Tâhâ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 135 âyettir. İsmini birinci âyetinde yer alan “Tâ. Hâ” mukataa harflerinden almıştır. Bazı kaynaklarda surenin “Mûsâ sûresi” ve “Kelîm sûresi” diye isimlendirildiği de görülür. Mushaf tertîbine göre 20, iniş sırasına göre 45. sûredir.
Hz. Ömer’in bu sûre vesilesiyle müslüman olduğu rivayet edilir. Hâdise özetle şöyle vuku bulmuştur:
Başlangıçta İslâm’ın yaman düşmanlarından biri olan Ömer b. Hattab, Resûlullah (s.a.s.)’i öldürmeye kastetmişti. Ömer bu niyetle yola çıktığında bir adama rastlar. Adam ona: “Sen önce kız kardeşinin ve eniştenin müslüman olduğunu bilmelisin” der. Bunu duyan Ömer doğruca kız kardeşinin evine gider. Orada kardeşi Fatma ve eniştesi Said b. Zeyd’in, Habbab b. Eret’in yanında yazılı bir kağıt parçasından bir şeyler öğrendiklerini görür. Fatma ağabeyinin geldiğini görünce kağıt parçasını hemen bir yere saklamaya çalışırsa da, okunanları duyan Ömer onlara sorular sormaya başlar. Daha sonra eniştesini döver ve kocasını korumaya çalışan kız kardeşini yaralar. Sonunda her ikisi de “Evet müslüman olduk, ne yaparsan yap!” derler. Ömer, kız kardeşinin başından akan kandan müteessir ve müteellim olarak: “Okuduğunuz şeyi bana gösterin” der. Kız kardeşi kağıdı yırtmayacağına dair ondan yemin alır ve “Temizlenmeden ona dokunamazsın” der. Bunun üzerine Ömer (r.a.) yıkanır ve Tâhâ sûresinin yazılı olduğu kağıdı okumaya başladığında: “Ne mükemmel bir şey!” diye nâra atmaktan kendini alamaz. Bunu duyan Habbâb, gizlendiği yerden çıkarak: “Allah’a yemin olsun ki, O sana Peygamberi’nin davetini tebliğe hizmet ettirecektir. Çünkü dün Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’in: «Rabbim, ya Hakem b. Hişâm[1] ya da Ömer b. Hattap’la İslâm’ı teyîd eyle!» diye dua ettiğini duydum. Ey Ömer Allah’a dön, Allah’a dön!” telkininde bulunur. Bu sözler o kadar ikna edici olur ki Hz. Ömer Habbab’la birlikte, İslâm’ı kabul etmek üzere Resûlullah (s.a.s.)’in yanına gider ve kelime-i şehâdet getirerek İslâm’la şereflenir. (İbn Hişam, es-Sîre, I, 271 vd.)
[1] Hakem b. Hişâm, Ebû Cehil diye meşhur olan müşriğin ismidir.
Sûre, Kur’ân-ı Kerîm’in indiriliş gâyesini belirterek, Resûlullah (s.a.s.)’i tesellî ederek ve her şeyin sahibi olan Allah Teâlâ’yı tanıtarak söze başlar. İçinde alınacak çok mühim dersler ve ibretler olan Hz. Mûsâ’nın kıssasını; hususiyle peygamber olduktan sonra hem Firavun hem de kendi kavmiyle olan mücâdelesini uzun uzadıya beyân eder. Arada kıyâmetin dehşetli sahnelerinden manzaralar arzederek münkirleri bekleyen hazin âkıbet ve korkunç azabı hatırlatır. Sonunda kısaca Âdem-İblîs kıssasına temas ederek, Allah’ı zikretmek, O’nu hiç unutmamak, dünyaya gönül bağlamamak, ibâdetlere, bunlar içinde de özellikle namaza fert, aile ve toplum olarak devam etmek, dinin tebliğinde sabır ve sebat göstermek gibi İslâm’ın cihanşumûl kaidelerini telkinle sözü nihâyete erdirir.
Mushaftaki sıralamada yirminci, iniş sırasına göre kırk beşinci sûredir. Meryem sûresinden sonra, Vâkıa sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 130 ve 131. âyetlerin Medine’de nâzil olduğuna dair bir rivayet de vardır. Hz. Ömer’in İslâmiyet’i kabul edişiyle ilgili meşhur rivayette Ömer’in, kız kardeşi ve eniştesinin evine baskın yaptığında işittiği ve çok etkilendiği âyetlerin Tâhâ sûresinin âyetleri olduğu ve bu olayın peygamberliğin beşinci yılında cereyan ettiği dikkate alınarak, genellikle Mekke döneminin ortalarına doğru indiği kabul edilir. Kaynaklarda nüzûlü için belirli bir sebepten söz edilmez. Geldiği dönemin şartları ve sûrenin içeriği, Hz. Peygamber’e ve müminlere teselli verip onların moralini yükseltmeyi amaçladığını göstermektedir.
