TEFSİR:
Bu
fetih, hicretin altıncı senesinde müşriklerle yapılan Hudeybiye anlaşmasıdır.
Anlaşmanın birkaç önemli maddesi şöyleydi:
❀ Anlaşmanın
süresi on yıldır. Bu süre zarfında iki taraf arasında savaş durdurulacak, bir
taraf diğeri aleyhinde gizli ya da açık hiçbir harekette bulunmayacaktır.
❀ Müslümanlar
Kâbe’yi bu yıl ziyâret edemeyecekler; bu ziyâret, bir sonraki yıl yapılacaktır.
Gelecek yıl ziyârete gelenler, Mekke’de üç gün kalacak, o zaman içinde
müşrikler Mekke dışına çıkacak, müslümanlarla temas kurmayacaklardır.
❀ Kureyşlilerden
biri, müslüman olarak da olsa, Medine’ye sığındığı takdirde iâde edilecek, ama
Medine’den Mekke’ye sığınanlar iâde edilmeyecektir.
❀ Diğer Arap
kabîleleri dilerlerse müslümanların tarafına, dilerlerse Kureyşlilerin safına
katılabileceklerdir.
Resûlullah
(s.a.s.), Hudeybiye’nin büyük bir fetih olduğunu bildirdiğinde ashâbdan biri:
“Beytullâh’ı tavaftan alıkonduk, kurbanlarımızın Harem’de kesilmesine mânî
olundu. müslüman olarak bize gelip sığınan iki kişiyi (Ebû Cendel ve Ebû
Basir’i) de Resûlullah geri verdi. Bu nasıl fetihtir?” diyerek söylendi. Bu
sözler kendisine ulaşan Resûl-i Ekrem, bu anlaşmanın hangi yönden büyük bir
fetih olduğunu şöyle îzah buyurdu:
“−Evet!
Bu anlaşma en büyük fetihtir. Müşrikler sizin, kendi beldelerine gidip
gelmenize ve işinizi görmenize râzı olmuş, gidip gelirken de emniyet ve selâmet
içinde bulunmanızı istemiştir. Onlar şimdiye kadar istemedikleri, hoşlanmadıkları
İslâm’ı, böylece sizlerden görecek ve öğrenecekler. Allah sizi muzaffer
kılacak, gittiğiniz yerden sâlimen ve kazançlı olarak döneceksiniz. Bu ise
fetihlerin en büyüğüdür.” (Halebî, II, 715)
Hz.
Ebû Bekir (r.a.) ise Hudeybiye anlaşması hakkındaki kanaatini şöyle ifade eder:
“İslâm’da
Hudeybiye fethinden daha büyük bir fetih olmamıştır. Fakat halk, kısa ve dar
görüşlü olduklarından bu anlaşmaya îtirâz etmişlerdir. İnsanlar, Allah ile
Peygamberi arasındaki işlerde acelecidirler. Allah Teâlâ ise onlar gibi acele
etmez, dilediği işi kıvamına gelip olgunlaşmadıkça yapmaz.” (Vâkıdî, el-Meğâzî,
II, 610; Halebî, II, 721)
İmam
Zührî, Hudeybiye anlaşmasının netîcelerini, Allah Resûlü’nün bu husustaki
hadîs-i şerîflerinden de istifade ile şu şekilde özetler:
“Daha
önceleri müslümanlarla müşrikler, karşılaştıkları her yerde savaşmış ve
çarpışmışlardı. Hudeybiye barışı olunca çarpışma sona erdi. İki taraf arasında
güven ortamı teşekkül etti. Birbirleriyle görüşüp kaynaşma imkânı buldular.
Hattâ çeşitli konularda yardımlaşmaya başladılar. Bu sırada kime İslâm’dan söz
açılsa, biraz düşündükten sonra hakîkati kavrıyor ve hemen müslüman oluyordu.
Öyle ki, Hudeybiye’den Mekke fethine kadarki iki sene zarfında müslüman
olanların sayısı, Hudeybiye’ye kadar geçen on dokuz senelik İslâmî davet
netîcesinde müslüman olanların sayısından daha fazla olmuştu.”
İbn
Hişâm, buna şu sözleri ilâve eder:
“Resûlullah
(s.a.s.) Hudeybiye’ye giderken bin dört yüz kişiyle yola çıkmıştı. Bundan iki
yıl sonra, Mekke’nin fethinde ise yanında on bin, diğer bir rivayete göre yolda
katılan iki bin kişiyle birlikte on iki bin müslüman bulunmaktaydı. Bu
rakamlar, Zührî’nin tespitlerinin ne kadar isâbetli olduğunu göstermektedir.”
(Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, VI, 170;
İbn Hişâm, es-Sîre, III, 372)
Gerçekten
de Hudeybiye’nin ne kadar muhteşem bir zafer olduğu, daha sonra gelişen
olaylarla açığa çıkmıştır. Bunları hülasa olarak tekrar ifade etmek istersek
şunlar söylenebilir:
Bu
anlaşmayla birlikte Arabistan’da İslâmî bir yönetimin varlığı ilk defa resmen
kabul edilmiş oluyordu.
Bu
anlaşma sayesinde, Mekkelilerin propagandası yüzünden Arabistan’daki
kabilelerin gönlünde İslâm aleyhine yerleşmiş olan kin ve nefret duyguları
biraz olsun dinmişti.
Sulh
ortamı, müslüman toplumla müşrik toplum arasındaki ticârî ve kültürel
alışverişi canlandırdı. Bu vesileyle müslümanlar Arabistan’ın en uzak
noktalarına dağılarak İslâm’ı yaymaya başladılar. Kısa zamanda müslümanların
sayısı öncesine nazaran süratle arttı.
Resûlullah
(s.a.s.), savaşın durdurulmasından sonra Medine’de İslâm devletini
güçlendirerek, örnek bir İslâm toplumu oluşturma imkânı buldu.
Bu
anlaşma sayesinde ülkenin güney sınırları emniyete alınınca, kuzey ve orta
Arabistan’daki kabileler İslâm devletinin hâkimiyetine girdiler.
Bu âşikâr fetihle beraber öncelikle Resûlullah
(s.a.s.)’e ve onun şahsında da tüm müslümanlara şu büyük nimetlerin ihsan
edildiği beyân buyrulur:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri