Zilzâl sûresi Medine’de nâzil olmuştur. Ancak üslûp bakımından Mekkî sûrelere benzer. Zira bu sûrede de, diğer Mekkî sûreler gibi, kıyâmet günü meydana gelecek dehşet verici haller anlatılır. 8 âyettir. İsmini, birinci ayette geçen ve “şiddetli sarsıntı, deprem” mânasına gelen اَلزِّلْزَالُ (zilzâl) kelimesinden alır. “Zelzele sûresi” olarak da anılır. Mushaf tertîbine göre 99, iniş sırasına göre ise 91. sûredir.
Kıyâmet günü yeryüzünde meydana gelecek şiddetli sarsıntı, akabinde olacak dehşetli olaylar, insanların mahşerdeki halleri ve iyi ya da kötü hallerine göre karşılaşacakları neticeler tesirli bir üslupla anlatılır.
Mushaftaki sıralamada doksan dokuzuncu, iniş sırasına göre doksan üçüncü sûredir. Nisâ sûresinden sonra, Hadîd sûresinden önce Medine’de inmiştir. Mekke’de indiğine dair rivayetler de vardır (bk. Şevkânî, V, 562).
1. Yer büyüklüğüne uygun o dehşetli sarsıntısıyla sarsıldığı,
2. Yer bütün ağırlıklarını; ölülerini, hazinelerini fırlatıp dışarı çıkardığı,
3. Ve insan şaşkın şaşkın: “Ne oluyor buna?” dediği zaman!
Kıyâmet
günü birinci kez sûra üflenmesiyle yer, bütün şiddet ve dehşetiyle zangır
zangır sarsılır. Dağlar yerlerinden sökülür, toz toprak olup savrulur. Üzerinde
yıkılmayan hiçbir şey kalmaz. O sarsıntının dehşeti bir başka âyet-i kerîmede
şöyle haber verilir:
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyâmetin
sarsıntısı gerçekten çok korkunç bir şeydir.” (Hac 22/1)
O
gün ikinci kez sûra üflenir. Bununla yerin bütün ağırlıkları dışarı fırlatılır.
(bk. İnşikâk 84/4) Kabirlerdeki ölüler dirilip dışarı fırlar. Yer altındaki
hazîneler, madenler, gazlar ve lâvlar ortaya çıkar. Bununla ilgili olarak Resûlullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
“Yeryüzü içindeki defineleri altın ve gümüşten sütunlar hâlinde
dışarı fırlatacak. Bunun üzerine kâtil gelecek, «işte ben bunlar için adam
öldürdüm» diyecek. Akrabasıyla ilgisini kesen gelecek, «işte ben bunlar için
akrabamla ilgimi kopardım» diyecek. Hırsız gelecek, «benim elim işte bunun
yüzünden kesildi» diyecek. Onlar bu altın ve gümüşü öylece bırakıp içinden
hiçbir şey almayacaklar.” (Müslim, Zekât 62)
Çünkü
o gün, doğumu yaklaşmış gebe develerin (bk. Tekvîr 81/4), her türlü kıymet
biçilemez mal ve servetin kendi haline terk edildiği pek dehşetli bir gün
olacaktır.
Bu
dehşet verici hadiseleri gören insan, “Buna ne oluyor böyle!” diyerek korku ve
şaşkınlık içinde kalır. Afallar, aklı başından gider. Çünkü o gün, daha önce
hiç görmediği ve hayal bile edemediği dehşetli manzaralar görür. Âyet-i kerîmede
şöyle buyrulur:
“Onu göreceğiniz gün, dehşetten her emzikli anne emzirdiği
yavrusunu unutup terk eder, her hâmile dişi de karnındakini düşürür. İnsanları
sarhoş görürsün, halbuki onlar içki içip sarhoş olmuş değillerdir, lâkin
Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” (Hac 22/2)
Bu
müthiş sarsıntının peşinden yeryüzü dile gelir:
4. İşte o gün yer, üstünde olan biten bütün haberlerini anlatır:
5. Çünkü Rabbin ona böyle yapmasını emretmiştir.
