Şûrâ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 53 âyettir. İsmini 38. ayette geçen, “müşavere etmek, danışmak” mânalarına gelen, yapılacak işlere karar vermede ve devlet yönetiminde çok önemli bir yeri olan اَلشُّورٰي (şûrâ) kelimesinden alır. Resmî tertibe göre 42, iniş sırasına göre 62. sûredir.
Vahiy, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile başlayan bir hâdise değildir. Allah Teâlâ ilk insandan başlayarak Resûlullah (s.a.s.)’e kadar pek çok peygambere vayhetmiştir. Peygamberlere vahyedilen dinin temel esasları aynıdır. O da tek olan Allah’a kulluk etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, âhirette yeniden dirilip hayatın hesabının verileceğini unutmamak, emrolunduğu gibi dosdoğru olup nefsânî arzulara uymamak, dinde ayrılığa düşmemektir. Aynı şekilde Kur’an’ın iniş gâyesi de başta indiği toplum olan Mekke halkını, sonra da peyderpey bütün dünyayı kuşatacak şekilde etraftaki toplumları uyarmaktır. Resûlullah (s.a.s.), yirmi üç senelik tebliğ hayatında, yakından başlayıp dalga dalga yayılan bir tebliğ siyâsetiyle, bunu gerçekleştirmiş ve âyette ifadesini bulduğu şekilde Kur’an’ın mesajının cihanşumûl olduğunu göstermiştir. Önceden olduğu gibi bugün ve yarın, dünya durdukça ilâhî vahye tâbi olanlar ebedî mükâfat yurdu olan cennete girecekleri gibi, ona yüz çevirenler, dünyada kısa bir müddet geçinip gitseler de öte dünyada kaybedenlerden olacak, cehennemi dolduracaklardır. Kâinatta sergilenen ilâhî kudret delilleri Allah Teâlâ’nın bunu yapmaya kadir olduğunu göstermektedir. Sûrede Kur’an’ın yetiştirmeği hedeflediği fert ve toplumun temel husûsiyetleri beyân edilerek, onların haramlar ve haksızlıklar karşısındaki sert ve kararlı duruşları, Allah’a kulluk noktasındaki ciddiyet ve coşku halleri, şahıslarına yapılan kusurları affetmedeki sınırsız müsamaha ve bağışlama meziyetleri ve devlet yönetiminde müşâvere esasına ağırlık vermeleri örnek birer davranış olarak sunulur. Kullar arasında maddî rızıkları ve en mühim dünya nimetlerinden olan çocuk nimetini dilediği gibi taksim eden Cenab-ı Hak, vahiy ve peygamberlik nimetini de öyle taksim etmiş, nübüvveti için seçtiği kullarla üç yolla konuşmuş ve en son Hz. Muhammed (s.a.s.)’i seçerek, daha önce hiç bilmediği “kitab”ın ve “iman”ın ne olduğunu ona öğretmiş ve onun vasıtasıyla da âhir zaman ümmetini irşad etmiştir.
Mushaftaki sıralamada kırk ikinci, iniş sırasına göre altmış ikinci sûredir. Mekke döneminde, Zuhruf sûresinden önce ve Fussılet sûresinden sonra nâzil olmuştur. 23-24, 23-26, 27 ve 39-41. âyetlerinin Medine’de indiğine dair rivayetler de bulunmaktadır (İbn Atıyye, V, 25; İbn Âşûr, XXV, 23-24). Fakat üslûp ve içerikleri bu âyetlerin de Mekke döneminde indiği izlenimini vermektedir (bu konuda ve ilgili rivayetlerin taşıdığı zaaflar hakkında bk. Derveze, V, 159, 175-178, 182-183, 187-189).
Cenab-ı Hak, âhiretin dehşetli manzaralarını gözler önüne sererek tüm insanları davetine uymaya çağırıyor. Çünkü ebedi azaptan kurtuluş için bu zaruridir. O gün geldiğinde insan Allah’ın hükmünden ve vereceği cezadan kaçacak en küçük bir delik bile bulamayacaktır.
Âyetin “O gün sizin için inkâr etme de yoktur” kısmına şu mânalar verilebilir:
› Sizler yaptığınız kötülükleri reddedemeyeceksiniz.
› Kimlik değiştirmek sûretiyle ortadan kaybolamayacaksınız.
› Kendinizi karşısında bulduğunuz şeye kızamayacak ve itiraz edemeyeceksiniz.
› Sizin bu durumdan kendinizi kurtarma imkânı yoktur.
O halde herkes şimdiden başının çaresine bakmalı, ebedî hayatını kurtarmanın çarelerini aramalıdır. Zira peygamberin vazifesi sadece dini gerçekleri açık ve anlaşılır bir dille tebliğdir. Kabul edip etmemek insanların tercihine kalmıştır. Dolayısıyla davetten yüz çevirenler için aşırı üzülmeye gerek yoktur. Ancak insan pek çok zafiyet ve mânevî hastalıklarla malüldür. Menfaatine düşkünlüğü ve nankörlüğü bu zafiyetlerin başında yer alır. Peygamberlerin ve mürşitlerin, bu zafiyetini dikkate alarak onu terbiye etmeye çalışmaları gerekir.
Allah Teâlâ’nın kudretinin açıkça tezahür ettiği alanlardan biri de çocuk meselesidir:Furkân sûresinin 6. âyetinde Allah Teâla şöyle buyuruyor: Furkân Suresi 6. Ayet Arapça: قُلْ اَنْزَلَهُ الَّذ۪ي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمٰوَاتِ ...
Nûr sûresinin 64. âyetinde Allah Teâla şöyle buyuruyor: Nûr Suresi 64. Ayet Arapça: اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قَدْ يَع ...
Nûr sûresinin 61. âyetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor: Nûr Suresi 61. Ayet Arapça: فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيّ ...
Nûr sûresinin 56. âyetinde Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: Nûr Suresi 56. Ayet Arapça: وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا الرّ ...
Nûr sûresinin 51. âyetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor: Nûr Suresi 51. Ayet Arapça: اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ و ...
Nûr sûresinin 41. âyetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor: Nûr Suresi 41. Ayet Arapça: اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَا ...