/38)
Cenâb-ı Hak, gökleri yedi kat olarak tanzim etmiştir. Bunlar hakkında bazı açıklamalar yapılmaya çalışılsa bile günümüz ilmî gelişmeleri bunların mâhiyeti hakkında kesin bir izah yapamamaktadır.[1] Allah her bir kat göğe vazifesi neyse onu emretti. Hangisi ne iş için yaratıldı ise onu yapacaktı. Zaten de öyledir; her bir gök ve oradaki varlıklar, ilâhî tâlimat istikâmetinde vazifelerini hiç aksatmadan yapmaktadırlar. Değilse kâinattaki bu nizamın devam etmesi mümkün olmaz. Bunlar içinde yıldızlarla donatılan gök, dünya göğüdür. Günümüz astronomi ilmi, işte bu gökle ve buradaki yıldızlarla alakalı araştırmalar yapmakta, bazı ilmi tespit ve izahlarda bulunmaya çalışmaktadır. Cenâb-ı Hak, bu göğü muhafaza altına almıştır. Yani onu şimdilik bozulmaktan korumuştur. Şeytanların çıkıp melekleri dinlemesinden de mahfuz tutmuştur. (bk. Hicr 15/17-18; Saffât 37/7-10) Yani bu korumanın maddi ve mânevî olmak üzere iki yönü olduğu anlaşılmaktadır. Bütün bunları yapan, yaratan ve takdir eden ise şüphesiz ki kudreti her şeye yeten, kuvvetine karşı konmayan, her şeyi hakkiyle bilen Allah Teâlâ’dir.
Bu apaçık ilâhî kudret işaretlerinden sonra Allah’a inanmamak ve O’ndan yüz çevirmek doğru ve yerinde bir davranış olabilir mi? Buna rağmen:[1] Kuran’da pek çok ayette kullanılan ve “gök” diye tercüme ettiğimiz “semâ” kelimesi iki mânada kulanılır:
- Bütün kâinâtı ifade etmek için,
- Dünya göğünü ifade etmek için.
Birinci mâna dikkate alındığında, günümüzdeki bir kısım bilimsel çalışmalara göre “yedi gök”le ilgili şu izahlar yapılabilir:
Bunlardan maksat uzay sonsuzluğuna doğru devam eden yedi manyetik mekandır. Onların kuşattığı alanlar ve bu alanların büyüklüğü ile ilgili günümüz astrofiziğinin verdiği tahmini bazı bilgiler şöyledir:
1. Gök: Güneş sistemi ile birlikte temsil ettiği uzay mekânı. Burası yaklaşık olarak 6.5 trilyon km’dir.
2. Gök: Galaksimizin temsil ettiği uzay mekanı. Burası 30-100 bin ışık yılıdır.
3. Gök: Galaksi grubumuzun temsil ettiği uzay mekanı. Yaklaşık 2 milyon ışık yılıdır.
4. Gök: Galaksi gruplarının ortaklaşa temsil ettiği kâinatın merkez radio manyetik mekânı. 100 milyon ışık yılı çapındadır.
5. Gök: Kuasarların temsil ettiği evren mekanı. 1 milyar ışık yılıdır.
6. Gök: Kaçan yıldızların temsil ettiği genleşen evren mekânı. 20-100 milyar ışık yılıdır.
7. Gök: Bunun dışındaki evrenin sınırsız sonsuzluklarını temsil eden evren mekânı. Buna bir sınır tanımak mümkün olamamaktadır.
Bu göklerden birinden diğerine intikal, hem hız yetersizliği yüzünden hem de manyetik gerilimleri aşması yönünden imkânsızdır. Bu göklere intikal için ışık hızını aşmak, maddî hüviyeti terk etmek gerekir. İşte Resûlüllah (s.a.s.) Efendimiz, Mirac gecesi Allah’ın izniyle bu maddî hüviyeti terk ederek yedi kat semayı geçerek Rabbinin huzuruna çıkmıştır.
Kelimenin ikinci mânası düşünüldüğünde, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Nitekim bugün dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir. Kimyasal içerik veya hava sıcaklığı ölçü alınarak yapılan tanımlamalarda, dünyanın atmosferi 7 katman olarak belirlenmiştir. Bugün halen 48 saatlik hava durumu tahminlerinde kullanılan ve “Limited Fine Mesh Model” (LFMII) olarak adlandırılan atmosfer modeline göre de atmosfer 7 katmandır. Modern jeolojik tanımlamalara göre atmosferin 7 katmanı şu şekilde sıralanmaktadır: 1- Troposfer, 2- Stratosfer, 3- Mezosfer, 4- Termosfer, 5- Ekzosfer, 6- İyonosfer, 7- Manyetosfer
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ Eğer şükreder ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ...
“Sen elbette büyük ahlâk sahibisin.” (Kalem sûresi (68), 4) Allah Teâlâ en güzel şekilde yaratıp kendisine en güzel ahlâkı öğrettiği sevgili p ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ ...
Ankebût Sûresi 41-45. Ayetler ve Meali 41. "Allah’ı bırakıp da başkalarını dost ve yardımcı edinenlerin hâli, örümceğin hâline benzer. Örümcek de b ...
Tuz sözlükte, “Suda eriyen, kokusuz, dili yakan bir tada sâhip, yiyecekleri korumada ve tatlandırmada kullanılan billûrsu madde” demektir. Tuz kelimes ...