Allah
ona, mâhiyetini tam bilemeyeceğimiz bir konuşma ve anlatma istidâdı verir. O
da üzerinde olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık söyler. Şu hadîs-i
şerif bu hakikati dile getirir:
Resûlullah
(s.a.s.) bir gün “İşte o gün yer, üstünde olan biten bütün haberlerini
anlatır” (Zilzâl 99/4) âyetini okudu. Peşinden:
“-
Yerin haberleri nedir, bilir misiniz?” diye sordu. Sahâbe-i kirâm (r.a.):
“-
Allah ve Rasûlü bilir” dediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.):
“-Yerin haberleri, üzerindeki her bir adamın ve her bir kadının
neler yapmış olduğuna yeryüzünün şâhitlik etmesidir. «Bu, falan günü şöyle
şöyle yaptı» der; işte bu onun haberidir” buyurdu. (Tirmizî, Tefsir 99)
Demek
ki, o gün herkesin neler yaptığı açık açık ortaya konur. Orada hiçbir şey gizli
saklı kalmaz. O halde insanlar bu gerçeği şimdiden bilsinler. O gün arzın
kendileri hakkında iyi şeyler söyleyeceği bir hayat yaşamaya çalışsınlar. Çünkü
yer, üstünde ne yapılırsa onu söyleyecek, gerçeğe aykırı hiçbir beyânda
bulunmayacaktır.
Nihâyet:
6. O gün insanlar, yaptıkları işlerin kendilerine gösterilmesi için kabirlerinden çıkıp hesap yerine bölük bölük gelirler.
Netice
itibariyle:
7. Artık kim zerre ağırlığınca bir iyilik yapmışsa, onu görür.
8. Kim de zerre kadar bir kötülük yapmışsa, onu görür.
Nihayet
iyilere amel defterleri sağ tarafından, kötülere de sol tarafından verilir.
(bk. Hâkka 69/19-37; İnşikâk 84/7-15) Dünyada küçük büyük bütün yaptıkları amel
defterlerine yazılmıştır. Amellerini eksiksiz orada görürler. Zerre ağırlığınca
bir iyilik yapmış olsalar, onu görürler. Yine zerre kadar kötülük işlemiş
olsalar onu görürler. الذرة (zerre), gözle
görülür görülmez derecede küçük karınca, güneş ışığında sezilebilecek
zerrecikler demektir. Burada maksat, beşer hissiyâtının sezebileceği en küçük
şeyle sorumluluğun en küçük miktarını bildirmektir. En küçük bir iyiliğin veya
kötülüğün bile Allah katında kaybolmayacağını haber vermektir. Zira her şey, en
küçük bir ihmale uğramadan o defterlerde kayıt altına alınmıştır. Mevzuyla
alakalı diğer âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Herkesin amel defteri önüne konulacak; sen günahkârların o
defterde yazılı olanlardan dolayı ödleri patlayacak şekilde korktuklarını
göreceksin. Hayretler içinde: «Yazıklar olsun bize! Bu nasıl defter ki, küçük
büyük demeden, hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan ne yapmış, ne söylemişsek
hepsini saymış dökmüş!» diyecekler. Böylece yaptıkları her şeyi amel
defterlerinde bulacaklar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)
“Kıyâmet günü herkes dünyada iken yaptığı iyilik ve kötülükleri
önünde hazır bulacak; ama kendisi ile günahları arasında çok uzun bir mesafe
olmasını isteyecek. Allah sizi azabından sakındırıyor. Çünkü Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (Âl-i İmrân 3/30)
Madem
insan o gün, zerre miktarı kadar bile olsa yaptığı bütün iyilikleri ve kötülükleri
görecek, o halde o, dünyadayken hesabını zerre miktârına göre yapmalıdır.
