Cum‘a sûresi Medine’de inmiştir. 11 âyettir. İsmini, 9. âyette geçen اَلْجُمْعَةُ (cum‘a) kelimesinden almıştır. اَلْمُسَبِّحَاتُ (Müsebbihât) sûrelerinin dördüncüsüdür. Resmî tertîbe göre 62, iniş sırasına göre ise 96. sûredir.
Ümmîler arasından Resûlullah (s.a.s.)’i peygamber olarak göndermesi, Allah Teâlâ’nın hem ona hem de ümmete en büyük lütfudur. O, insanlığa kitabı ve hikmeti öğretmek, onların nefislerini tezkiye edip cennete hazırlamak için gelmiştir. Bu sebeple yahudiler, sahip oldukları bilgiye aldanmayıp bu Peygamber’e imana davet edilir. İnsanlık ölüm gelmeden intibaha çağrılır. Gerek cemaat ve ümmet olma şuurunun gelişmesi, gerek dini anlama ve yaşama açısından büyük ehemmiyeti olan Cuma namazının farziyeti bildirilir. Dini dünyaya tercihin, netice itibariyle daha faydalı olacağı öğütlenir.
Mushaftaki sıralamada altmış ikinci, iniş sırasına göre yüz onuncu sûredir. Saf sûresinden sonra, Fetih sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Bazı araştırmacılar, 11. âyette değinilen ve sûrenin nüzûl sebebi olarak gösterilen olayın meydana gelişiyle ilgili bir kısım karînelerden hareketle hicretin 1. yılında indiğini belirtirler (bk. Emin Işık, “Cum‘a Sûresi”, DİA, VIII, 92). Derveze, sûrede yahudilerden bahsedildiği, Hendek Savaşı’ndan sonra ise Medine’de yahudi kalmadığı noktasından hareketle en azından bu savaştan söz eden Ahzâb sûresinden önce inmiş olması gerektiğini ifade eder (VIII, 227). Aynı kanaati paylaşan Süleyman Ateş, Ebû Hüreyre’den yapılan –sûrenin kendisinin müslüman olmasından sonraki bir tarihte indiği bilgisini içeren– rivayetin sahih olamayacağını, çünkü onun Hayber’in fethi sırasında Hz. Peygamber’e gelip müslüman olduğunu ifade eder ve bu rivayeti ona yapılmış bir iftira olarak niteler (IX, 429, 431). Fakat İbn Âşûr’un belirttiği gibi Hendek Savaşı’ndan sonra da bazı müslümanların Hayber yahudileriyle ortak ziraî faaliyetleri devam ediyordu ve aralarında sıkı bir iletişim bulunuyordu (XXVIII, 169); dolayısıyla sûrede onlardan söz edilmesini yadırgamamak gerekir ve Ebû Hüreyre’nin rivayeti esas alınarak bu sûrenin Hayber’in fethedildiği yıl nâzil olduğu düşünülebilir (XXVIII, 204, 205).
Ebû Hureyre (r.a.)’ın haber verdiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Cuma namazında Cum‘a ve Munafikûn sûrelerini okurdu. (Müslim, Cum‘a 61, 64)
Allah Teâlâ bu temsille, kendilerine Tevrat verilmiş ve onun hükümleri öğretilmiş olup da bunları anlayıp gereğince amel etmeyen yahudilerin durumunu anlatır. Böylece ellerinde Tevrat olduğu halde onunla amel etmeyen, orada gelecek son peygamberin vasıfları anlatıldığı halde bunları nazar-ı itibara almayıp hatta örtbas eden yahudiler, taşıdığı şeyden yararlanamayan, sadece sırtında ağır bir yük hisseden kitap taşıyıcı eşeğe benzetilir. İlim, amel ve irfandan habersiz olan eşeğin kârı sadece o kitapların yükünü çekmek olduğu gibi, yahudilerin de, okuyup ellerinde bulundurdukları kitaplarından kendilerine kalan şey, o kitabın kendi aleylerinde taşıdığı delillerin ve mesuliyetin ağır yüküdür. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 5)
Şunu belirtmek gerekir ki, ilk planda yahudileri hedef alan bu temsil, ilmiyle amel etmeyen, özellikle Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup ezberleyip gereğini yerine getirmeyen herkes için geçerlidir. Bu benzetme, böyle kimselerin durumunun ne kadar çirkin olduğunu canlı bir tablo halinde sunmaktadır.
Nitekim Muhammed Rûcî (k.s.)’un, kendisiyle ilgili anlattığı şu hâdise ne kadar mânidârdır:
“Mescidin su deposunun yanındaydım. Mesnevî okuyordum. Şeyh Sadeddin yanıma geldi. Şöyle sordu:
«- Ne okuyorsun?»
«- Mesnevî okuyorum» dedim. Şöyle dedi:
«- Bunu sadece okumakla bir şey elde edemezsin. Çalış ki, onun mânaları kalbinde ortaya çıksın.»
Bir gün de, halktan ayrı oturup ibâdet ettiğim yere geldi. Elimde Mushaf-ı Şerîf vardı. Sordu:
«- Bu nedir?»
«- Bu, Mushaf’tır» dedim. Şöyle dedi:
«- Onun mânalarına dalmadan okumak gaflettir, tenbelliktir.” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 632)
Bilinmelidir ki, Allah’ın ve O’nun kitabının kıymetini bilmemek zulum, bilmeyenler de zâlimdir. Allah ise zâlimleri asla doğru yola erdirmez. Bildiği ile amel etmesi lazımken etmeyen, kendilerine hakkın delilleri gösterildiği halde onlara inanmayıp da doğrulama yerine yalanlamayı koyan zâlimlerin doğru yolu bulmaları ve murada ermeleri mümkün değildir.
Ehl-i kitapla ilgili nakledilen gerçek bilgi böyle olmakla birlikte onlar kendilerinin Allah’ın birer sevgili olduklarını sanabilirler. Dolayısıyla onlara:Taha suresinin 25-28. ayetlerinde şöyle buyrulur: Taha Suresi 25-28. Ayetleri Arapça: قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ وَاح ...
Önceleri, mürekkeple yazılan yazılar silinmek istendiğinde, su ile yıkanırdı. KUR’AN AYETLERİNİN YIKANDIĞI SULAR Enes -radıyallâhu anh-, Hulefâ-i Râ ...
Taha Suresinin 7. ayetinde şöyle buyrulur: Taha Suresi 7. Ayet Arapça: وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى Taha Sur ...
Sahabe, Kur’ân’a her zaman hürmet gösterir, ona olan saygılarını değişik şekillerde gösterirlerdi. SAHABENİN KUR’AN’A OLAN SAYGISI Hazret-i Ömer ve ...
Kul hakları içinde en mühim olanı ana-baba hakkıdır. Allah ve Resûlü’ne itaatten sonra ana-babaya itaat gelir. Çünkü anne ve babalarımız varlık sebebi ...
Kadir gecesinin faziletinden bahseden, Kadir sûresinin 3. ayetinde şöyle buyrulur: BİN AYDAN HAYIRLI GECE! Kadir Suresi 3. Ayet Arapça: “لَيْلَةُ ا ...