Âdiyât sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 11 âyettir. İsmini, birinci âyette geçip “koşan atlar” mânasına gelen اَلْعَادِيَاتُ (âdiyât) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 100, iniş sırasına göre ise 14. sûredir.
Dünya malını tutkuyla seven, bu sebeple âhireti ihmal edip Rabbine karşı son derece nankör davranan insan kınanır ve öte dünyada karşılaşacağı hazin bir âkibetle ikaz olunur.
Mushaftaki sıralamada yüzüncü, iniş sırasına göre on dördüncü sûredir. Asr sûresinden sonra, Kevser sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayetler de vardır (bk. Şevkânî, V, 566).
1. Yemin olsun Allah yolunda nefes nefese koşanlara,
2. Koşarken tırnaklarıyla taşlara çakarak kıvılcımlar saçanlara,
3. O hızla sabah erkenden düşmana baskın yapanlara,
4. Derken orada tozu dumana katanlara,
5. Böylece düşman bir ordunun tâ ortasına dalanlara:
Araplar
için savaş atlarının ayrı bir kıymeti vardı. Değerli mallar arasında yer
alırdı. Burada o devirlerdeki savaşların pek önemli savaş vasıtası olan atlara
yemin edilir. Yeminin maksadı ise, böylesine faydalı ve insanların çok sevdiği
mallardan olan atları, onlara bağışlayanın Allah Teâlâ olduğuna işaret etmektir.
Böylece, yeminin cevabı olarak gelen âyetlerde belirtildiği gibi, insanın
nankörlük hastalığına dikkat çekmek ve onu hastalığını teşhis ve tedâviye
yönlendirmektir.
Bu
münâsebetle müslümanlara, “Ey mü’minler! Düşmanlarınıza karşı bütün imkânlarınızı
seferber ederek kuvvet hazırlayın ve beslenmiş, eğitilmiş savaş atları
yetiştirin. Böylece, Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve bunların
dışında sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutun.
Allah yolunda ne harcarsanız karşılığı size tastamam ödenir ve hiçbir
haksızlığa uğramazsınız” (Enfâl 8/60) âyetinde belirtildiği gibi Allah
yolunda savaş için kuvvet hazırlamak üzere seve seve mal sarf ederek hayra
çalışmak ve ferdî servet hırsıyla cimrilik ve nankörlük etmemek gereği
hatırlatılır. “Çakıp ateş çıkaranlar” (Âdiyât 100/2) ifadesi süngüler ve
silahlar olarak da tefsir edilmiştir. Buna göre, nefes nefese koşan atlar gibi
harıl harıl çalışarak düşmana hücûm eden motorlu akın vasıtaları, tepkili
uçakları, ateş saçan silahları üretmelerine de işaret edilir. Çünkü, pek çok
âyette olduğu gibi, bu sûrede de kullanılan şümullu lafızlar, işaret ettikleri
mânalar ile alakalı geniş tevcih ve tevillere imkân vermektedir. (bk. Elmalılı,
Hak Dini, VIII, 6017-6018)
Ayrıca
insanın bencillik, nakörlük, cimrilik, mal sevgisi gibi nefsin köklü
hastalıklarını tedavi edebilmesi için, atların harıl harıl koşması, koşmanın
sür’at ve şiddetiyle tırnaklarıyla taşlara çakıp ateş çıkarması, sabah erkenden
baskın yapması, tozu dumana katması ve düşmanın ortasına dalması gibi son
derece akıllıca ciddî bir mücâhede, mücâdele ve çalışma yapmasının elzem olduğu
anlaşılır. Düşmana karşı olduğu gibi, belki ondan daha fazla nefsin
hastalıklarıyla mücadele etmenin, onu terbiye ve tezkiyeye çalışmanın gereği ortaya
çıkar.
Çünkü:
6. Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür.
