Zuhruf Sûresi 32. Ayet Tefsiri


32 / 89


Zuhruf Sûresi Hakkında

Zuhruf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 89 âyettir. İsmini 35. âyette geçen ve altın, mücevher mânasına gelen اَلزُّخْرُفُ (zuhruf) kelimesinden alır. Resmî tertibe göre 43, nüzûl sırasına göre 63. sûredir.

Zuhruf Sûresi Konusu

Sûrede Allah’ın birliği ve sonsuz kudret sahibi olduğu, Kur’an’ın Allah kelâmı ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de Allah’ın peygamberi olduğu ana fikri işlenir. Bu çerçevede müşriklerin, Resûlullah (s.a.s.)’in davetine uymayıp atalarını körü körüne taklit etmeleri, meleklere Allah’ın kızları demeleri, Allah’ın tüm kâinatın yaratıcısı olduğunu bildikleri halde putlara tapmaları reddedilir. Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. İsa’nın kıssalarından misaller verilerek, tevhid çağrısına uyanların güzel âkıbetleri, uymayanların ise feci sonları ibret alacak nazarlara arz edilir. 

Zuhruf Sûresi Nuzül Sebebi

         Sûre Mekke’de, geliş sırası bakımından Şûrâ’dan sonra, Duhân’dan önce vahyedilmiştir. 45. âyetin Hz. Peygamber’in mi‘racında Kudüs’te Mescid-i Aksâ’da nâzil olduğuna dair bir rivayet varsa da bu, sûrenin Mekkî niteliğini değiştirmez; çünkü tefsirciler hicretten önce nâzil olan bütün sûrelere Mekkî demektedirler.

TEFSİR:

Esasen Kur’an, müşriklere göre de şerefli bir kitaptı. Allah’ın gönülleri büyüleyen mûcizevî bir kelamıydı. Açıkça söylemeseler de içlerinde bu kanaat vardı. Zaman zaman da bu kanaatleri su üzerine vuruyordu. İşte burada haber verilen bir hakikat de budur. Çünkü onlar Kur’an’ın indirilmesine değil, Mekke’nin ve Taif’in zengin kodamanları varken, Muhammed (s.a.s.) gibi bir fakire indirilmesine, böyle büyük bir şerefin ona layık görülmesine itiraz ediyorlardı. Nitekim Velîd bin Muğîre şöyle demişti:

“−Kureyş’in büyüğü ve efendisi olan ben, yahut Sakîf’in ulusu Amr b. Umeyr dururken, Kur’ân Muhammed’e mi inecek?!..” (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 385)

Halbuki kulların Hak katındaki kıymeti, ne zenginlikle ne de soylulukladır; ancak Allah’a derin bir saygı, korku ve emirlerine tam bir teslimiyetledir. Kaldı ki, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) soy yönüyle de onların en şereflisi idi. Sadece ana ve babadan yetim kalmıştı ve zengin de değildi.

Müşriklerin yanılgısı şu noktada düğümlenmektedir. Onlar âhirete inanmayıp bütün hayatı dünyadan, dünya zevk ve eğlencesinden ibaret görüyorlardı. Onlar için en mühim değer ölçüsü para, mal, mülk ve diğer maddi imkânlardı. İnsan bunları ne kadar elde eder, biriktirir, yer, içer, eğlenirse; nefsin o doymaz hazlarını ne kadar teskin ve tatmin edebilirse o kadar avantajlı, o kadar akıllı ve üstündür. İşte bu anlayış, İslâm’ın getirdiği hayat anlayışıyla taban tabana zıttır. Üstelik dünyada rızıkları ve maişetleri; akıl, zeka ve istidatları; maddi ve mânevî tüm nimet ve imkânları taksim eden insanlar değil kesinlikle Allah Teâlâ’dır. Kime ne vereceğini ve ne kadar vereceğini takdir eden sadece O’dur. Bunu yaparken de hiç kimseye danışma ve sorma mecburiyeti de, âdeti de yoktur. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

“Allah nasıl rızıklarınızı aranızda bölüştürdüyse, ahlâkınızı da öylece bölüştürdü; dünyayı sevdiğine ve sevmediğine, dini ise sadece sevdiklerine verdi. Kime Allah din nasip etmişse, onu sevmiş demektir.” (Hâkim, el-Müstedrek, II, 85)

Buna göre Allah Teâlâ’nın, yetim büyümesine ve fakir olmasına rağmen en büyük rahmet eseri olan Kur’an’ı, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e vermesi, bu en yüce şerefi ona bahşetmesi normal karşılanmalıdır. Şüphesiz o büyük rahmete inanmak, bağlanmak, gereğince kulluk yapmak ve ömrü Kur’an hizmetine adamak, insanların yığıp biriktirdikleri dünya malından, mülkünden ve servetinden elbette hayırlıdır. Zira mâna maddeden daima üstündür; âhiret dünyadan daha hayırlıdır. Bu sebeple madde mânaya fedâ edilmelidir. Âhireti kazanmak için dünya imkânları çok iyi değerlendirilmelidir. Çünkü insan dünya için değil esas âhiret için yaratılmıştır.

İslâm’ın, Allah’tan alıkoyan bir nesne olarak dünya karşısında âhirete, madde karşısında mânaya verdiği kıymeti daha iyi kavrayabilmemiz için Rabbimiz, çok çarpıcı bir misal vermektedir:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-82-ayeti-ne-anlatiyor-195113-m.jpg
Enâm Suresinin 82. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟ İman edip ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2017/09/hasta_dua-702x336.jpg
Şifa Ayetleri

Şifa; deva demektir. Şifa; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına gelir. Peki hastalara ne şifa olur? KUR’AN’DA G ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2019/04/fakirlik_görmez-702x336.jpg
Vakıa Suresi

Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâk ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-79-ayeti-ne-anlatiyor-195094-m.jpg
Enâm Suresinin 79. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede buyrulur: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ Ben hakka ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-72-ayeti-ne-anlatiyor-195071-m.jpg
Enâm Suresinin 72. Ayeti Ne Anlatıyor?

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Bir de bize, “Namazı dosdoğru kılın v ...


https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2024/04/enam-suresinin-68-ayeti-ne-anlatiyor-195024-m.jpg
Enâm Suresinin 68. Ayeti Ne Anlatıyor?

En‘âm suresinin 68. ayetinde buyrulur: وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِ ...