Münâfikûn sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 11 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ve münafıklar anlamına gelen اَلْمُنَافِقُونَ (Münafıkûn) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 63, nüzûl sırasına göre ise 103. sûredir.
Sûre münafıkların iki yüzlülüklerinden, iç dünyalarından, mü’minlerin aleyhine sahip oldukları kötü düşünce ve tuzaklardan bahseder. müslümanlara, onların görünüşlerine aldanmamaları ve sinsi faaliyetlerine karşı uyanık olmaları ikazında bulunur. Münafıkların mümeyyiz vasfı olduğu gibi, dünyanın geçici nimetlerine aldanmamayı, ölüm gerçeğini dikkate alarak Allah’ın zikrinden asla gafil kalmamayı öğütler.
Mushaftaki sıralamada altmış üçüncü, iniş sırasına göre yüz dördüncü sûredir. Hac sûresinden sonra, Mücâdele sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.
Medine münafıklarının önderleri olan Abdullah b. Übeyy, Mugis b. Kays, Ced b. Kays ve arkadaşları iri yapılı, yakışıklı, giyim ve kuşamlarına itina gösteren, düzgün konuşan, dilleri ve dış görünüşleri alımlı kimseler idiler. “Ya Rasûlallah” diye söze başladıkça Peygamberimiz (s.a.s.) de sözlerini dinlerdi. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 14) Bu sebeple ayette şöyle buyrulur: “Onları gördüğünde cisimleri hoşuna gider. Dıştan bakınca giyimleri kuşamları, şıklıkları, irilikleri, güzellikleri, bedenlerinin süsü ve manzarası sana hoş gelir. İmreneceğin tutar. Konuştuklarında ise konuşmalarını dinlersin. Dillerinin fesahati, sözlerinin akıcılığı, tatlılığı, konuşmaya olan merak ve yatkınlıkları sebebiyle güzel laf ederler. Sözlerini dinletirler. Fakat onlar, kendilerine söz söylendiği zaman resmî bir tavırla ve dıştan ağır başlı bir vaziyette dinler gibi sessizce dururlar, ancak kulaklarına söz girmez. Zira onlar elbise giydirilip duvara dayandırılmış keresteler, tahtalar, direkler gibidirler.”
Şâir, onların bu hâlini şöyle dillendirir:
“Benzer erbâb-ı riyânın hâli ol kâşâneye
İç yüzü vîrân, dışı mâmûr şeklin gösterir.” (Es’ad Muhlis Paşa)
“Riyakâr insanların hâli süslü bir konağa benzer. Öyle bir konak ki, dışından baktığın zaman göz kamaştıracak kadar güzel ve çekici, fakat içi harap ve virandır.”
Bir başka şâir de şöyle der:
“Güzel oldur kim anın hüsnü bigî hulku da ola
Yoksa çok suret yazarlar kilisâ dîvârına.” (Şeyhoğlu Mustafa)
“Hakiki güzelin yalnız çehresi değil, huyu ve ahlâkı da güzel olmalı ki, kusursuz ve makbul addedilsin. Yoksa yalnız yüz güzelliği olduktan sonra, kilise duvarlarında da bir çok güzel insan resimleri var; fakat bunlar neye yarar ki?”
Âyette münafıklar iman, hayır ve güzellik namına ne varsa hepsinden uzak birer kalıp oldukları için duvara dayandırılmış kerestelere benzetilir. Ayrıca kendisinden faydalanılan kereste ya tavanda ya duvarın içinde veya fayda mülahaza olunan bir başka yerde bulunur. Kendisinden faydalanılmayan kereste ise duvara dayandırılır ve öyle bekler. Münafıkların da faydasız kimseler olduğunu bildirmek üzere onları, duvara dayandırılmış, boş bekleyen, ne kendine ne de kimseye faydası olmayan kerestelere benzetmiştir.
Bu teşbihle ilgili bir başka izah da şöyledir: Duvara yaslandırılmış kerestenin iki ucu vardır; birisi bir tarafa, diğeri diğer tarafa doğrudur. Münafıklar da böyledir. Onun da iki ucu vardır. İç ucu kâfirlere doğru, dış ucu ise müslümanlara doğrudur. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 16) Dolayısıyla münafıkların “duvara dayandırılmış keresteler”e benzetilmeleri, onların İslâm’a ve Peygamberimize karşı ruhsuzluklarını, donukluklarını, duygusuzluklarını, şuursuzluklarını ve iki yüzlülüklerini net bir tablo halinde sunmaktadır.
Diğer taraftan onların sürekli dinleme, endişeli ve sarsıntılı bir bekleyiş halleri tasvir edilir: “Onlar, her gürültüyü aleyhlerinde sanırlar.” (Münafıkûn 63/4) Üzerinde titredikleri mevzu, Allah’ın ve Rasûlü’nün emrini dinlemek değil, mallarının ve canlarının emniyetidir. Bu bakımdan oldukça hassas, hareketli ve duygulu, aynı zamanda da oldukça korkulu bir manzara arz etmektedirler. Çünkü münafık olduklarını, ince bir perdeyle yüzlerini kapadıklarını, bir yemin ve döneklikle iç yüzlerini gizlediklerini bizzat kendileri bilmektedir. Bu durumlarının ifşa olunup müslümanlar tarafından bilinmesinden, böylece can ve mal emniyetlerini kaybedip insanların yanında rezil olmaktan korkmaktadırlar. O bakımdan duydukları her sözü, her tıkırtıyı aleyhlerinde sanıyorlar. Yalan söylemeye de alışık olduklarından lehlerinde söyleneni bile yalan kabul ederek hep aleyhlerinde mâna çıkarıyorlar. İşte bu tip kimseler, Allah’ın kahrına layık düşmanlardır; onlardan sakınmak gerekir. Çünkü onların tevbe edip yakalandıkları bu hastalıktan kurtulmaya niyetleri bile yoktur:Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ Her şeyin hazineleri sade ...
Kur’ân-ı Kerîm’i, her devirde milyonlarca hâfız ezberlemiştir. Müsteşriklerin dahî îtirâf ettikleri gibi[1] bu durum, yeryüzünde hiçbir kitaba nasîb o ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ...
Hakîkaten Hazret-i Âdem’le başlayan ve Âhir Zaman Nebîsi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de kemâle eren İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’le vâsıl oldu ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يب ...
Kur’ân hizmetine koşan bu Kur’ân âşıkları, Rabbimiz’in rızâsına ve hatıra gelmeyecek ilâhî lûtuflara nâil olmuşlardır. Bu ilâhî lûtuf manzaralarından ...