Sâd Sûresi 4-8. Ayet Tefsiri


4-8 / 88


Sâd Sûresi Hakkında

Sād sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 88 âyettir. İsmini 1. âyettekiصٓ  (Sād) harfinden alır. Hem Mushaf tertîbine göre hem de iniş sırasına göre 38. sûredir.

Sâd Sûresi Konusu

Kur’ân-ı Kerîm’in hak kitap, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de gerçek peygamber olduğu ve bunların getirdiği tâlimatların Allah’ın buyrukları olduğu beyân edilir. Resûlullah (s.a.s.)’e karşı gelen müşrikler uyarılır. Ne yaparsa yapsınlar Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber karşısında mutlaka hezimete uğrayacakları hatırlatılır. Geçmiş kavimlerin durumu kısa bir anlatımla buna misal verilir. Neticede kâfirler mağlup olacak, müslümanlar ise devlet ve saltanata erişeceklerdir. Bu sebeple Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman kıssalarıyla Peygamberimiz ve müslümanların, elde edecekleri maddi imkânları İslâm’ın bekâsı yolunda nasıl kullanacakları öğretilir. Hz. Eyyûb kıssasıyla, kulun Rabbine tevekkül edip O’ndan yardım dilerken, işin kendine düşen kısmını aksatmadan yerine getirmesi önerilir. Kıpırdamayacak derecede hasta haliyle: “Ayağını yere vur!” emrine muhatap olması bunu gösterir. Böylece “Gayret kuldan, tevfik Allah’tan” düstûruna işaret edilir. Peygamberlere iman ve itaat edenlerin güzel akıbetlerinden, onlara iman etmeyenlerin de feci sonlarından, sonradan gelenler için birer ibret tablosu arz edilir. İnsanlar, şeytanın düşmanlığına karşı ciddiyetle uyarıldıktan sonra, sûrenin başında olduğu gibi sonunda da Kur’an’ın önemine tekrar yer verilir.

Sâd Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada otuz sekizinci, iniş sırasına göre de otuz sekizinci sûredir. Kamer sûresinden sonra, A‘râf sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ ﴿٤﴾
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ ﴿٥﴾
وَانْطَلَقَ الْمَلَاُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ ﴿٦﴾
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ ﴿٧﴾
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ ﴿٨﴾
Karşılaştır 4: Kendilerine aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da o kâfirler şöyle dediler: “Bu bir sihirbâz, Allah’a iftirâ atan büyük bir yalancı!”
Karşılaştır 5: “O kadar çok ilâhımızı bir tek ilâh mı yapacakmış? Ne tuhaf şey bu böyle!”
Karşılaştır 6: İçlerinden önde gelenler derhal harekete geçip: “Ey ahali!” dediler, “Haydi yürüyün, gösteri yapın! İlâhlarınıza bağlılıkta direnin! Sizden istenen de, yapılması gereken de budur!”
Karşılaştır 7: “Biz, bu tek ilâh iddiasını zamanımızdaki inanç sistemlerinin hiçbirinde duymadık. Bu uydurmadan başka bir şey değil!”
Karşılaştır 8: “Tuhaf! Aramızda başka kimse bulunamamış da kitap Abdülmuttalib’in yetîmine mi inmiş?” Hayır, hayır! Gerçek şu ki, onların senin doğruluğun aleyhinde söyleyecekleri hiçbir şey yok. Fakat onlar benim kitabımdan tam bir şüphe içindeler. Doğrusu onlar henüz azabımı tatmadılar!

TEFSİR:

Mekkeli müşrikler, kendi aralarından çıkmış, fakir bir ailede yetim olarak büyümüş, dünyevi liderlik ve malvarlığı bakımından kendilerinden çok aşağı seviyedeki birinin kalkıp peygamberlik iddiasında bulunmasını, kendilerine akıl vermesini, yönlendirmesini, yaptıklarına karışıp onları Allah’ın azabıyla uyarmasını hazmedemiyorlardı. Böyle bir şey olamazdı. Olacaksa da bu peygamberlik ve Kur’an, fakir bir yetime değil de, vasıflarını kendilerinin belirlediği birine verilmeliydi. (bk. Zuhruf 43/31) Bu sebeple böyle bir şeyi ihtimal harici tutarak onu müthiş bir muhalefetle karşıladılar. Allah Resûlü (s.a.s.) hakkında ne diyeceklerini bilemediklerinden onu “sihirbâz” ve “yalancı” olmakla itham ettiler.

Efendimiz (s.a.s.)’e “sihirbaz” diyorlardı. Çünkü o, insanlar üzerinde o kadar bir tesir gücüne sahipti k, peşinden gidenler, ne kadar zarar görürlerse görsünler, yine de ondan kopmuyorlardı. Baba oğlunu, oğlu babasını sırf onun yüzünden terk ediyordu. Kadın kocasından, kocası karısından yine onun yüzünden ayrılıyordu. Hatta kendi öz vatanlarını bile terk etmeyi göze alabiliyorlardı. İşleri ve ticaretleri zarara uğrasa da, uğramasa da, akrabalarıyla bir ilgileri kalsa da kalmasa da, her türlü işkence de dâhil hiçbir şey onları, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in kendilerine öğrettiği düşüncelerden vazgeçirmeye yetmiyordu. Ona “yalancı” diyorlardı. Çünkü onun getirdiği sözleri, herkesi bağlayıcı olması bakımından Allah’a nispet etmesini doğru bulmuyor; bunu sırf insanları kendisine bağlamak için başvurduğu bir plan olarak değerlendiriyorlardı.