Resûlullah (s.a.s.) buyurur:
“Tâhâ ve Yâsîn sûrelerini işiten melekler şöyle derler: «Bunların kendilerine gönderildiği ümmete ne mutlu, bunları taşıyan gönüllere ne mutlu, bunları okuyan dillere ne mutlu!»” (Dârimî, Fezâilü’l-Kur’an 20)
Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Mûsâ’ya olan ikinci büyük ihsanı burada devreye girmektedir: Mûsâ, Allah’ın hususi yasaklamasıyla başka hiçbir anneden süt emmiyordu. (bk. Kasas 28/12) Saraydaki bakıcılar onu beslemek için ne yapacaklarını şaşırmışlar, bir çare arıyorlardı. Tam bu sırada oraya gelmiş bulunan Mûsâ’nın ablası, kendini tanıtmadan ona bir sütanne bulma hususunda onlara yardımcı olabileceğini söyledi. Onlar da mecburen bu teklifi kabul ettiler. O da yine kimsenin ruhu duymadan Mûsâ’nın öz annesini tavsiye etti. Böylece Mûsâ annesine kavuşmuş; hem kendi hem de annesi sıkıntılardan kurtularak huzura ermiş, gözleri ve gönülleri aydınlık olmuş, mutluluk dolmuştu.
Dikkat çeken bir husus şudur ki, belânın şiddeti, kişinin kuvvet veya zayıflığına göre vuku bulmaktadır. Kişi ne kadar kuvvetli ise belâsı o kadar büyük, ne kadar zayıf ise belâsı o kadar hafif olur. Nitekim Mûsâ’nın annesi zayıf olduğundan Allah Teâlâ çocuğunu ona birkaç gün içinde geri döndürmüştür. Ona göre Hz. Yâkub daha kuvvetli olduğundan oğlu Yûsuf’u ona ancak uzun seneler geçtikten sonra iâde etmiştir. (Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 261)
Üçüncü büyük ihsanı, bir kıptîyi hatayla öldürmesi sonrasında tecelli etmiştir. Kasas sûresinin 15-22. âyetlerinde daha tafsilatlı anlatıldığı üzere Hz. Mûsâ, İsrâiloğulları’ndan birisiyle kavga eden bir adamı istemeden öldürmüş; buna mukâbil kendisini öldürmek isteyenlerin elinden Allah’ın yardımıyla Medyen’e kaçıp kurtulmuştur. Cenâb-ı Hak hem onu affederek gamdan, sıkıntıdan kurtarmış, hem de öldürülmekten korumuştur. Onu peygamberliğe salâhiyetli hale gelinceye kadar çeşitli sıkıntı, zorluk ve ibtilâlarla imtihan edip denemiştir. Bu imtihanlardan bazıları şunlardır:
Firavun’un erkek çocukları öldürdüğü bir senede dünyaya gelmesi,
Annesi tarafından suya atılması,
Annesinden başkasını emmemesi,
Firavun’un sakalını koparması, sonra mücevher yerine ateşi eline alıp dilini yakarak tekrar Firavun’un öldürmesinden kurtulması,
Kıptîyi öldürmesi ve etrafını gözetleyerek öldürülme korkusu içinde Mısır’dan çıkıp gitmesi,
Daha sonra insanları idâre etmeye alışmak üzere koyun çobanlığı yapması.
Rivayete göre koyun çobanlığı yaptığı sırada bir gün koyunlardan biri sürüden ayrılıp kaçmaya başladı. Hz. Mûsâ epey bir müddet onun peşinden koştu ve yoruldu. Sonunda onu yakaladı ama ona kızmadı, herhangi bir ceza vermedi. Aksine onu öptü, bağrına bastı ve: “Hem beni yordun, hem kendini yordun” dedi. (Kurtubî, el-Câmi‘, XI, 198)
İşte Cenâb-ı Hak böylece onu arındırıp tertemiz hale getirmiş ve peygamber yapmıştır. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Rasûlüm! Kitapta Mûsâ’nın kıssasını da zikret. Şüphesiz o, Allah tarafından seçilip ihlâsa erdirilmiş bir kuldu; büyük bir resûl, bir nebî idi.” (Meryem 19/51)
Mûsâ (a.s.), işte böyle uzun, zor ve çileli bir ilâhî terbiyenin ardından peygamberlik rütbesine yükseltilip halkı irşat etmeye liyakat kazandı:
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ ا ...
Zebâniler, insanları cehenneme sevkeden ve cehennemi yöneten meleklerdir. Kur’an-ı Kerim’de zebânilerden bahseden ayetler şunlardır: ZEBANİLER İLE İL ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي ك ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪ ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ “Ve yüzünü hak dine çevir, sakın müşrikler ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ Asla Allah’ın âyetlerini yalan ...