Hadîs-i
şerifte “kenûd” şöyle tarif edilir:
“O öyle bir nankördür ki yalnız başına yer, hizmetçisini döver,
mâlî vazifelerini yerine getirmez.” (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXX, 354)
Gerçekten
insan Rabbine karşı çok nankördür. Rabbi kendisine bunca nimetler ihsan ettiği
halde o, Rabbinin yolunda zerre kadar bir şey harcamaktan çekinir. Zekâtını
vermez. Hayır ve hasenat yapmaz. Başına gelen sıkıntıları, musibetleri sayar
döker; fakat üzerindeki nice nice nimetleri unutur. Kendisi de bu haline şâhittir.
Bakacak olsa Rabbinin sonsuz keremini, cömertliğini, kendisinin ise ne kadar
nankör ve cimri olduğunu görür. Yahut insan, âhirette nankör olduğuna dair
aleyhine şâhitlik yapar. Onun nakörlük ve cimriliğinin sebebi ise dünyayı ve
dünya malını aşırı sevmesidir.
8.
âyet-i kerîmede dünya malı için اَلْخَيْرُ
(hayr) tâbirinin kullanılmasının hikmeti, insan fıtratının ona meyletmesi ve
çoğu insanın dünya menfaatinden dolayı onu mutlak hayır zannetmesidir. Aslında
âyette insanın bu zannı yerilmektedir. Yâni insan, mal ve serveti mutlaka
“hayır” sanarak sevdiği, ona aşırı bir hırs ve tutkuyla bağlandığı için
cimridir, eli sıkıdır. “Malı mülkü de sınırsız bir sevgiyle seviyorsunuz” (Fecr
89/20) âyeti bu gerçeği anlatır. Bu yüzden Allah için o malın hakkını vermek,
hayra sarf etmek, umûmun menfaatine hizmet etmek istemez, kıskanır. Onu
kazanmak husûsunda çok güçlü ve hırslı olurken, sıra o malın şükrünü ödemeye
gelince zayıflığını ileri sürerek nankörlük eder ve infaktan kaçınır. Nitekim Resûlullah
(s.a.s.) de onun bu halini şöyle bir misalle anlatır:
“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Onun
karnını ancak toprak doldurur...” (Buhârî, Rikâk 10)
Fakat
böyle davranması onun lehine değil, kesinlikle aleyhinedir:
7. Buna hiç şüphesiz kendisi de şâhittir.
8. O, malı aşırı sevmesi ve onu biriktirmeye olan tutkusu yüzünden son derece cimridir.
Hadîs-i şerifte “kenûd” şöyle tarif edilir:
“O öyle bir nankördür ki yalnız başına yer, hizmetçisini döver, mâlî vazifelerini yerine getirmez.” (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXX, 354)
Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür. Rabbi kendisine bunca nimetler ihsan ettiği halde o, Rabbinin yolunda zerre kadar bir şey harcamaktan çekinir. Zekâtını vermez. Hayır ve hasenat yapmaz. Başına gelen sıkıntıları, musibetleri sayar döker; fakat üzerindeki nice nice nimetleri unutur. Kendisi de bu haline şâhittir. Bakacak olsa Rabbinin sonsuz keremini, cömertliğini, kendisinin ise ne kadar nankör ve cimri olduğunu görür. Yahut insan, âhirette nankör olduğuna dair aleyhine şâhitlik yapar. Onun nakörlük ve cimriliğinin sebebi ise dünyayı ve dünya malını aşırı sevmesidir.
