İhlâs sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 4 âyettir. İsmini, İslâm dininin esasını teşkil eden tevhîd akîdesinin veciz bir ifadesi olan “İhlâs” sözünde alır. “İhlâs”, dini hâlis yapmak, şirk bulaşıklarından temizlemek ve sadece Allah’a kulluk etmek demektir. Surenin kaynaklarda tespit edilen yirmiden fazla ismi vardır. Yaygın isimlerinden biri قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ (Kul hüvellahü ehad)dır. Ayrıca اَلصَّمَدُ (Samed), اَلتَّوْح۪يدُ (Tevhîd), اَلأسَاسُ (Esâs), اَلتَّجْر۪يدُ (Tecrîd), اَلنَّجَاةُ (Necât), اَلْوَلَايَةُ (Velâyet), اَلْمُقَشْقِشَةُ (Mukaşkışe), اَلْمُعَوِّذَةُ (Muavvize) isimleriyle de anılır. Mushaf tertîbine göre 112, iniş sırasına göre ise 22. sûredir.
Cenâb-ı Hakk’ın birliği ve en mühim sıfatları gayet veciz bir şekilde beyân edilir.
Mushaftaki sıralamada yüz on ikinci, iniş sırasına göre yirmi ikinci sûredir. Nâs sûresinden sonra, Necm sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır. Mekke’de indiğini söyleyenler Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’e gelerek “Bize rabbinin soyunu anlat” dediklerini, bunun üzerine bu sûrenin indiğini bildiren rivayetleri delil getirirler (Müsned, V, 133-134). Medine’de indiğini söyleyenler ise yahudilerle hıristiyanların Hz. Peygamber’e yönelttikleri Allah hakkındaki sorulara bir cevap olmak üzere Cebrâil’in Hz. Peygamber’e gelip “Kul hüvellahü ehad” sûresini okuduğunu bildiren rivayetleri delil göstermişlerdir (Taberî, XXX, 221-222; Râzî, XXXII, 175). Ancak sûrenin üslûp ve içeriği Mekke döneminde indiği izlenimini vermektedir.
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu sûre Kur’an’ın üçte birine denktir.” (Buhârî, Tevhid 1; Müslim, Misâfirîn 259)
Kur’ân-ı Kerîm’in muhtevasını “tevhid ve mârifetullah”, “âhiret bilgisi” ve “doğru yol bilgisi” diye üçe ayırırsak, İhlâs sûresi bunların birincisini ele aldığı için, bu yönüyle Kur’an’ın üçte birine denk olduğu anlaşılabilir.
Resûlullah (s.a.s.) sahâbîlerden birini bir seriyyenin başında kumandan olarak göndermişti. O mübârek sahâbî, arkadaşlarına namaz kıldırıyor, ancak kıraatini her defâsında İhlâs sûresi ile bitiriyordu. Medine-i Münevvere’ye döndüklerinde, durumu Allah Resûlü’ne haber verdiler. Efendimiz:
“–Ona, niçin böyle yaptığını sorun!” buyurdu. Arkadaşları bunun sebebini sorduklarında sahâbî:
“–Bu sûre, Rahmân’ın vasıflarını anlatmaktadır. Bu yüzden, onu okumayı seviyorum.” cevâbını verdi.
Bunu öğrenen Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“–Ona söyleyin, Allah Teâlâ da onu seviyor.” (Buhârî, Tevhîd 1)
Yine Peygamberimiz (s.a.s.), sevdiği için bu sureyi her namazda okuyan bir sahabîye:
“Onu sevmen seni cennete götürür” müjdesini vermiştir. (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 11)
İniş Sebebi
Müşriklerin, Resûlullah (s.a.s.)’e:
“Rabbinin nesebini söyle” demeleri üzerine Cenâb-ı Hak, kendini tanıtmak üzere bu sûreyi indirdi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 133-134)
Araplarda bir yabancıyı tanımak istediğinde “Onun nesebi nedir?” diye sormak adetti. Çünkü onlarda bir kimseyi tanımanın ilk şartı, nesebinin ne olduğu ve hangi kabileden geldiğinin açıklanmasıydı. Bu sebeple, Rabbinin kim olduğunu öğrenmek için Efendimiz (s.a.s.)’e de O’nun nesebini sormuşlardı.
1. De ki: O Allah birdir.
Allah
Teâlâ birdir, tektir. O, “Baba, Oğul ve Rûhu’1-Kudüs” üçlüsüne inanan hıristiyanların
dediği gibi değildir. Yine O, birçok ilâhın varlığına inanan müşriklerin
inandığı gibi de değildir.
Allah’ın
“bir” olarak vasıflanmasının üç mânası vardır ve her bir Yüce Allah hakkında
doğrudur:
› O birdir.
O’nun yanında ikinci bir ilâh yoktur. Bu, O’nun sayı mânasında “bir” olmadığını
ifade eder. Aslında bu sûreden maksat, müşriklere bir cevap olarak, Allah’ın
ortağı olmadığını bildirmektir.
› O tektir,
benzeri ve ortağı yoktur. Nitekim, “Falan şahıs, asrında tektir” dendiğinde bu,
onun benzeri olmadığı anlamına gelir.