Hele hele onun, toplumsal düzenlerinin, siyasi ve iktisadi çıkarlarının temelini oluşturan “putlara” cephe almasını, hepsini lağvedip bir Allah’a ibâdeti emretmesini çok tuhaf karşılıyorlardı. Çünkü putların ve putperestliğin lağvı demek, zanlarına göre tüm geçim kaynaklarının kuruması, aç ve perişan kalmaları demekti. Bu sebeple önde gelenler halkı da kışkırtarak, protesto gösterileri yaparak putperestliğin devamı için büyük bir gayrete soyunmuşlardı. Yapılacak en önemli işin bu olduğunu söylüyorlardı. Hem ne yahudi ve hıristiyanlardan, ne mecusilerden, ne de Arap yarımadasında bulunan diğer insanlardan “Allah’ın tek ilâh olduğu” hususunda bir şey duymadıklarını, hepsinin Allah’ın dışında yalvardıkları putları olduğunu, dolayısıyla bu “tevhid” denen şeyin Muhammed (s.a.s.)’in uydurup ortaya koyduğu bir safsatadan öteye geçemeyeceğini iddia ediyorlardı. Vahyin de ine ine Muhammed (s.a.s.) gibi birisine inmesi ise onları iyice çileden çıkarıyordu. Böylece vahiyle, Kur’an’la ve Peygamber’le ilgili ciddi bir şüphenin içinde bulundukları her hallerinden belli oluyordu. Bunun da sebebi, henüz inkârları sebebiyle Allah’ın azabını tatmamış olmalarıydı. İlâhî azap kamçısı tepelerine indiğinde, bu şüphe ve inkârdan gönüllerinde hiçbir iz kalmayacaktır.

Sûrenin bu ilk sekiz âyetinin iniş sebebi olarak şu hâdise zikredilir:

Ebu Talib hastalandığı zaman Kureyş’ten bir heyet geldi. İçlerinde Ebu Cehil de vardı. Yanına girdiler. “Kardeşinin oğlu bizim ilâhlarımızı kötülüyor, şöyle yapıyor, şöyle şöyle diyor. Ona haber göndersen de bundan vazgeçse” dediler. Haber gönderdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) geldi, odaya girdi. Ebu Talib’in yanında bir kişilik yer vardı, oraya oturmasın diye Ebu Cehil sıçradı, oraya oturdu. Resûlullah, amcasının yakınında oturacak yer bulamayınca kapının yanında oturdu. Ebu Talib: “Ey kardeşimin oğlu! Kavmin yine senden şikâyet ediyorlar, ilâhlarını kötülüyorsun, şöyle şöyle diyorsun, iddiasında bulunuyorlar” dedi. Onlar da birçok şeyler söylediler. Resûlullah (s.a.s.) söz aldı:

“- Ey amca! Ben onlardan bir söz istiyorum. Öyle bir söz ki o sayede Araplar onlara boyun eğecek, Acemler de onlara cizye verecek” dedi. Bunun üzerine sevindiler, “Babanın aşkına ondan fazlasını da veririz, nedir o kelime?” dediler. “Bir tek kelime” dedi. “Ne o?” dediler. Efendimiz (s.a.s.) “Lâ ilâhe illallah” der demez telaşla kalktılar ve elbiselerini çırparak âyetlerde belirtildiği şekilde şaşkınlıklarını ifade ettiler. (Tirmizî, Tefsir 38/1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 227, 362)

Küfür ve şirkin derin bataklıklarında ruh dünyaları iyice kararmış o kâfirlerin, kafa ve kalplerini sarsarak düşünmelerini sağlamak için sor onlara:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/allahi-inkar-edenlerin-ozellikleri-197513-m.jpg
Allah’ı İnkâr Edenlerin Özellikleri

İbrahim suresinin 3. ayetinde şöyle buyrulur: “Onlar, dünya hayatını sevip âhiret hayatına tercih ederler. İnsanları Allah yolundan uzaklaştırmaya ve ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/ibrahim-suresinin-12-ayeti-ne-anlatiyor-197510-m.jpg
İbrahim Suresinin 12. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَ ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/12/kuran-ayetlerinin-fazileti-197507-m.jpg
Kur’an Ayetlerinin Fazileti

Âhiret kazancının dünya kazancına göre ölçüye sığmaz kıymette ve ebedî olduğunu bilen ashâb-ı kirâm, ebedî saâdet sermâyesi kazanmanın lezzet ve halâv ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/11/ibrahim-suresinin-7-ayeti-ne-anlatiyor-197498-m.jpg
İbrahim Suresinin 7. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ Eğer şükreder ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/11/ibrahim-suresinin-3-ayeti-ne-anlatiyor-197473-m.jpg
İbrahim Suresinin 3. Ayeti Ne Anlatıyor?

Kur’an’da şöyle buyrulur: اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/11/guzel-ahlakla-ilgili-ayetler-197467-m.jpg
Güzel Ahlakla İlgili Ayetler

“Sen elbette büyük ahlâk sahibisin.” (Kalem sûresi (68), 4) Allah Teâlâ en güzel şekilde yaratıp kendisine en güzel ahlâkı öğrettiği sevgili p ...