“Küçüktür, bundan bir şey olmaz” diyerek mekruhları bile işlemekten kaçınacağı
gibi, “küçüktür, bunun bir faydası olmaz” diyerek de en küçük iyilikleri bile
ihmal etmemeli, elinden geldiği kadar iyilik yapmalıdır. Günahın küçüklüğüne
değil, onu kime karşı işlediğine; iyiliğin küçüklüğüne değil, onu kimin adına
yaptığına dikkat etmelidir. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) hiçbir iyiliğin önemsiz
olmadığını ve hiçbir günahı basit görmemek gerektiğini şöyle ifade buyurur:
“Yarım hurma ile veya bir güzel sözle olsa bile kendinizi ateşten
koruyun.” (Buhârî, Edeb 34; Müslim, Zekât 66-70)
“Sizden bir şey isteyeni eli boş geri göndermeyin; kızartılmış
koyun veya sığır tırnağı bile olsa verin.” (Mâlik, Muvatta’, Sıfatü’n-Nebi
5)
“Âişe! İnsanların küçümsediği günahlardan uzak dur. Çünkü onları
da kaydeden görevli melekler vardır.” (İbn Mâce, Zühd 29; Dârimî, Rikâk 17)
Rivayete
göre, bir fakir müminlerin annesi Hz. Aişe’den yiyecek bir şeyler istedi.
Önünde bir miktar üzüm vardı. Orada bulunan birisine:
“-
Bir tane al ve bunu ona ver” dedi. Bu kişi ona hayretle bakmaya başladı. Bunu
gören Aişe (r.a.) şöyle dedi:
“-
Buna hayret mi ediyorsun! Biliyor musun, bu bir tanede kaç tane zerre ağırlığı
vardır.” (Muvatta’, Sadaka 6)
Sa‘d
b. Ebi Vakkas (r.a.), birisine sadaka olarak sadece iki hurma verdi. Dilenci
elini kapattı. Dilenciye şöyle dedi:
“-
Allah bizden zerrelerin ağırlığını dahi kabul eder. İki hurma tanesinde ise
pek çok zerre ağırlığı vardır.” (Kurtubî, el-Câmi‘, XX, 152)
Lokmân
(a.s.)’ın oğluna verdiği şu nasihat ise bu açıdan ne kadar tesirli ve
mânidârdır:
“Evlâdım! Yaptığın iyilik veya kötülük hardal tanesi ağırlığında
bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, göklerin veya yerin herhangi bir
noktasında bile bulunsa, Allah onu çıkarıp âhirette karşına getirir. Çünkü
Allah her şeyi bütün incelikleriyle bilir, her şeyden hakkiyle haberdardır.” (Lokmân
31/16)
Anlaşıldığı
üzere bu âyetlerde sadece mahşer yerinde “amellerin görülmesi”nden bahsedilir.
“Amellerin karşılığının görülmesi” ise hesaptan ve her biri kişi hakkında
“cennetlik” ya da “cehennemlik” hükmü verilmesinden sonradır. Hesap sırasında
Cenâb-ı Hak bazı günahları affedebilir. Bazı kullarına şefaat yetkisi
verebilir. Onların şefaatiyle bir kısım insanları affedebilir. Mü’minlerin
amellerini bire ondan başlayıp, bire yüz, bire yedi yüz ve daha fazla bir
karşılıkla mükâfatlandırabilir. (bk. Bakara 2/161; En‘âm 6/160) Kur’ân-ı Kerîm’in
haber verdiğine göre kıyamet günü pek çok safhalardan oluşur. Her safhanın
kendine göre hadiseleri ve manzaraları olur.
Şimdi,
o dehşetli güne hazırlık yapmak üzere insanın öncelikle en büyük düşmanı olan
kendi nefsiyle çok kapsamlı bir mücahedeye girişmesi ve bu konuda sabahları
erkenden düşmana saldıran iyi eğitilmiş savaş atları gibi uyanık ve gayretli
olması gerektiğini açıklamak üzere Âdiyât sûresi geliyor:
"Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrâiloğulları! Ben size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim; daha önce inen Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra g ...
Enbiya suresinin 69. ayetinde şöyle buyrulur: Enbiya Suresi 69. Ayet Arapça: قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ Enbi ...
"Allah’a ve Rasûlü’ne gerektiği gibi inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz, sizin için hayırlı olan bu ...
Enbiya suresinin 46. ayetinde şöyle buyrulur: Enbiya Suresi 46. Ayet Arapça: وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَ ...
Enbiya suresinin 37. ayetinde şöyle buyrulur: Enbiya Suresi 37. Ayet Arapça: خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِ ...
Saff sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 14 âyettir. İsmini, 4. ayetinde geçen صَفًّا (saffen) kelimesinden alır. Sûrenin “İsa” ve اَلْحَوَارِيُّونَ (Hav ...