› Allah birdir;
bölünmez, parçalara ayrılmaz.
Cüneyd-i
Bağdâdî (k.s.)’a:
“Tevhidin
tam ve hâlis şeklini, özünü bize anlatır mısın?” dediler. Şöyle anlattı:
“Tevhid,
kulun sonunun başlangıcına benzemesidir. Bu beden kalıbına girmeden önce ne
şekildeyse, yine öyle olabilmesidir. Tevhid, sûfînin yalnız kaldığı bir
makamdır. Tevhid, vatandan ayrılmanın, sonradan yaratılma diye bir şeyin bahis
konusu olmadığı bir makamdır. Tevhid, savaşların ve cenklerin olmadığı bir
makamdır. Tevhid, bilginin ve cehlin geride bırakılıp çıkıldığı bir derecedir.
Nihâyet tevhid, cümle mekânın Hak varlığında yok olduğu yüce bir makamdır.” (Velîler
Ansiklopedisi, I, 282)
Kur’ân-ı
Kerîm, Allah Teâlâ’nın birliğinin delillerini anlatır. Bunlar pek çoktur.
Bunlardan şu dört tanesine yer vermek faydalı olacaktır:
Birincisi;
“Yaratan, yaratamayan gibi olur mu hiç?” (Nahl 16/17) âyet-i kerîmesinde
dile getirilen hakikattir. Bu, yaratma ve meydana getirme delilidir. Yüce
Allah, bütün varlıkların yaratıcısıdır. O’nun “yaratma” fiilinin dışında oluşan
hiçbir varlık yoktur. Böyle olunca onlardan herhangi birinin Allah’ın ortağı
olması mümkün değildir.
Şâir
der ki:
“Mevc-i kesret nev-be-nev hep bahr-i vahdetten gelir
Âlem-i imkâna her vâr vâhidiyetten gelir.” (Aczî,
Mirzâde Mustafa)
“Kâinatta
gördüğün sayısız varlıklar hep aynı kaynaktan, aynı tek varlıktan, daha doğrusu
Allah’tan gelmektedir. Onların çokluğu seni aldatıp tevhidden uzaklaştırmasın.”
İkincisi;
“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisinin de dengesi
ve düzeni kesinlikle bozulur giderdi. Arşın Rabbi olan Allah, onların
yakıştırdığı her türlü çirkin vasıflardan uzaktır, yücedir!” (Enbiyâ 21/22)
âyetinde beyân edilen gerçektir. Bu, Allah Teâlâ’nın kâinatı büyük bir nizam
içinde, sağlam ve eşsiz yaratmasının delilidir.
Üçüncüsü;
“Rasûlüm! De ki: «Faraza, onların iddia ettikleri gibi Allah ile beraber
başka ilâhlar olsaydı, bu takdirde o ilâhların hepsi, arşın sahibine ulaşmak
için mutlaka bir yol ararlardı»” (İsrâ 17/42) âyetinde açıklanan
delildir. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın hâkimiyet ve üstünlük delilidir.
Dördüncüsü;
“Allah aslâ çocuk edinmemiştir. O’nunla birlikte başka bir ilâh da yoktur.
Eğer olsaydı, o takdirde her bir ilâh kendi yarattıklarını yanına alır ve
mutlaka biri diğerine üstünlük kurmaya çalışırdı. Allah, onların uydurduğu
noksan sıfatlardan pak ve uzaktır” (Mü’minûn 23/91) âyetinde beyân edilen
husustur. Bu da, birden çok ilâh olduğu takdirde çekişme ve üstün olmaya
çalışma olacağına dâir delildir.
Bu
ve benzeri nice deliller, Allah Teâlâ’nın birliğini ispat eder. O’nun sonsuz
kudretiyle tek başına tüm varlığı yaratıp idare ettiğini açıklar:
2. Her şey o Allah’a muhtaçken O hiçbir şeye muhtaç değildir.
Cenâb-ı
Hak, bu muazzam işleri yaparken kimseye muhtaç da değildir. Çünkü O, Samed’dir.
اَلصَّمَدُ
(Samed),
“her hususta kendisine başvurulan, sığınılan, emri ve müsaadesi olmadan hiçbir
iş yapılamayan, mutlak itaat edilen olduğu halde; kendisi kimseye muhtaç
olmayan, yemeyen, içmeyen, iç boşluğu olmayan, eksiksiz, gediksiz” demektir.
Kemâlin zirvesinde bulunan, padişahlar padişahı anlamına da gelir. Buna göre
Allah’ın samed oluşu, “var olma bakımından kimseye muhtaç olmayıp, her şeyin
varlık ve devamı tamâmen kendisine borçlu olan Vâcibü’l-Vücûd” mânasındadır.
Bunun, “kendisinden başkası ibâdet edilmeye layık olmayan tek varlık” anlamı da
vardır.