8. âyet-i kerîmede dünya malı için اَلْخَيْرُ (hayr) tâbirinin kullanılmasının hikmeti, insan fıtratının ona meyletmesi ve çoğu insanın dünya menfaatinden dolayı onu mutlak hayır zannetmesidir. Aslında âyette insanın bu zannı yerilmektedir. Yâni insan, mal ve serveti mutlaka “hayır” sanarak sevdiği, ona aşırı bir hırs ve tutkuyla bağlandığı için cimridir, eli sıkıdır. “Malı mülkü de sınırsız bir sevgiyle seviyorsunuz” (Fecr 89/20) âyeti bu gerçeği anlatır. Bu yüzden Allah için o malın hakkını vermek, hayra sarf etmek, umûmun menfaatine hizmet etmek istemez, kıskanır. Onu kazanmak husûsunda çok güçlü ve hırslı olurken, sıra o malın şükrünü ödemeye gelince zayıflığını ileri sürerek nankörlük eder ve infaktan kaçınır. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) de onun bu halini şöyle bir misalle anlatır:
“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Onun karnını ancak toprak doldurur...” (Buhârî, Rikâk 10)
Fakat böyle davranması onun lehine değil, kesinlikle aleyhinedir:
9. Fakat o bilmiyor mu ki, bir gün gelecek kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atılacak,
10. Göğüslerde bulunan sırlar ortaya serilecek?
11. İşte o gün Rablerinin, onların her hâlinden bütünüyle haberdâr olduğu anlaşılacaktır.
Bir
gün gelecek, kabirlerdeki ölüler diriltilip kaldırılacak. Sadece ameller değil,
göğüslerde saklı olan bütün duygular, düşünceler, niyetler bile çıkarılıp
ortaya serilecek. Dünyada her şeylerinden hakkiyle haberdar olan Rableri, o gün
bu haberdârlığını açıkça ilan edecektir. Böylece herkes düşünüp niyet
ettiğinden başlayarak tüm yaptıklarının hesabını verecek ve karşılığını
görecektir. Böyle geleceği kesin bir gün ve kaçınılmaz bir son varken, insanın
nankör ve cimrilikte devam etmesi olacak şey değildir. Böyle gâfil insanlar, bu
mezmûm sıfatlarından derhal sıyrılıp Rabbini tanıyan, varlığını O’na kulluğa
adayan, cömert, şükür ehli, hak ve hakîkat sevdalısı, cennet yolcusu birer kul
olmak için gayret etmelidirler.
Bu
âyetlerden şu öğüdü almak gerekir: “Ey insan, sen dünya menfaati hırsıyla hak
ve iyiliğe karşı gelmek için sînende türlü hisler besler, faydasız şeylere
hazırlanır, kabirler bina eder, tabut satın alır, kefen dokur biçersin.
Bunların hepsi kurtların hissesidir. Hani Rabbinin, Rahmân olan Allah’ın
hissesi nerede? Bir kadın bile hamile olduğu zaman çocuğuna giyecek hazırlar. O
kadına: «Senin çocuğun yok, bu hazırlık nedir?» denecek olsa «Yarın karnımdaki
deşilip çıkacak değil mi?» der. Rabbin de sana: «Bu yerin karnındakilerin hepsi
deşilecek değil mi? Hani hazırlık?» buyurur.” (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb,
XXXII, 65)
Şimdi
o kıyâmet gününün son derece dehşetli manzaralarını seyrettirmek üzere Kâria
sûresi geliyor:
"Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrâiloğulları! Ben size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim; daha önce inen Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra g ...
Enbiya suresinin 69. ayetinde şöyle buyrulur: Enbiya Suresi 69. Ayet Arapça: قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ Enbi ...
"Allah’a ve Rasûlü’ne gerektiği gibi inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz, sizin için hayırlı olan bu ...
Enbiya suresinin 46. ayetinde şöyle buyrulur: Enbiya Suresi 46. Ayet Arapça: وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَ ...
Enbiya suresinin 37. ayetinde şöyle buyrulur: Enbiya Suresi 37. Ayet Arapça: خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِ ...
Saff sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 14 âyettir. İsmini, 4. ayetinde geçen صَفًّا (saffen) kelimesinden alır. Sûrenin “İsa” ve اَلْحَوَارِيُّونَ (Hav ...