“Samed”in
bir diğer mânası da canlıların ihtiyaçlarını an be an veren, biriktirmeden ve
geciktirmeden veren demektir. Meselâ bizi huzuruna çağırıp ne kadar havaya
ihtiyacımız olduğunu sorsa, söz gelimi 60 yıllık havamızı ayırıp “Al havanı
git. Bunu ne yaparsan yap. Nasıl korur, nasıl kullanırsan kullan!” buyursa, biz
ne yapar, bu havayı nereye depolar ve nasıl kullanabilirdik. Su, yiyecek,
içecek ve diğer ihtiyaçlar da böyle… Üstelik milyalarca canlı için aynı durum
sözkonusu olsa…İşte Yüce Rabbimizin samedliğini, kullarına olan lutf u keremini
böyle derinlemesine tefekkür etmek lazımdır.
Dolayısıyla
Samed sıfatı, Allah’ın Ehad sıfatını açıklarken, bir sonraki âyette beyân
edilen vasıflar da Samed sıfatını açıklamaktadır:
3. O, doğurmamış ve doğmamıştır.
Allah,
doğurmamıştır, dolayısıyla hiçbir evlat edinmemiştir. O’nun ne oğlu ne de kızı vardır. Allah, bütün kemal
sıfatlarıyla muttasıf olduğu gibi, noksan sıfatlardan da uzaktır. Görüldüğü
üzere âyetin bu kısmı, Allah’a evlat nisbet edenlerin hepsini reddeder. Meselâ,
“Üzeyr, Allah’ın oğludur” (bk. Tevbe 9/30) diyen yahudileri; “Mesih
Allah’ın oğludur” (bk. Tevbe 9/30) diyen hıristiyanları ve “Melekler
Allah’ın kızlarıdır” (bk. Saffât 37/150, 153, Zuhruf 43/16) iddiasında
bulunan Arap müşriklerini reddeder. Yüce Allah, kendisinin çocuğu olmadığını
bildirerek bunların hiçbirini kabul etmez. Çünkü çocuğun, babanın cinsinden
olması lâzımdır. Allah (c.c.) ise ezelî ve kadîmdir. O’nun bir benzeri yoktur.
O’nun için bir çocuğun olması imkânsızdır. Bir de, ancak eşi olanın çocuğu olur.
Yüce Allah’ın eşi yoktur. İşte “O, gökleri ve yeri hiç yoktan, eşsiz ve
benzersiz şekilde yaratandır. Eşi olmadığı halde O’nun nasıl çocuğu olabilir
ki? Her şeyi O yaratmıştır ve O her şeyi hakkiyle bilendir” (En‘âm 6/101)
âyeti bu hususu anlatır.
Aynı
şekilde Allah doğmamıştır. O, ne bir babanın, ne de bir ananın çocuğu olmuştur.
Çünkü doğan her şey sonradan olur. Yüce Allah ise kadîm ve ezelîdir, evveli
yoktur. Ne doğmuş olması, ne de bir babasının olması mümkün değildir. Bu
âyetle, soy ve neseple alakalı ne varsa bütün yönleriyle hepsini Yüce Allah’tan
nefyeder. Bir sonraki âyette bu hususu izah eder:
4. Hiçbir şey O’na denk değildir.
Yüce
Allah’ın hiçbir dengi ve benzeri yoktur. Ne zâtında, ne sıfatlarında, ne de
fillerinde, yarattıklarından hiçbiri O’na benzemez. Çünkü O, her şeyin yegâne
sahibi ve yaratıcısıdır. Şu halde, yarattıklarından, O’nun seviyesine
yükselecek veya yaklaşacak bir benzeri olması mümkün değildir. O bundan
nihâyetsiz yücedir, uzaktır.
Nahîfî
der ki:
“Mabûdum o Hak’tır ki nazîri yoktur
Sultân-ı Ehaddir ki vezîri yoktur
Mahkûm-ı meşiyyet cem’-i eşyâ,
Hükmünde mu’âvin ü müşîri yoktur.”
“Benim
kulluk ettiğim Rabbim öyle bir Allah’tır ki, O’nun hiçbir benzeri yoktur. Tüm
kâinatın tek Padişâhı’dır ki, diğer sultanlarda olduğu gibi O’nun bir vezîri
bulunmaz. Hem bütün varlık O’nun küllî irade ve meşietine mahkumdür, kayıtsız
şartsız bağlıdır. Bununla birlikte O’nun ne bir yardımcısı vardır, ne de bir
danışmanı.”
Âyet-i
kerîmede şöyle buyrulur:
“…O’nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur. O, her şeyi hakkiyle
işiten, her şeyi hakkiyle görendir.” (Şûrâ 42/11)
Şimdi
ise, kendisinden kötülük sadır olabilecek her türlü yaratılmışların şerrinden
böyle misilsiz, benzersiz, mutlak Yüce Bir Allah’a sığınmayı emreden Felak
sûresi başlayacaktır:
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ Yoksa “Bu ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪ ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ ا ...
Zebâniler, insanları cehenneme sevkeden ve cehennemi yöneten meleklerdir. Kur’an-ı Kerim’de zebânilerden bahseden ayetler şunlardır: ZEBANİLER İLE İL ...
Kur’an’da şöyle buyrulur: وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي ك ...
Ayet-i kerimede buyrulur: وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪ ...